TEMSÎLÂT-I KUR’ÂNİYEDEKİ HİKMETİ

FEHMETMEK İÇİN

ALLAH CÂNİBİNDEN NÛR-I ÎMANLA BAKMAK LÂZIM!..

İnkâr edenlere gelince:

“Şimdi Allah, misâl olarak bununla

(sivrisineği, 

veya ondan da aşağı bir şeyi misâl getirmekle) neyi murâd etti?” derler.

“Temsîlât-ı Kur’âniyedeki (Kur’ân’da verilen misâllerdeki) 

hikmeti fehmetmek için

Allah cânibinden nûr-ı îmanla bakmak lâzım!..”

(İşârâtü’l-İ‘câz, 214)

“Sual: 

Cenâb-ı Hakkın 

cüz’iyat ve hasis emirler ile iştigali azametine münafidir?..denilse;

Cevap;

O iştigal, azametine münafi  –zıt-  –değildir. 

Bilâkis, 

adem-i iştigali, – ilgilenmemesi-

azamet-i rububiyetine  – bir eksiklik- bir nakîsedir…

Meselâ, 

şemsin – güneşin-  ziyasından bazı şeylerin mahrum ve hariç kalması,

 – yani ışığın yetişememesi- şemse bir nakîse olur.” 

(mesnevi-i Nuriye)

Meselâ;

Küçük taşlar olmasaydı, yüksek kubbeli camiler, 

kabe gibi mukaddes bir beyt olmazdı…

Gözle görünmeyen hücreler olmasaydı, canlılar vücut bulmaz,

Et ve kemik elbise gibi canlıların bedenlerini saramazdı..

Zerreler olmasa hava, su ve toprak olmazdı…

Kanımızı temizleyen ve yeni kan üreten

Hatta sınırları koruyan askerler gibi…

kan hücreleri olmasa hayat olmazdı…

Onlarla kudret ve rahmetiyle,

İnayet ve şefkatiyle iştiğal eden

bir Rabbil alemin olmasa, varlık ve hayatımız,

hayatlar ve yaşam ortamları olamazdı…

Maahaza,

bütün şeffaf şeylerde görünen şemsin timsallerinin herbirisi,

“Şems – güneş – benimdir. Şems yanımdadır. Şems bendedir” diyebilir. Ve zerrelerle şems arasında müzâhame

– bir zorluk veya sıkışıklık – yoktur.

Bütün mahlûkat 

-bilhassa insanlarda- 

ferdî olsun, nevî olsun, şerif olsun, hasis olsun;

ilim, irade, kudret itibarıyla Cenâb-ı Hakkın tecellîsine mazhardır. 

Her birşey, 

Her bir insan, “Allah yanımdadır” diyebilir. 

Bilhassa 

insanın zaafı, fakrı, aczi nisbetinde Cenâb-ı Hakkın kurbiyeti 

ve her bir şeyin Cenâb-ı Hak ile münasebeti olmakla beraber,

O da münasebettardır.”

 (mesnevi-i Nuriye)

Elbette, böyle bir insanın Mâbudu, Rabbi, 

melcei (sığınağı), 

halâskârı (kurtarıcısı), 

maksudu öyle bir Zat olabilir ki,

umum kâinat Onun kabza-i tasarrufunda –kudret elinde-,

zerrat ve seyyârat dahi taht-ı emrinde – emri altında– dir.” 

(lem’alar)

İşte; melce, halâskâr ve maksudunu,

Malik’ini ve Hami’sini bilmek,

ancak aczini ve fakrını bilmekle olur…

Zira fakrıyle Rahman ,

acziyle Kadir,

zaafıyle muktedir ve Külli irade sahibi Rabbinin

zati sıfatlarına tersiyle, zıddıyle,  güzel ve şuurlu bir ayna olur!..

Öte yandan, insan kendisinde bütün esmânın tecelli etmesi cihetiyle de

o büyük varlıklardan daha büyüktür.

Onlarda sadece birkaç isim tecelli ederken insanda bütün esmâ tecelli eder!..

Ve 

gayr-ı mütenahi acz ve fakrı olan insan, gayr-ı mütenahi kudret 

ve gınâ ve azameti olan Cenâb-ı Hak ile münasebeti ne kadar lâtiftir!..

(mesnevi-i Nuriye)

Bir cam parçasını Güneş’e karşı tutsak,

Önce bir şey görünmez.

Siyah bir kâğıt koyduğumuzda

Güneş çok daha parlak şekilde görünüyor.

Mahlûkatın âcizlik ve fakirlikleri de buna benziyor.

Bir mahlûk ne kadar âciz ve muhtaç ise Allah’ın kudreti 

ve rahmeti de onda o kadar fazla tecelli ediyor.

Acz ve fakr noktasında insan bütün mahlûkattan daha ileridir,

Allah’ın gınasına ve kudretine de en parlak ve şuurlu bir aynadır!..

“Takdis ederiz o Zâtı ki,

en büyük lûtfu en büyük azamete,

en yüksek şefkati en yüksek ceberûta idhâl ettiği gibi,

nihayetsiz kurbu nihayetsiz bu’d ile cem edip,

 zerreler ile şemsler arasında uhuvveti tesis etmiştir.

(mesnevi-i Nuriye)

 “Birbirine zıt olan bu şeyleri 

cem etmekle, 

yani; Meselâ

yanıcı ve yakıcı gaz olan hidroen ve oksijen’den

 hayattar ve serin bir su halketmesi gibi-

derece-i azametini bir derece göstermiştir!..”

(mesnevi-i Nuriye)

“Şübhesiz ki Allah, (kullarına doğru yolu göstermek için) bir sivrisineği, 

(hattâ küçüklük ve kıymetsizlikte) 

ondan da öte (daha aşağı) bir şeyi misâl getirmekten çekinmez.

-Ama îmân edenler,

bunun Rablerinden (gelen) hak olduğunu hemen bilirler.

-İnkâr edenlere gelince:

“Şimdi Allah, misâl olarak bununla neyi murâd etti?” derler. 

(Allah,) onunla birçok kimseyi dalâlete atar, birçok kimseyi de hidâyete erdirir.

Fakat onunla ancak fâsıkları dalâlete düşürür.!..”

(Bakara,26)

Bab-ı Şefkat NUR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir