“Evet, Kur’ân’dan, hakikat-i tarikati, tarikatsiz feyiz suretiyle gördüm ve bir parça aldım. Ve keza, maksud-u bizzat olan ilimlere ulûm-u âliyeyi okumaksızın isâl edici bir yol buldum. Serîüsseyir olan bu zamanın evlâdına, kısa ve selâmet bir tarîki ihsan etmek Rahmet-i Hâkime’nin şânındandır!..” (M.Nuriye-10.Risale)- Nasıl anlamalıyız?..
“Öyle de zâhirden hakikate geçmek iki suretledir: Biri, doğrudan doğruya hakikatin incizabına kapılıp, tarikat berzahına girmeden, hakikati ayn-ı zâhir içinde bulmaktır.” (27.söz)
“Sahâbelerin nefisleri tezkiye ve tathir edildiğinden, nefsin mahiyetindeki cihâzât-ı kesire ile ubûdiyetin envâına ve şükür ve hamdin aksâmına daha ziyade mazhardırlar. Fenâ-i nefisten sonra ubudiyet-i evliya besâtet peydâ eder.“(27.söz)
İnsanın mahiyeti bir çok aza ve duygulardan mürekkeptir. Her bir aza ve duygunun gayesi ve vazifesi Allah’a ibadet etmek ve onun isim ve sıfatlarına ayna olmaktır. Bu yüzden insan, mahiyet ve fıtrat olarak Allah’ın bütün isim ve sıfatlarına mahal ve aynadır. Biz bu aynaları iptal edersek, o noktada o isim ve sıfata ulaşmayı da beraberinde iptal etmiş oluruz ki, bu bir noksanlıktır!..
Bu yüzden Allah’a ve isimlerine noksan bir ayna olmamak için mahiyetimizin bütün aza ve duygularını işlettirmemiz gerekir. Nebiler ve sahabeler nefislerini sünnet-i seniyyeyle terbiye edip, bütün mahiyeti ile Allah’a kul ve ayna olmuşlardır.
“Demek, Sünnet-i Seniyyeye tatbik-i amel etmekle, bu fâni ömür, bâki meyveler verecek bir hayat-ı ebediyeye medar olacak olan faydalar elde edilir. “Siz de Allah’a ve Resulüne iman edin ki, o ümmî peygamber de Allah’a ve Onun sözlerine iman etmiştir. Ve ona uyun-tâ ki doğru yolu bulmuş olasınız.” (A’râf,158)
Ve keza, maksud-u bizzat olan ilimlere ulûm-u âliyeyi okumaksızın isâl edici bir yol buldum.” (Mesnevi-i Nuriye) Ulûm-u aliye (Elif ile): Gramer, sarf, nahiv, belâgat ve mantık gibi alet ilimlerdir. Bu ilimler marifetullah ve iman-ı kamil gibi maksada götüren araç ilimlerdir ve öğrenilmesi meşakkatli ve uzundur. Eski dönemlerde medresede en az on beş yıllık bir tedristen sonra bu ilimler elde edilebilirdi.
Ulum-u â’liye (Ayın ile): Dinden bahseden ilimlere deniliyor. Tefsir, kıraat, hadis, marifetullah, fıkıh, kelâm, ahlâk bilgileri gibi. İşte Risale-i Nur bu sahadadır… Risale-i Nur’un bu asırdaki en önemli ve hayati özelliği, birinci ilimleri öğrenmeksizin ikinci ilimleri tahsil ettirebilmesidir!..
Evet, Risale-i Nurlar alet ilimleri öğrenmeye gerek kalmadan temsil ve teşbih metodu ile en yüksek ve ali iman hakikatlerini, en avam ve cahil adama ders verebiliyor. Bu sayede milyonlarca insanın imanının kurtulmasına vesile olmuştur. “Serîüsseyir olan bu zamanın evlâdına, kısa ve selâmet bir tarîki ihsan etmek rahmet-i hâkime’nin şânındandır!..
(Mesnevi-i Nuriye)
Risale-i Nurlar ile Süratli ve kolay ilim tarzı Allah’ın bu asır insanına bir ikram ve lütfunden başka bir şey değildir, Öyle ki Risale-i Nurlar’da geçen hiçbir cümle yoktur ki, hadis bi’l-mana veya ayet bi’l-mana olmasın!.. İşte bu hususiyet, Kur’an’a ait beyan ve ifadenin en tatlısı ve en güzeli olan İCAZ’INDAN dır, yani az sözle çok şey anlatmaktır.
Meselâ;
Bazen bir kelime, bazen bir cümle, bazen de bir paragraf, ancak bir kitaba sığacak azim bir hakikati veya gayet vuzuh ve sınırsız bir manayı içine alır, nice hikmetleri çağrıştırır, okuyucuyu izan ve tasdik ile ikna eder …belletir…öğretir…
Demek, NURLAR’ KESBİ değil VEHBİ’dir!..
“Bir sene bu risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan, bu zamanın mühim, hakikatli bir âlimi olabilir. Eğer anlamasa da madem Risale-i Nur şakirtlerinin bir şahs-ı mânevîsi var; şüphesiz o şahs-ı mânevî bu zamanın bir âlimidir.” (Lem’alar) Yani sadece velayet noktasında değil, ilim noktasında da Allah, bu zaman insanına şartların zorluğuna binaen bir kısa ve kolay yol ihsan etmiş. Dinden bahseden ilimler. (Tefsir, kıraat, hadis, marifetullah, fıkıh, kelâm, ahlâk bilgileri gibi.) Alet ilimleri, merdiven misali yüksek ilimlere yetişmeye bir vesiledir. Tek başına merdiven bir işe yaramaz, ama o olmadan da yükseğe çıkılamaz…
“Hem meselâ, (Onun yakıtı, kendisine ateş dokunmasa bile ışık verecek kàbiliyettedir. O nûr üstüne nûrdur.-Nur,35-) cümlesi, mânâ-yı remziyle diyor ki: ‘On üçüncü ve on dördüncü asırda semâvî lâmbalar ateşsiz yanarlar, ateş dokunmadan parlarlar. Onun zamanı yakındır.’ Yani, bin iki yüz seksen (1280) tarihine yakındır. İşte, bu cümle ile nasılki elektriğin hilâf-ı âdet keyfiyetini ve geleceğini remzen beyan eder.
Aynen öyle de, mânevî bir elektrik olan Resâili’n-Nur dahi gayet yüksek ve derin bir ilim olduğu halde, külfet-i tahsile ve derse çalışmaya ve başka üstadlardan taallüm edilmeye ve müderrisînin ağzından iktibas olmaya muhtaç olmadan, herkes derecesine göre o ulûm-u âliyeyi, meşakkat ateşine lüzum kalmadan anlayabilir, kendi kendine istifade eder, muhakkik bir âlim olabilir. Hem işaret eder ki, Resâili’n-Nur Müellifi dahi ateşsiz yanar, tahsil için külfet ve ders meşakkatine muhtaç olmadan Kendi kendine nurlanır, âlim olur.”
“Evet, bu cümlenin bu mu’cizâne ÜÇ İŞÂRÂTI;
ELEKTRİK ve RESÂİLİ’N-NUR hakkında hak olduğu gibi, MÜELLİF (BEDİÜZZAMAN HZ.) hakkında dahi ayn-ı hakikattir. Tarihçe-i hayatını okuyanlar
ve hemşehrileri bilirler ki, İzhar kitabından sonraki medrese usulünce
on beş sene ders almakla okunan kitapları Resâili’n-Nur Müellifi yalnız üç ayda tahsil etmiş!..”
(1.şua)
İstanbul’a gelişini bir muharrir şöyle tasvir etmişti: “Şarkın yalçın kayalıklarından, bir ateşpâre-i zekâ, (ateş saçan zekâ; çok süratli ve keskin anlayış sahibi) İstanbul âfâkında tulû etti.” (T. Hayat)
“Tevfik-i İlâhî refiki olan adam, tarikat berzahına girmeden zahirden hakikate geçebilir.”
(mesnevi-i Nuriye) “Şeriat ve Sünnet-i Seniyyenin ahkâmları içinde cilveleri intişar eden
Esmâ-i Hüsnânın herbir isminin feyz-i tecellîsine bir mazhar-ı câmi olmaya çalış!..”
(24.söz) O halde; Tevfik-i İlahi’sine Refik ol ki; Mana-i Harfi bir nazar ile hakikate çıkasın!..
Ta ki, Marifetullah’a vasıl olabilesin!..
Bab-ı Şefkat NUR