“Ey iman edenler! “Râina” demeyin, “unzurna” deyin.”
(Bakara,104)
Sahabiler, Hz. Peygambere “râina” yani;
“bizi kolla, bizi gözet, bize telkin ettiğin şeyleri teenni ile anlat, ta ki anlayalım” diyorlardı.
Yahudiler bunu işitince dillerine doladılar ve Hz. Peygambere bununla hitap ettiler.
Ancak bununla Ona hakaret etmeyi esas almışlardı.
Veya “Raîna” şeklinde biraz uzatarak İbranice bir kelime ile küfretmeye kalktılar.
Bunun üzerine mü’minler “raina” kelimesini kullanmaktan men edildiler
ve buna bedel yanlış kullanıma yol açmayacak
ve “râina”nın normalde verdiği manayı verecek olanı kullanmakla emrolundular.
وَاسْمَعُوا ْ “Ve iyi dinleyin.”
“Güzelce dinleyin, ta ki
“bizi gözet, bizim durumumuzu nazara al, ağır ağır anlat” demeye muhtaç olmayın.”
Veya
“Yahudiler gibi değil, kabul etmek için dinleyin!”
Veya “size emredilenleri ciddiyetle dinleyin,
ta ki size yasaklanan şeylere bir daha dönmeyin!”
وَلِلكَافِرِينَ عَذَابٌ أَلِيمٌ “Kâfirler için elem verici bir azap vardır.”
(Bakara, 104)
“Başkasına itimat etmeyen nefsiyle teşebbüs eder.
Size bir misal söyleyeceğim:
Siz göçersiniz.
Göçerin malı koyundur; o işi bilirsiniz.
Şimdi her biriniz, bazı koyunları bir çobanın uhdesine vermişsiniz.
Halbuki çoban tembel ve muavini kayıtsız, köpekleri değersizdir.
Tamamıyla ona itimat etseniz, rahatla evlerinizde yatsanız,
biçare koyunları müstebit kurtlar ve hırsızlar
ve belâlar içinde bıraksanız daha mı iyidir;
yoksa onun adem-i kifayetini bilmekle nevm-i gafleti terk edip,
hanesinden her biri bir kahraman gibi koşsun, koyunların etrafında halka tutup,
bir çobana bedel bin muhafız olmakla,
hiçbir kurt ve hırsız cesaret etmesin, daha mı iyidir?.. “
Mukaddesat o koyunlardan daha kıymetlidir
.(Münazarat)
“Hepiniz çobansınız;
hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz.
Devlet reisi de bir çobandır
ve sürüsünden sorumludur.
Erkek ailesinin çobanıdır
ve sürüsünden sorumludur.
Kadın kocasının evinin çobanıdır
ve sürüsünden sorumludur.
Hizmetkâr efendisinin malının çobanıdır;
o da sürüsünden sorumludur.
Netice itibariyle hepiniz çobandır ve güttüğü sürüden sorumludur.”
(Buhârî, Müslim)
Buhârî, Cum`a 11, İstikrâz 20, İtk 17, 19,
Vesâyâ 9, Nikâh 81, 90, Ahkâm 1; Müslim, İmâre 20.
İnsanlar dört kısımdır..
Birincisi:
Kalpsiz ve dilsizdir.
Bir asi ve hissizdir. Allah buna hayır vermemiştir.
Sebebi:
Bu ve benzerleri hayrı istemezler, hayır yolunu sevmezler.
Şu var ki bir gün Allah (c.c.) rahmeti iktizası bunları yola getirir.
Kudret eli bunların kalbine iman ışığı tutar.
Eğer istidatları varsa, onlar da hak yoluna girerler.
Ama sakın bunlardan olma, onların ahlâkını alma, onların hareketine katılma…
Hikmeti ise:
Onlar azap, gazap ve felaket insanlarıdır.
Yerleri cehennemdir, arkadaşları şakilerdir.
Ancak ilim sahibi isen, onlara yakınlık sana zarar vermez.
Çünkü onlara hayrı öğreten, doğru yolu gösteren bir insan olursun.
Eğer kendine güveniyorsan, onların arasına gir ve Hakka davet et.
Onlara doğru yolu öğret hak yola çağır.
Görürsün ki bu sohbetin hoş oluyor.
Allah sana Resullerin, nebilerin sevabı kadar sevap verir.
Bunu anlatmak için Hz. Peygamber (ﷺ) ‘in Hz. Ali (k.v.)’ye buyurduğu
bir Hadis-i Şerifi nakletmek yeter:
– “Allah, bir kimseyi vasıtanla doğru yola getirirse bunun sevabı yeryüzündeki bütün mülke bedeldir.”
İKİNCİSİ:
Dili vardır, kalbi yoktur.
Herkese hikmetten konuşur, ama kendisi amel etmez.
İnsanları doğru yola çağırır; kendisi kaçar.
Başkasının hatasını büyük görür, ama kendisi durmadan yapar.
Allah’a karşı edep ve terbiye yollarını öğretir,
fakat kendisi büyük günahları işlemeye devam eder.
insanlar arasında iyi görünür,
yalnız kalınca Önüne geleni yutan hayvana benzer.
Peygamber (ﷺ) Efendimiz bu adamın mühlik durumuna işaret ederek:
– “Ümmetim için en çok endişe ettiğim şey, dilli münafıktır.”
Buyurmuşlar,
Diğer bir Hadis-i Şerifiyle de: –
“Ümmetim için en korkulacak şey, kötü bilginlerdir.” Buyurmuştur.
Allah, cümlemizi bu gibilerden korusun.
Bu zümreden de çekin ve kaç, tatlı dili seni yakalar.
Güzel (!) sözü seni aldatır.
Günah ateşi seni yakalar.
Onun manevi kir kokusu seni öldürür.
ÜÇÜNCÜSÜ:
Kalp sahibidir, ama dili yoktur.
Halbuki O, Allah’a tam inanmıştır.
Allah da, onu halkından gizlemiştir.
Onun üzerine manevi bir örtü çekmiştir.
Gözünü halktan kapatmıştır.
Bu insan yalnız kendi ayıbını görür ve onu gidermeye çalışır.
Kalbi tevhid nuru ile doludur.
Bu NUR, insanlar arasına karışmanın güçlülüğünü,
onların ağzından çıkan sözün boşluğunu gösterir.
O insan, selametin, sükûtta, sessizlikte ve yalnızlıkta olduğunu bilir.
Peygamber (ﷺ) Efendimizin şu Hadis-i Şerifini candan duymuştur:
– “Susan kurtulur.”
O muhterem insan her şeyi can kulağı ile dinler, bu dinledikleri arasında şu da vardır:
– “İbadet on bölümdür; bunun dokuzu sükûtladır.”
Bu zat bir velîdir.
Allah onu kötülüklerden esirgemiştir.
Daima selamet içinde olur.
Akıl ve fikir sahibidir.
Allah’ın Rahman sıfatı onda tecelli etmiştir.
Hayırlı insanlar arasında bu gibileri seçilir.
Bu gibilerden hem hayır umulur hem de arkadaşlık edilir.
Hak onun işini gördürür, halk onu sever.
Sen de sev, ona yaklaş..
öyle yaparsan, Allah da seni sever.
Bu gibi seçkin kulları ara,
onların hürmetiyle yüce Allah, seni sevgili kulları ve salih kişiler arasına katar!.. *
DÖRDÜNCÜSÜ:
En yüksek derece buna verilmiş ve melekût aleminde kendisine:
– “AZİM” Adı verilmiştir.
İşte Hazret-i Nebi(ﷺ) bu büyük zatın şanını tarif ederken şöyle buyurmuştur:
– “Bir kimse öğrenir, öğretirse..
Ayrıca bildiği, öğrettiği ile amil olursa melekût aleminde
ona AZİM ismi verilir,
“Sizin en hayırlınız Kur’anı öğrenen ve öğreteninizdir.” hadis-i şefinin mazharıdır!…
Bu zat, alim-i billahtır, mertebeler ölçülürse en yüksek derece onun olduğu ortaya çıkar.
Dinin hikmet yönü tarafını en iyi bilen odur.
Allah-ü Teâlâ,
birçok bilinmeyen ilimleri onun kalbine yerleştirmiştir.
Hiç kimsenin erişemeyeceği sırlan ona sezdirmiştir.
Bu saf ve temiz kul,
Allah tarafından seçilmiş, sevilmiş ve Hakka cezbedilmiştir.
İlahî hikmetlerin çözüldüğü kapıya yalnız bu insan yetişmiştir.
Hidayet yolları buna açıktır.
Bunda istidat çok büyüktür.
Ve bütün sırları anlamak kabiliyeti vardır.
Bunda bilgi sonsuz, hikmet ölçüsüzdür.
Bu zat, Allah yolunda bir ŞAHTIR.
Kulları, Hak yola çağırır, kötülükleri onlara o gösterir,
kıyamet günü şefaatçi, dünyada temiz,
Allah indinde her şeyi makbul ve mergup -beğenilen, sevilen, aranan biri…– olmuştur.
Doğrudur, doğruluğu tasdiklidir.
Allah, bize ve sana verdiği ve razı olduğu yolları göstersin… Amin!..
(Futuhu’l-gayb)
“Şimdi, hayatının sırr-ı hakikati şudur ki:
Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete aynalıktır.
Yani, bütün âleme tecellî eden esmânın
nokta-i mihrakiyesi hükmünde bir camiiyetle Zât-ı Ehad-i Samede aynalıktır.
Şimdi, hayatının saadet içindeki kemâli ise,
senin hayatının aynasında temessül eden Şems-i Ezelînin envârını hissedip sevmektir.
Zîşuur olarak Ona şevk göstermektir. Onun muhabbetiyle kendinden geçmektir.
Kalbin gözbebeğinde aks-i nurunu yerleştirmektir.
İşte bu sırdandır ki,
seni âlâ-yı illiyyîne çıkaran bir hadis-i kudsînin1 meâl-i şerifi olan;
“Yere göğe sığmam, amma mü’min kulumun kalbine sığarım.” denilmiştir.
(11. söz)
“Yemin olsun güneşe ve aydınlığına; ve onu takip eden aya;
ve onu gösteren güne; ve onu örten geceye;
ve gökyüzüne ve onu bina edene;
ve yeryüzüne ve onu yayıp döşeyene;
ve insana ve onu intizamla yaratana;
sonra da ona kötülüğü bildirip ondan sakınmayı ilham edene.
Nefsini günahlardan arındıran kurtuluşa ermiştir.
Nefsini günaha daldıran da hüsrana düşmüştür.”
(Şems Sûresi, 1-10)
sûresindeki kasem ve cevab-ı kasemi düşünüp amel et!..” (11. söz)
Bab-ı Şefkat NUR