Bir çok tarikat ehli kardeşlerimiz tarafından bize yöneltilen eleştirilerden biri;
“- sizin bir silsileniz bile yok, bu nasıl bir yol”- şeklindedir,
hatta nur mesleğini yol bile kabul etmeyenler var…
Halbuki, Üstad hazretleri Risalelerde pek çok yerde mesleğimizin sahabe mesleği olduğunu ifade ediyor. Bu nasıl oluyor?..”
O halde sözlerimize iki hususla cevap verelim,
Birinci husus, Tarikat ehli kardeşlerimize,
Beş Tarikatın piri, ikinci bin yılın müceddidi İmam-ı Rabbani (r.a)’ın beşaratı;
İmam-ı Rabbani(r.a),
İlminin derinliği, feraseti, basireti ve üslubundaki samimiyeti ve hikmeti ile, materyalist felsefenin etkisiz hale getirilmesinde ve Allahın varlığı ve birliği konusunun geniş kitlelere anlatılmasında çok etkili olmuştur.
Yaşadığı zamanda ittifaken İslam alimlerinin en büyüğü olarak kabul edilmiştir.
Etkileri halen devam eden İmam Rabbani,
Peygamber Efendimiz (ﷺ)’den nakledilen hadisleri yorumlayarak aynı zamanda
ahir zamana ışık tutmuştur.
İmam-ı Rabbanî Hz. 301.nolu Mir Şemseddin Halhali’ye yazmış olduğu mektupta,
şu sözleri konuyu tam aydınlatmaktadır!..
“Nübüvvet kemalâtına ulaştıran yol ikidir:
a) Velâyet kemalâtını mufassal olarak, aşmaya bağlıdır.
Tecelliyat-ı zıllıye ve maarif-i sekriye husulüne göredir.
Ki bu: Kurb-u velâyetle münasebettir.
Bu kemalât aşılıp tecelliyat dahi husule geldikten sonra, nübüvvet kemalâtına kadem basılır.
Bu makamda, asla vusul olup zılla iltifat günahtır.
b) Bu yolda, nübüvvet kemalâtına vusul müyesser olur. Ama, velâyet kemalâtının husulü tavassutu olmadan.. Onlara selâm olsun. Enbiya ve onların ashabı dışında bu devletle –nübüvvet kemalatı ile- müşerref olan azdır.
…Bu ikinci yol, sultanî yoldur; vuslat için daha yakındır.
Nübüvvet kemalâtına Allah’ın dilediği kadar vâsıl olanların hemen hepsi bu yoldan vâsıl olmuştur.
Peygamberlerden olsun: onların tebaiyeti ve veraseti ile sahabe-i kiramdan olsun..
Nübüvvet kemalâtının hâstf olması, sırf mevhibeye kalmış ve ilâhi bir ikrama bırakılmıştır. Onda zorlamanın ve çalışmanın bir medhali yoktur. Acaba hangi çalışma ve hangi ameldir ki, bu büyük devleti elde etme sonucunu sağlar. Hangi riyazet ve hangi mücahededir ki, bu güzel nimet semeresini getirir.
Öyle sanıyorum ki, bu devlet-nübüvvet kemalatı- tabiinin büyüklerine ve teba-i tabiinin dahi en büyüklerine gölge bırakmıştır. Bundan sonra da gizlenmiştir…
Taa, Resulûllah’ın (ﷺ) bi’setinden sonra gelen ikinci bine nöbet ulaşıncaya kadar…
İş bu devlet -nübüvvet kemalatı-, tebaiyet ve veraset ile bu vakitte meydana çıkmıştır. Böylece EVVEL, ÂHİRE benzemiştir!..” –İmam-ı Rabbani (-Mektubat-301-)
Evet bu sözlerden de anlaşılacağı üzere,
İmam-ı Rabbani hazretlerinin 1000 seneden sonra vilayet
– aradaki mesafe açıklığından dolayı –
nübüvvet verasetine inkılab edecek, sözleri ile ifade buyurduğu hakikatı Kur’an Hadimiyeti hususun da, bu kudsi vazifeyi ‘Risale-i Nurlar’ın temsil ettiği aşikardır!..
Evet İmam-ı Rabbani bu sözleri ile vilayetin nübüvvet kaynaklı yürütüleceğini belirtiyor.
Bu çerçevede Nur eksenli yapılan İslamî hizmetlerde
– yine onun verdiği İslamî ölçüler içerisinde
– tam ihlas çizgisi korunabilirse,
zılliyet planında Hakikat-ı Muhammediye’nin temsil edilmiş olduğu söylenebilir!..
İKİNCİ HUSUS;
Sahabe efendilerimiz de,
teslimiyeti tamme, teyakkuzu tamme ve teveccühü tamme
ile Peygamberimiz (ﷺ)‘dan tam istifade etmişlerdir.
1.Teslimiyet-i tamme: Dine, İslamiyete, Kur’an’a tam ve şüphesiz teslimiyet.
2.Teveccüh-ü tamme: Vechini yani yüzünü Hakk’a ve hakikate tam çevirmek.
3.Teyakkuz-u tamme: “Müteyakkız yani uyanık ve her an dikkatli olmak.
Bütün hissiyatları uyanık olan SAHABELER” diyor Üstad Bediüzzaman.
Risale-i Nur eserleri de muhteva bakımından Kur’an’a tam ayine olmuş.
Yani Kur’an’ın esas olarak üzerinde durmuş olduğu dört konuyu;
mükemmel ve vazıh bir biçimde izah etmiştir;
1. Tevhid, uluhiyet (Allah!ın varlığı ve birliğini ispat),
“Âyine-misal mevcudatın birbiri arkasında zevâl ve fenalarıyla beraber,
arkalarından gelenlerin üstünde ve yüzlerinde aynı hüsün
ve cemâlin cilvesinin bulunması gösterir ki,
cemâl onların değil.
Belki o cemâller, bir hüsn-ü münezzeh
ve bir cemâl-i mukaddesin(ﷻ) âyâtı ve emârâtıdır.” (10.söz)
2. Nübuvvet (peygamberli İspat),
“Hem bu kâinatı bu kadar mucizât-ı san’atla tezyin eden o Zât-ı Hakîm-i Zülcelâl, elbette, bilbedâhe, zîşuurlar içinde en mümtaz birisini Kendine muhatap ve tercüman ve ibâdına mübelliğ ve imam yapacaktır.“ (11.Lem’a)
3. Haşir (öldükten sonra dirilmeyi ispat)
“…eserleriyle azameti anlaşılan şu muhteşem,
zevâlsiz saltanat,
böyle geçici, devamsız, bîkarar,
ehemmiyetsiz, mütegayyir,
bekàsız, nâkıs, tekemmülsüz umurlar üzerinde kurulmaz, durulmaz.
Demek, ona lâyık, daimî, müstekar, zevâlsiz, müstemir, mükemmel, muhteşem umurlar üzerinde duruyor.
Demek bir diyar-ı âhar var; elbette o makarra gidilecektir!..” (10.söz)
4. Adalet ve ibadet
“Akaidi ve imânî hükümleri kavî ve sabit kılmakla meleke haline getiren, ancak ibadettir.
Evet, Allah’ın emirlerini yapmaktan
ve nehiylerinden sakınmaktan ibaret olan ibadetle, vicdanî
ve aklî olan imanî hükümler terbiye ve takviye edilmezse,
eserleri ve tesirleri zayıf kalır.”(İşârâtü’l-İ’câz)
Sahabeler nasıl çok kısa bir zaman da Kur’an’ı ve sünneti bütün dünyaya yaymışlarsa, şimdi onların yolundan giden tabiileri, talebeleri, nesilleri de dünyanın bir ucundan bir ucuna, hadimiyetle çalışmaktadırlar!..
Bu Mukaddes davaya VARİS olmak şerefine müşerrefiyet talep etmekle,
tam olarak hayru’l-halef olduklarını göstermektedirler.
İşte bu gayretler sonucu bilindiği gibi, Nur Risaleleri şu an itibariyle elli küsurun üzerinde dünya dilllerine çevrilerek, Kur’an ve Hadis kitaplarından sonra en çok okunan kitaplar sırasına geçmişlerdir.
Bab-ı Şefkat NUR