MÂRİFETULLAHTAN BAŞKA BİRŞEY VAR MIDIR?..”
“BİLHASSA,
ŞEFKATİN ATEŞİNİ SÖNDÜRECEK
MÂRİFETULLAHTAN BAŞKA BİRŞEY VAR MIDIR?..”
Vecizesinden ne anlamalıyız?..
Evvelâ konuyu daha iyi anlamak için, ilk cümleden okuyalım..
“Dünyanın lezzetleri, zevkleri ve ziynetleri,
Hâlıkımızı, Mâlikimizi ve Mevlâmızı bilmediğimiz takdirde
Cennet olsa bile Cehennemdir…
Evet, öyle gördüm ve öyle de zevk ettim.”
(mesnevi-i Nuriye)
Ölümsüz bir ruha sahip insan için,
ölümlü bir dünyanın saadet ve servetine sahip olmak,
boynuna indirilecek kılıcın kabzasının cevahir taşlarla döşenmiş olmasına benzer…
Zira ölümü getirecek,
yaşamını söndürecek darbe,
ziynetli veya ziynetsiz bir ecelle geldikten sonra
insan için netice değişmiyor demektir!..
İşte aynen bunun gibi,
insan, kendini yoktan yaratan/HÂLIK’ını
her durumun da kendisine hamiyet edecek bir sahibi/MÂLİK’i olduğunu
ve her durum ve zorluğa karşı, hasseten, kabir ve mahşer, terazi ve sırat üzerinde en yakın yar ve yardımcısı olacak bir MEVLÂ’sı olduğunu bilirse…
“Kalbi bu derece âciz ve zaîf, fakir ve muhtaç olan insan ruhu için
sadece Rabbine kul olmanın,
yalnız O’na ibâdet etmenin,
sadece O’na güvenip dayanmanın, herşeyin O’ndan geldiğini bilip,
O’na tevekkül edip, teslim olmanın;
ne kadar azîm bir kâr, bir saadet, bir ni’met olduğunu,
bütün bütün kör olmayan görür, idrak eder.”(sözler) zevk eder…
“Bilhassa, şefkatin ateşini söndürecek mârifetullahtan başka birşey var mıdır?”
(mesnevi-i Nuriye)
Sözüne gelince,
Bir hadis-i kutsi de “Rahmetim gazabımı geçti.” buyruluyor.
Bu hadis-i kudsi’ye bazı âlimlerimiz şöyle mana veriyorlar:
Herhangi bir musibetin rahmet ciheti,
onun verdiği ıstıraplardan, sıkıntılardan, elemlerden daha fazladır.
Bütün Esma-i Hüsna,
Besmele’deki Rahim’in Rahimiyetinden tecelli edip,
tezahür etmiş, görünür ve bilinir ve sevilir ve şevkle talep edilir olmuştur…
İşte bu tecelliye mazhar olan İnsanın
üstün vasıflarından biri de şefkat etmektir;
dertlilere acımak ve onların yaralarını sarmak için çabalamaktır.
Nasıl ki;
anne için şefkat, evlatlarının hayatı ve istikbalidir,
Bir baba için de şefkat, ailesine karşı gösterdiği hamiyettir…
bir üstad için şefkat,
hak davası ve talebelerinin dünya ve ahiretleri olduğu gibi,
bir Nebi’ için şefkat, ümmetinin ebedi hayatları, mekan ve saadetleri ise,
Alemlerin Rabbi içinde,
alemler içinde terbiye, vazife ve rızk ile
Rububiyetine ve İsim ve Sıfatlarına mazhar kıldığı
mahlukatına ve masnuatına,
hususan yeryüzünün halifesi insana karşı ulvî ve ebedi RAHİMİYET’idir!..
“Hem şefkat dahi, aşk gibi, belki daha keskin ve daha geniş bir tariktir ki,
Rahîm ismine isal eder.” (mesnevi-i Nuriye)
Her tarikat ve tarıkın marifetullah mertebelerin de çıkışı farklı usullere dayanır…
Nur talebesi için,
bu mertebeler uhuvvet sırrına malik bir kardeşlik olan, fenâf’il-ihvan’la başlar…
Ve yine bir nur talebesi imandan gelen takva ve tefekkür gücü ile
ŞEFKAT basamaklarında evvelâ, “Mü’minler kardeştir.”
(hucurat,10)
“İhtiyaç içinde olsalar bile onları(kardeşlerini) kendilerine tercih ederler.”
(haşr,9)
Emr-i ilahisini hayatında tam bir uhuvvetle ihya etmekle, İSAR ruhunu kazanır,
İSAR ruhu ile de MARİFETULLAH’ta ilk basamağa tırmanır.
“Sizin bir kısmınızı bir diğerine fitne (imtihan sebebi) kılmışızdır ki,
bakalım sabredecek misiniz?
Zira Rabbin her şeyi hakkıyla görmektedir.”
(Furkan,20)
Ayet-i celilesi’ni hakkıyle idrak edip, sabırla ve vasat olan sünnet nuruyle,
şefkat ve merhametini selbederse,
birçok ara berzahlardan hızla geçip,
“Serîüsseyir olan bu zamanın evlâdına,
kısa ve selâmet bir tarîki ihsan etmek rahmet-i hâkimenin şânındandır.”
(Mesnevi-i Nuriye)
hikmet ve lütfuyle, FENÂF’İL- ÜSTAD’ mertebesine yükselebilir…
İşte bu mertebede, Şefkat mayasından gelen, hamiyet ve merhamette,
Ufkun ve hedefin daha geniş olması gerekir…
Rahim ve Hakim isimlerine mazhar olan
Üstad Bediüzzaman Hazretleri(r.a)şöyle buyurur;
Karşımda müthiş bir yangın var.
Alevleri göklere yükseliyor,
içinde evlâdım yanıyor, îmanım tutuşmuş yanıyor.
O yangını söndürmeğe, îmanımı kurtarmağa koşuyorum.”
(Tarihçe-i Hayat)
Bediüzzaman, asrın ızdıraplarını kalbinin derinliklerinde hissederek yaşamış
“Âlem-i İslam’a indirilen darbelerin en evvel kalbime indirildiğini hissediyorum”
diyerek,
bütün İslam âlemine hatta tüm insanlığa kanat açmıştır.
Bu ne azim bir şefkat…
Bediüzzaman Hazretleri o karanlık ve meş’um dönemde İslam âlemini içine düştüğü
yeis ve ümitsizlikten kurtarmak için bütün gücüyle çalışmış,
bütün insanların imanını kurtarma yolunda azami gayret göstermiş ve şöyle buyurmuştur;
“Kur’ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem;
orası da bana zindan olur.
Milletimizin imanını selâmette görürsem,
Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım.
Çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.”
Bu ifadeler, onun ne derece engin bir şefkat sahibi olduğunun açık bir delilidir.
“Tâ, o düşmanın eli o himmetin dâmenine yetişmesin.”
(Münazarat)
Bir gün Gavs-ı Azam’ın mübarek,
sadakatli bir müridi ve halifesi dergahı temizliyor, süpürüyor,
o meşğulken, gariban bir derviş gelir, selam verip sohbet etmek ister.
Mürid “efendim ben görevliyim, işimden beni alıkoyma” der.
Derviş “ beni tanımadın mı ben Hızır’ım” der.
Mürid, “biliyorum efendim Allah razı olsun” der.
Hızır tekrar, “ benden bir isteğin yok mu, benimle sohbet etmek istemiyor musun!..” der.
Mürid;
“Efendim başım gözüm üstüne geldin,
Ama mensup olduğumuz şeyhimiz,
Elhamdülillah hiçbir şeye ihtiyaç bırakmamıştır,
Hızırımız da, matlubumuz da O’dur” der.
Cay-ı dikkat bir husustur ki;
Ayağı kaydığı vakit, “Ah! Davam!..” yani “Kur’an” diyen bir Üstad’a,
talebe olanın,
görevini başkasına havale etmekte yardımcısı Hızır bile olsa,
iltifat görmeyeceği aşikardır!..
Rahîm ismine kâmil mânâda mazhariyet,
insanlara iyiliklerin en büyüğü olan iman vadisinde yardımcı olmakla,
onları ebedî azaptan kurtarıp sonsuz bir saadete kavuşturmak için,
bütün himmet ve gayretiyle çalışmakla gerçekleşir.
Allah Resûlü (ﷺ) bu mânânın en ileri temsilcisidir.
O’nun (ﷺ) bu engin şefkati karşısında, kendinden geçenler, eriyip tükenenler,
“ölmeden evvel ölür” ve “ashab” olarak dirilirlerdi.
O, müşrikleri tevhide davet eder, onların cehennem azabından kurtulmaları için
bütün himmetiyle, en ağır ve dayanılmaz şartlar altında gayret gösterirdi.
Ama şirkin de amansız düşmanıydı.
“Şânım hakkı için,
size kendinizden öyle (izzetli) bir peygamber geldi ki,
sıkıntıya düşmeniz ona ağır gelir;
size düşkündür,
mü’minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.” (tevbe,128)
Marifetullahta, Fenaf’il-Resül mertebesi;
Merhamet ve şefkatte, RAHİMİYET’in en âlî mertebesinde olan Habibullah’ın
emanet ve davasına şefkat ve hamiyetle varis olmakla kazanılır.
Nitekim hadîs-i şerîfte:
“(Zâhir ve bâtınını ikmâl etmiş,
ilmini irfan hâline getirmiş) âlimler,
peygamberlerin vârisleridir.” buyrulmaktadır.
(Ebû Dâvûd, İlim, 1)
Ve bütün varlığıyle biat ettiği Nebisi(ﷺ) gibi;
“…Güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseler,
ben yine bu dinden, bu tebliğden vazgeçmem.
Ya Allah, bu dini hâkim kılar,
yahut ben bu uğurda canımı veririm!..””
(Beyhakî, Delail’u’n-Nübüvve-şamile- 2/63; Taberî, 2/218-220)
diyecek sebat ve sadakatte daim olmalıdır!..
Marifetullahta, Fenaf’il-DAVA mertebesi;
“Sizin en hayırlılarınız, Kur’an’ı öğrenen ve öğretenlerinizdir.”
(Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân 21.)
Hadis-i şerifine mazhar olmakla kazanılır…
Kur’an öğrenen ve öğreten olmak, Kur’an okumanın 5 farzına bakar…
a-Düzgün tecvitle okumak,
b- mealini bilmek,
c-hakikat, mana ve hikmetini derketmek,
d-Sünnetle hayatına ihya etmek
e-ve beşinci farz olan, maruf ve münkeri yapmak…
İşte bu 5 farza riayet,
Kur’an’ın isimlerinden olan NUR İsm-i Kemal’ine mazhariyetle,
bu mertebede, NUR TALEBESİ ünvanını kazanmak demektir!..
Nihayet,
bu mertelere ulaştırılan, son mertebeye davet edilir…
Yani Fenaf’illlah’a…
“Allah Teala Hazretleri diyor ki:
Ben, kulumun benim hakkımda yaptığı zanna göreyim.
O, beni zikretti mi onunla beraberim.
Eğer o beni nefsinde zikrederse
ben de onu onunkinden daha hayırlı bir cemaat içerisinde zikrederim.
O bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir zira yaklaşırım,
o bana bir zira’ yaklaşırsa
ben ona bir kulaç yaklaşırım.
O bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak giderim.” [Buhari, Tevhid 50; Müslim, Zikr 2, (2675); Tirmizi, Da’avat 142, (3598)]
“Kim bir hayır işlerse, ona onun on misli vardır veya daha da artırırım.
Kim bir kötülük işlerse, ona da onun misli vardır.
Ya da tamamen affederim.
Kim bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir arşın yaklaşırım;
kim bana bir arşın yaklaşırsa, ben ona bir kulaç yaklaşırım.
Kim bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak varırım.
Kim bana hiçbir şeyi ortak koşmamak şartıyla dünya dolusu günahla gelirse,
ben kendisini o kadar mağfiretle karşılarım.” – Müslim, Zikir 22
“Ey imanın huzuruna kavuşmuş insan!..
Sen O’ndan hoşnut,
O da senden hoşnut olarak Rabbine dön.
Böylece has kullarımın arasına sen de katıl.
Cennetime gir!..” (Fecr; 27…30-)
“Yüzler var ki o gün ışıl ışıl parlar…”(kıyame,22)
“ Oysa o gün bir kısım yüzler Rablerine bakarak mutlulukla parıldayacak!..” (kıyame,23)
İşte bundandır ki; ,
terakki etmiş mûttaki ve uhrevi zâtlar, sürekli olarak,
kalblerinin halka değil Hâlık’a teveccüh etmesi üzerinde durmuşlar,
ne dünyaya, ne de ahirete değil,
Kadir-i Zülcelâl’in, Maliki’l-Mülk’ün, rızasını ve yakınlığını talep etmişler
Ve
RAHİMİYET’in
Şefkatle yükselen marifetullah ağacına ait
meyveleri ve hulasası olan,
“İman, marifet, muhabbet ve lezzet-i ruhaniye” ile
kalbin ve ruhun ulvî ve ebedi rızkına vasıl olmuşlardır!..
Bab-ı Şefkat NUR