İman, taklidî ve tahkikî olmak üzere ikiye ayrılır:
- Taklidî İman: Delil ve hüccete dayanmaksızın, sadece başkalarının yönlendirmesiyle inanmayı ifade eder. Ehl-i Sünnet’e göre geçerli bir iman olmakla birlikte, kişinin bu imanı tahkike dönüştürmesi ve güçlendirmesi tavsiye edilir.
- Tahkikî İman: Akıl ve naklî delillere dayanarak elde edilen sarsılmaz, kuvvetli imandır. Bu iman türü, bireyin Allah’a olan inancını sağlam temellere oturtmasını sağlar. Tahkikî imanın kendi içinde üç mertebesi bulunmaktadır:
- İlme’l-Yakîn: Bir şeyin varlığını kesin bilgiyle bilmek.
- Ayne’l-Yakîn: Bir şeyin varlığına, bizzat görüp hissetmek suretiyle inanmak.
- Hakka’l-Yakîn: Bir şeyin varlığını bizzat tecrübe ederek, yaşayarak anlamak.
Bu mertebeler arasındaki farkları bir örnekle açıklayabiliriz: Uzaktan duman gören bir kişi, orada ateş olduğuna dair bilgi sahibi olur (İlme’l-Yakîn). Dumana yaklaşıp ateşi gördüğünde bu bilgi, Ayne’l-Yakîn seviyesine yükselir. Ateşe yaklaşıp sıcaklığını hissettiğinde ise bu, Hakka’l-Yakîn derecesine ulaşır. Aynı şekilde, bir meyvenin varlığını bilmek ilme’l-yakîn, onu eline almak ayne’l-yakîn, tadına bakmak ise hakka’l-yakîn bilgiye örnektir.
Hakka’l-Yakîn İman, özellikle Peygamber Efendimiz (s.a.v.), diğer peygamberler, büyük âlimler ve mürşidler gibi yüksek mertebedeki kişilere has bir imandır.
Taklidî ve Tahkikî İmanın Karşılaştırması
Taklidî iman, şüphelere karşı daha zayıf ve savunmasızdır. Buna karşın, tahkikî iman, akli ve nakli delillere dayandığı için şüpheye mağlup olmaz. Üstad Bediüzzaman bu durumu şöyle ifade eder:
“Evet, iman-ı taklidî, çabuk şüphelere mağlup olur. Ondan çok kuvvetli ve çok geniş olan iman-ı tahkikîde pek çok meratib var. O meratiblerden ilmelyakîn mertebesi, çok bürhanlarının kuvvetleriyle binler şüphelere karşı dayanır. Hâlbuki taklidî iman bir şüpheye karşı bazen mağlub olur.”
İnsanlar, anlayış ve idrak kapasitesine göre farklı seviyelerde iman etmektedir. Örneğin, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) imanı ile Hz. Ebubekir’in (r.a.) imanı aynı değildir. Aynı şekilde, Hz. Ebubekir’in (r.a.) imanı ile diğer müminlerin iman seviyesi de farklıdır. Peygamberimiz (s.a.v.), bu farklılığı şöyle ifade eder:
“Eğer Ebubekir’in imanı terazinin bir kefesine ve diğer bütün müminlerin imanı da terazinin diğer kefesine konulup tartılsa, Ebubekir’in imanı daha ağır gelir.”
Tahkikî iman, kişinin imanını delillerle güçlendirdiği, şüphelerden uzak, sağlam ve derin bir inançtır. Bu iman, kişinin Allah’a olan bağlılığını ve kulluk bilincini artırır. İman seviyelerindeki bu farklılık, herkesin kendi anlayış kapasitesine göre dini hakikatlerden istifade etmesiyle açıklanabilir. Risale-i Nur’da bu durum şu şekilde izah edilmektedir;
“İkinci Cihet: İman, yalnız icmâlî ve taklîdî bir tasdike münhasır değil; bir çekirdekten, tâ büyük hurma ağacına kadar ve eldeki aynada görünen misalî güneşten tâ deniz yüzündeki aksine, tâ güneşe kadar mertebeleri ve inkişafları olduğu gibi; imanın o derece kesretli hakikatleri var ki, bin bir esmâ-i İlâhiye ve sair erkân-ı imaniyenin kâinat hakikatleriyle alâkadar çok hakikatleri var ki, ‘Bütün ilimlerin ve mârifetlerin ve kemalât-ı insaniyenin en büyüğü imandır ve iman-ı tahkikîden gelen tafsilli ve burhanlı mârifet-i kudsiyedir.’ diye ehl-i hakikat ittifak etmişler.”
“Evet, iman-ı taklidî, çabuk şüphelere mağlûp olur. Ondan çok kuvvetli ve çok geniş olan iman-ı tahkikîde pek çok meratip var. O meratiplerden ilmelyakîn mertebesi, çok burhanlarının kuvvetleriyle binler şüphelere karşı dayanır. Halbuki taklidî iman bir şüpheye karşı bazan mağlûp olur.”
“Hem iman-ı tahkikînin bir mertebesi de aynelyakîn derecesidir ki, pek çok mertebeleri var. Belki esmâ-i İlâhiye adedince tezahür dereceleri var. Bütün kâinatı bir Kur’ân gibi okuyabilecek derecesine gelir.”
“Hem bir mertebesi de hakkalyakîndir. Onun da çok mertebeleri var. Böyle imanlı zatlara şübehat orduları hücum da etse bir halt edemez. Ve ulemâ-i ilm-i kelâmın binler cild kitapları, akla ve mantığa istinaden telif edilip, yalnız o mârifet-i imaniyenin burhanlı ve aklî bir yolunu göstermişler. Ve ehl-i hakikatin yüzer kitapları keşfe, zevke istinaden o mârifet-i imaniyeyi daha başka bir cihette izhar etmişler. Fakat, Kur’ân’ın mucizekâr cadde-i kübrâsı, gösterdiği hakaik-i imaniye ve mârifet-i kudsiye, o ulemâ ve evliyanın pek çok fevkinde bir kuvvet ve yüksekliktedir.”
“İşte, Risale-i Nur bu cami ve küllî ve yüksek mârifet caddesini tefsir edip, bin seneden beri Kur’ân aleyhine ve İslâmiyet ve insaniyet zararına ve adem âlemleri hesabına tahribatçı küllî cereyanlara karşı Kur’ân ve iman namına mukabele ediyor, müdafaa ediyor. Elbette hadsiz tahşidata ihtiyacı vardır ki, o hadsiz düşmanlara karşı dayanıp ehl-i imanın imanını muhafazasına Kur’ân nuruyla vesile olsun.”
“Hadîs-i şerifte vardır ki:
‘Bir adam seninle imana gelmesi, sana sahra dolusu kırmızı koyunlardan daha hayırlıdır.’
‘Bazan bir saat tefekkür, bir sene ibadetten daha hayırlı olur.’
“Hattâ Nakşîlerin hafî zikre verdiği büyük ehemmiyet, bu nevi tefekküre yetişmek içindir.”
“Umum kardeşlerime birer birer selâm ve dua ediyoruz.”
Kaynak
Nurluhizmet.com