“… kalbin kasavetinden bir zerre,

senin şahsî âleminin bütün yıldızlarını küsufa tutturur…”

(mesnevi-i nuriye) vecizesini nasıl anlamalıyız?..

Şu görünen alemi, görünür ve tanınır kılan şey güneştir,

Hususi ve manevi alemlerimizi aydınlatan nur ise imandır!..

Kalbimizde ki itikad,

aklımızda ki idrak,

gözümüzde ki nazar,

dilimizde ki ikrar hayatımızın akışını belirler!..

Şahsi alemlerimizin letâifleri;

“Eğer insan, maddî ve manevî her bir uzvunu Allah’ın emrettiği yere sarf etmekle

hamdin şubelerinden olan şükr-ü örfîyi îfa

ve şeriate imtisal ederse, insanın cevherinde vedîa bırakılan o örneklerin herbirisi,

kendi âlemine bir pencere olur. (İşaratü’l-İcaz)

Belki günahların en büyük cezalarından birisi de,

Resûlullah’ ﷺın ve meleklerin duâlarından mahrum kalmaktır.
Günahlar,

Allah’ın kulunun üzerinden merhametinin kalkmasına,

onunla nefsini ve şeytanı baş başa bırakmasına yol açar.

“Çinliler,

”En iyi resmi ve nakışı biz yaparız” iddiasında bulundular.

Rumlar da,

”Hayır, bu konularda bizim üstümüzde kimse yoktur. Ustalığımız daha üstündür” dediler.

Her iki tarafın iddiaları, adaleti ile bilinen bir padişahın kulağına gitti.

Padişah,

”Bu konuda sizleri imtihan edeceğim.

Bakalım hangi taraf iddiasında haklı çıkacak? Göreceğiz” dedi.

Çinliler padişahtan yüz çeşit boya istediler.

Padişah hazinesini sanatkârların emrine verdi.

Çinliler’in istediği boya malzemeleri her sabah kendilerine verildi.

Sanatkârlar da bütün titizlikleriyle bu boyalarla çeşitli resimler ve süsler yaptılar.

Nakışlar işlediler. Rum ülkesinin ressamları ise,

”Pas giderilmeden boya bir işe yaramaz. Resim yapılmaz diyerek” her tarafı güzelce cilâladılar, parlattılar. Bütün duvarlar gökyüzü gibi sade ve temiz oldu.

Padişah önce, Çinli ressamların çalışma yaptığı odaya girdi.

Resim ve nakışlarına baktı.

Bütün yapılanlar hârikulâde, çok güzeldi.

Resimlerdeki incelik ve güzelliğe hayran oldu.

Çinli ressamların yanından takdir hisleriyle ayrılan padişah,

Rum diyarının ressamlarının çalıştığı odaya geçti.

Rum ressamlar, iki oda arasındaki görüntüyü engelleyen perdeyi kaldırdılar.

Çinli ressamların binlerce boyayla,

günlerce emek vererek yapmış olduğu resimler, bu odanın cilâlanmış duvarlarına yansıdı.

Çinli ressamların odasındaki süs ve resimler,

daha parlak ve hareketli bir biçimde

bu odanın duvarlarında cevelân ediyordu…

Rum diyarı ressamlarının çalışma yaptıkları oda,

Çinli ressamların odasından çok daha muhteşemdi. (mevlana,mesnevi)

“Hz. Mevlana, benim zamanımda gelseydi,

Risale-i Nur’u yazardı. Ben de Hz. Mevlana zamanında gelseydim, Mesnevi’yi yazardım”

diyen Üstadımızın dediği gibi;

Bu misalde de Kalp aynasının; salihiyetinin, saffet ve ulviyetinin,

her letâifin vazifesi olan,

Şükr’i-Örfi’nin beyanı ve hamdi için ne derece gerekli,

Esma-i Hüsna’ya ayinadarlik vazifesi için

ne kadar elzem ve hak olduğu anlatılmaktadır!..

Halbuki ‘SAMED’e ayna olacak fıtratta bir kalp,

günahlardan gelen yaralar ve yaralardan hasıl olan vesveseler,

şüpheler -neûzu billâh- mahall-i iman olan bâtın-ı kalbe ilişip imanı zedeler

ve imanın tercümanı olan lisanın zevk-i ruhanîsine ilişip

zikirden nefretkârâne uzaklaştırarak susturuyorlar.

Evet, günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra,

tâ nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor.

Herbir günah içinde küfre gidecek bir yol var.”(lem’alar)

Hakikatince,

fıtratına tam ters bir sukuta, helâkata düşürür.

“…bir mânevî adâvet-i İlâhiyeyi işmam eden bir inkâr arzusu uyanır.

Bir şüphe, vücud-i İlâhiyeye dair kalbe gelse, kat’î bir delil gibi ona yapışmaya meyleder;

büyük bir helâket kapısı ona açılır.

O bedbaht bilmiyor ki, inkâr vasıtasıyla,

gayet cüz’î bir sıkıntı vazife-i ubudiyetten gelmeye mukabil,

inkârda milyonlarla o sıkıntıdan daha müthiş mânevî sıkıntılara kendini hedef eder!..

Sineğin ısırmasından kaçıp yılanın ısırmasını kabul eder. Ve hâkezâ,….. kıyas edilsin ki,”

(Lem’alar)

Kazandıkları günahlar, kalblerini kaplayıp karartmıştır.”

(Mutaffifîn,14) sırrı anlaşılsın.

Günahkâr Allah katında hakirdir…

Hac Sûresi 18. âyette,

Allah her kimi hakir ve değersiz yapmışsa, ona değer verecek hiç kimse yoktur” buyrulmaktadır.

Halbuki Kalp arzuların,

isteklerin, sevgi ve muhabbetin menbaı dır,

hatta ebede dair emellerimizin, umutlarımızın hasret ve arz makamıdır!..

Oysa, yıldızlarların tatlı ışıklarıyle gözlerimizin arasına kara bulutların girmesi

veya güneşle aramıza ayın girmesi gibi ;

Günahlarda,

umutlarımız ve emellerimizle,

Mucib-i Rahim olan Rabb-i Rahimimizle aramızdaki yakınlığı kaldıran

kasavetli zulmetlerdir!..

Bir tevbe-i Nasuh olmazsa, küçük gibi görünen günahlar;

Efendimiz ﷺ dediği gibi;

“–Dikkat edin! Onlar sizin kardeşlerinizdir.

Sizin gibi insanlardır.

Sizin gibi onlar da gece (ibadetin)den nasiplerini alırlar.

Ancak,

tenhâda Allah’ın haramlarıyla başbaşa kalınca

o yasakları ihlâl ederler, çiğnerler.”

(İbn-i Mâce, Zühd, 29)

•” Günahlar rızka mânî olur. Allah günahkârın üzerinden bereket ve ihsânını kaldırır.”

(er-Raʻd, 11; en-Nahl, 112)

Acı hakikatiyle,

(Küçük günaha devam etmek,

büyük günaha sebep olur.

Büyük günaha devam etmek de, insanı küfre sürükler.) [İbni Asakir]

Bab-ı Şefkat NUR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir