-NUR YOLU-

Mürşidimiz; 

Furkan-ı Hakim olan, KUR’AN-I AŞİMÜŞŞAN…

Muallimimiz; 

Hatemü’l Enbiya, Seyyidi’l-Mürselin, Hz.MUHAMMED ()’…

Hocamız      ;  Risâle-i Nur,

Kur’ân,  îmân  ve Peygamberimizin()

Sünnet-i Seniyye yolunu gösteren bir rehber-i ekmel!..

Dersimiz ;

Ahirzamanda avam-ı mü’mininin

ve ehl-i imânın imânını kurtarmak

ve taklitten tahkike çıkarmak vazifesi ile,

iman, Kur’an ve İslâm derslerini,

rehber-i ekmel Risâle-i nurlar dan okumak ….

işte

bunları okuyanlara Nur talebeleri denir,;

Bu talebeler “sahil-i selâmet olan Dârüsselâma

-Selâm yurdu, cennete- ümmet-i Muhammediye’yi ()’

çıkaran bir sefine-i Rabbâniyede çalışan hademeler” konumundadır.

Üstadımız;

Asrın İmamı,

Müceddid-i Ahirzaman; Bediüzzaman Said Nursi (r.a) dır.

Programımız:

Dünya bir misafirhanedir. İnsan ise vazifesi çok bir misafirdir.

Kısa bir ömürde hayat-ı ebediyeye lazım olan levazımatı tedarik etmektir.

MESLEĞİMİZ   ;

Bu mesleğin esası ihlâsa dayalı uhuvvet olup,

Ahlâkı ve Kanunu, KUR’AN,  düstur ve edebi Sünnettir.

Mesleğimiz, imana hizmet noktasında “Sahabe Mesleği”dir.

SAHABE MESLEĞİ;

“Ümmetimin fesada uğradığı bir zamanda

kim benim sünnetime bağlanırsa yüz şehid sevabını alır.”

(taberânî)

Hadis-i şerifindeki  haber verilen

 ahir zamana ait fesat ve küfrün izale edilip kaldırılması için,

bütün farz ve sünnetleri içine alan iman hizmeti vazifesinini  yapmak …

Yani;

İMAN HAKİKATLERİNİ neşrederek,

KALPLERİ  TAHKİKİ İMANA KAVUŞTURMAK la,

küfrün ve fitnenin ortadan kaldırılması,

Kur’an’ın  hükümlerine uyarak,

Sünnet-i Nebevi ile  hayatların ihya edilmesidir!..

BU MESLEĞİN FARZİYET delili;

Bütün mü’min ve mü’mineler  için,

Emr-i maruf ve Nehy-i anil Münker ‘in emredildiği;

“Siz insanlar içinden  çıkarılmış

en hayırlı ümmetsiniz, iyiliği emreder kötülükten men edersiniz.”

(Ali İmran suresi 110)

“Sizden hayra çağıran,

iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun.” 

(Âl-i İmrân sûresi, 104)

ayetlerindeki  farziyeti yerine getirmek…

BU MESLEĞİN sünnet dair delili ise;

“Kim bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin, (bu ümeranın vazifesidir)

şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse,

diliyle değiştirsin. (işte bu da Ülâma nın  işi olup, sahabe mesleğidir.)

Diliylede değiştirmeye de gücü yetmezse ,

kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki; (bu da avamın halidır)

 bu imanın en zayıf dairesidir. “  (Tirmizi , Müslim)

hadis-i şerifi’ nin emri gereğince hareket etmektir…

BU MESLEĞİN İLLE-İ GAYESİ;

Muhlisane ve sıddıkane bir şekil de;

Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir.”

(Buhari)

Hadis-i şerifine mazhar olmaya,

rıza-i lillah için tek gaye bilip  çalışmaktır!..

Bu mesleğin 2. si; İmanda terakki ve tekâmül cihetinde ise

 “Hâliliye Mesleği” dir. Hz. İbrahim’i (as) Allah’a dost yapan

ve “Halilullah” (Nisa, 4:125) unvanını kazandıran sır

Hz. İbrahim’in (as) “Tefekkür” yolu ile Allah’ın birliğine ulaşmış

ve tevhidde terakki etmiş olmasıdır.

Bediüzzaman hazretleri “ Risale-i Nur’un mayası

ve meşrebi tefekkür ve şefkat olduğu cihetle,

Hazret-i İbrahim’in (a.s.) hususî meşrebi olan tefekkür

ve şefkat noktasında tam tevafuk etmek” (Şualar, 623)

 ifadesi ile bu hususa dikkatlerimizi çekmiştir.-

(Şualar, 623)

“Yüce Allah İbrahim’e (as) göklerde ve yerdeki mülk

ve melekûta ait delilleri gösteriyordu ki kâmil bir imana sahip olsun!.. “

(En’am, 6:74–75)

Zira Allah kendisine göklerin ve yerin melekûtunu göstererek

 akıl ve istidlal yolu- (Delil ve medlul İstidlal,

delil kullanarak akıl yürütmek, delil getirmek demektir.)

ile “yakînî” bir imanı kalbine yerleştiriyordu.

İbrahim (as) “Lâ uhibbu’l-âfilîn” (batıp gidenleri sevmem) diyerek fani

ve âciz olan varlıklardan yüz çevirererek bakî olan

ve bütün varlıkları yaratan Allah’a yöneliyordu.  

İbrahim (as) yıldızları, ayı ve güneşi görerek bunlar ile Allah’ın birliğine

ve ebediyetine istidlal yolu ile ulaşmıştı.

 “İşte (birliğimize delil getirsin) ve kat‘î olarak îmân edenlerden olsun diye

İbrâhîm’e, göklerin ve yerin melekûtunu 

(İlâhî tasarrufâtın açıkça göründüğü cihetini) böyle gösteriyorduk.

“ (İbrâhîm,) üzerini gece (karanlığı) kaplayınca

bir yıldız gördü (ve kavmine): Bu Rabbimdir (öyle mi?)” dedi.

Fakat (bir süre sonra o yıldız) batınca: “Ben batanları sevmem!” dedi.

 Daha sonra (gecenin bir vaktinde,) 

doğmakta olan ay’ı görünce: “Bu Rabbimdir (öyle mi?)” dedi.

Sonra (o da) batınca:

“Yemîn olsun ki, eğer Rabbim beni hidâyete erdirmezse,

mutlakā dalâlete düşen kimseler topluluğundan olurum!” dedi.

Nihâyet doğmakta olan güneşi görünce:

“Bu Rabbimdir; (öyle mi?) bu daha büyüktür!” dedi.

Fakat (o da) batınca:

“Ey kavmim! (Bilin ki) doğrusu ben, 

(sizin Allah’a) ortak koşmakta olduğunuz şeylerden uzağım!” dedi.

“Şübhesiz ki ben, Hanîf (hakka yönelmiş) olarak

yüzümü, gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim

ve ben (sizin gibi) müşriklerden değilim!” 

(En’am, 6:76–79)

İbrahim (as) Allah’ın birliğine; akıl ve istidlâl yolu ile ulaşmıştı.

Yani istidlâl; daha önce doğruluğu bilinen

yahut doğru olduğu sanılan bir hüküm veya hükümlerden hareketle

bilinmeyen bir hükme ulaşmaktır.

Meselâ;

Dinin hükümlerine riayet etmeyi önemsiz gören birine;

Maddi alemin şartlarını neticelerini çok iyi bildiğinden, mevcut devletin

Kanunlarına uymanın yersizliğinden şikayet edildiğinde,

“Bu devleti kuran, bu kanunları da  koymuştur…

 itaat şartı vardır…” diyecektir. Madem bu düzeni kuran;

kanun koymak ve itaat edilmek hakkına peşinen hak kazanıyor…

O halde

bu Alemi Yaratan, yarattığı kuluna hizmet etsin diye,  diğer alemleri de

hizmetkar yaratan Alemlerin Rabbinin şeriatına inkıyad edip itaat etmek,

daha azim bir itaati ve hatta elzem bir muhabbeti gerektirir…

Elzem olma noktası şudur ki;

Fani bir şeye müptela olarak şu kısa ömrü harcamak,

ölümsüz bir ruha sahip bir insan için sukuttur, düşüş ve zarardır…

Halbuki böyle bir ruh için baki olan muhabbette hayatı feda etmek,

Ebedi bir saadetin izzet ve şerefine müyesser olmaktır…

Ölümsüz bir ruhun ölümsüz hayatı için en doğru harekette budur…

Asrımızda Bediüzzaman hazretleri de İbrahim’in (as) yolundan giderek

tevhid ve haşre dair bütün meseleleri akıl ve istidlal yolu

yani, belli bir delile dayanarak yol bulmak,

veya çıkarım yapmak usulü ile ispat ederek ortaya koyduğunu görmekteyiz.

Bu bakımdan Risale-i Nur mesleğinin “Haliliye Mesleği” olduğunu anlıyoruz.

Şefkat noktasında da İbrahim (as) kendisini ateşe atanlara;

Beddua etmek yerine;

onlar için Allah’tan af ve rahmet dileyerek şefkatini gösteriyordu.

Fiilen siyasete girmekten de talebelerini men etmiştir.

Risale-i Nur’un “Haliliye Mesleği”ni takip etmesi

Hz. İbrahim (as) gibi ‘İzzet-i İslamiye’ yi koruması

ve “İ’lây-ı Kelimetullahı” gaye-i maksat etmesi yönüyledir.

İhlâs Risalesinde de,

“Haliliye Mesleğini” “Hıllet” yani samimi dost olmak

ve Allah için dostluğu devam ettirmek ve dostluğun gereği olan

en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş

ve en civanmert kardeş olmak” şeklinde izah edilmiştir.

Bu Haliliye mesleğinin temelinin de;

samimi ihlâs olduğu kesin ifadelerle vurgulanmıştır!..

(lemalar)

HUSUS MEŞREBİMİZ ise;

Kalbin önderliğinde akıl, his, sair duygu

ve lâtifeleri kullanarak tefekkürî bir iman

yani;

ve akıl ve istidlal yolu- ile “yakînî”  bir imanı, kalbe yerleştirmek için;

-akla mukni deliler sunarak,

-Ve, İman, Kur’an ve İslam’a

şükr-ü örfi esasında, inkiyad ile hareket ederek,

-İhlâs esaslı bir uhuvvet zaviyesinden, Nur mesleğinin nurani hakikatleriyle,

Sadece ve sadece

-rıza-i’lillah gayesi ve emr-i maruf farziyetiyle,

SIFAT-I KEMÂLİYE’ ye  Mazhar ve Müzhir olmaktır!..

BAB-I ŞEFKAT NUR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir