ESMA-İ İLAHİYE’YE
ÂYİNE OLMAK TAKVA İLEDİR!..
“(Habîbim, Yâ Muhammed!)
Kullarım sana benden sorarsa,
şübhe yok ki ben (onlara) pek yakınım!..
Bana duâ ettiği zaman duâ edenin duâsına cevab veririm;
öyle ise (onlar da) benim (rızâm) için (da‘vetime) icâbet etsinler
ve bana îmân etsinler; tâ ki hak yolu bulsunlar!..”
(Bakara -186)
Cenâb-ı Hakk, her şeye her şeyden daha yakındır.
Fakat her şey, O’ndan nihâyetsiz uzaktır.
Nasıl ki güneşin şuûru ve konuşması olsa,
senin elindeki âyine vâsıtası ile seninle konuşabilir.
İstediği gibi sende tasarruf eder.
Belki âyine-misâl
-ayna gibi- senin gözbebeğinden sana daha yakın olduğu hâlde,
sen dört bin sene kadar ondan uzaksın,
hiç bir cihette ona yanaşamazsın.
Eğer terakkī etsen –yükselsen-, kamer –ay- makāmına gelip,
doğrudan doğruya
bir mukābele –karşısında durma- noktasına çıksan,
ona yalnız bir nevi‘ âyinedarlık edebilirsin.
Öyle de,
Şems-i Ezel ve Ebed -ezel ve ebed güneşi- olan
Zât-ı zü’l-Celâl -celâl sâhibi Zât-
herşeye herşeyden daha yakın olduğu hâlde;
herşey O’ndan nihâyetsiz uzaktır!..”
(31.söz,)
İşte bu âyinedarlık vazifesi takva ile mümkündür…
“Kur’ân-ı Kerim, takvâyı üç mertebesiyle zikretmiştir:
Birincisi; şirki terk,
İkincisi; maâsiyi terk,
Üçüncüsü; mâsivâullahı terk etmektir.
Tahliye تَحْلِيَه – -bu üç çeşit terk-ise, hasenat ile olur.
Hasenat da, ya kalble olur
Ve ya kalıp ve bedenle olur
Ve yahut mal ile olur.
A’mâl-i kalbînin şems– kalp ibadetinin güneşi—, imandır.
A’mâl-i bedeniyenin – beden ibadetlerinin- fihristesi,-özü- namazdır.
A’mâl-i mâliyenin –malla yapılan ibadetlerin– kutbu, zekâttır!..”
(İşârâtü’l-îcâz,bakara-3.ayet)
O halde hepimiz Hz. Ömer Efendimiz gibi diyelim;
“Allahu ekber kebira…
(Allah büyüklerin en büyüğüdür)
velhamdülillahi kesira…
(Allah’a olan hamdimiz çoktur)
Subhanallahi bükraten ve esila…”
(Sabah akşam her an tesbihimiz Allah’a dır)
Bab-ı Şefkat NUR