İNSAN, İNSANLIĞI KAZANMADIKÇA,
ve İMAN İLE KEMÂLE ULAŞMADIKÇA,
İHTİRASLARININ KURBANI OLMAKTAN KURTULAMAZ!..
“Nefyedenlerin nazarları ayrı ayrı olduğundan, dâvâları da ayrı ayrı olur.
Nefsü’l-emre hükmedemiyorlar.
Çünkü nefsü’l-emirde nefiy ispat edilmez.
Çünkü ihata lâzımdır.” (6.nota)
Kafirlerin çokluğu, inkarlarında birlik olmaları, iman edenleri telaşe düşürmemeli!..
Güç ve kuvvet, kıymet ve değer, sayı çokluğunda değildir!..
İnsan, insanlığı kazanmadıkça,
iman ile kemâle ulaşmadıkça,
ihtiraslarının kurbanı olmaktan kurtulamaz…
Hayattan,
Hayvanlıkta terakki etmekten-canavarlaşmaktan- başka bir neticeye de ulaşamaz!..
Niçin insan bu kadar sayısız hayvanata, bu kadar azlığıyla sultan olmuştur.
Muhakkak ki; aklıyla!..
Sultanlık veya halifeliği ifade eden akıl;
ancak akıl ve naklin
yani,
aklın nübüvvet nuru ile aydınlanması ile kazanılabilir!..
Nasıl ki,
arılar bal yaparak,
ipek böceği ipek ipliği dokuyarak,
kuşlar gökyüzünü yıldızlar gibi şenlendirerek,
ağaçlar, bitkiler, yeryüzünü, süsleyip rızklandırarak,
hayvanlar eti sütüyle, binek ve yük taşıyarak insanlara hizmet ettiği gibi,
“İşte, muzır kâfirler ve kâfirlerin yolunda giden sefihler,
Cenâb-ı Hakkın hayvânâtından bir nevi habislerdir ki,
Fâtır-ı Hakîm onları dünyanın imâreti için halk etmiştir. ” (6.nota)
Dünyaya olan sevgilerinin, hükmetmek sevdalarının,
hırs ve ihtiraslarının neticesinde; yeryüzün de her türlü sanayii,
mimari, teknolojik, hava, kara, deniz taşıt ve araçları,
silah ve mühimmat gibi…v.s. işlerde çalıştırılmışlardır.
Her birinin ihtirasları, hırsları, kin ve nefretleri,
hatta dünya ya bağımlılık vesileleri başka başka olduğu gibi;
İnkarlarında ki nazar ve fikirleri başka başkadır!..
Hakka karşı düşmanlıkları da ayrı ayrı sebeplerdendir.
Kimi menfaatlerinden, kimi nefsinden, kimi dünyadan,
kimi şeytandan dolayı imanın esas ve hakikatlerini inkar etmişlerdir…
“İşte, küffârın ve ehl-i dalâletin bir hakikat-i imaniyeyi inkâr
ve yalanlamalarında kuvvet yoktur.
Çünkü, inkar sırrıyla, ittifakları kuvvetsizdir.
Bin inkarcılar, bir tek hükmündedir.” (6.nota)
Meselâ,
bütün ahali, ay başında ayı görmediğini iddia etse,
iki şahidin ispatıyla
o inkarcıların sayısı ne kadar çok olursa olsun iddiaları boşa düşer.
Madem küfrün ve dalâletin mahiyeti yalanlama ve inkârdır, cehalet ve yokluktur.
O halde çok sayıda kafirin bir araya gelmesinin hiçbir kıymet yoktur.
“Onlar müstahkem şehirlerde veya siperler arkasında bulunmaksızın
sizinle toplu halde savaşamazlar!..
Kendi aralarındaki savaşları ise çetindir!..
Sen onları derli toplu sanırsın, halbuki kalpleri darmadağınıktır.
Böyledir, çünkü onlar aklını kullanmayan bir topluluktur!..”
(Haşr-14)
“Ehl-i hakkın, hak ve sabit ve sübutu ispat olunan mesâil-i imaniyede,
şuhuda istinad eden iki mü’minin hükmü,
hadsiz o ehl-i dalâletin ittifakına râcih olur, galebe eder.”
(6.nota)
“Hakkın şe’ni ittifaktır.” (12.söz)
Hak ehli birbirini tasdik ederek İCMA denilen hak zinciri oluştururlar,
oysa inkarcılar birbirini yalanlayıp inkar ile yürürler.
Örneğin, felsefe ve ekol de bir sonraki bir öncekini yalanlar, o sebepten;
“Nefyedenlerin dâvâları sureten bir iken,
müteaddittir;
birbiriyle ittihad edemez ki kuvvetlensin...” (6.nota)
Denilmiştir. Hak ehlinin ise davaları birdir. Tevhidde ittihat etmişlerdir.
“Çünkü gökteki hilâl-i Ramazan’ı görmeyen der ki:
“Benim nazarımda ay yoktur; benim yanımda görünmüyor.” Başkası da “Nazarımda yoktur’ der. Daha başkası da öyle der.
Herbiri kendi nazarında yoktur der.
Herbirinin nazarları ayrı ayrı ve nazara perde olan esbab dahi ayrı ayrı olabildiği için,
dâvâları da ayrı ayrı olur, birbirine kuvvet veremez.” (6.nota)
Fakat ispat edenler demiyor ki, “Benim nazarımda ve gözümde hilâl var.
Bu işin gerçeği ortada, göğün yüzünde hilâl vardır, her göze görünür” der.
Görenlerin hepsi şahitleri tasdik eder,
“hakikaten hilal’in ta kendisi görünüyor!..” der
Demek bütün dâvâlar birdir.
İnkarcıların nazarları ayrı ayrı olduğundan, dâvâları da ayrı ayrı olur.
Hakikate hükmedemezler.
Çünkü hakikate karşı inkar ve yalanlama olmaz!..
“Mutlak yokluk, ancak pek büyük güçlüklerle ispat edilebilir.”
” İbni Kayyim el-Cevzî,) bir kaide-i usuldür.
Evet, bir şeyi dünyada var desen, yalnız o şeyi göstermek kâfi gelir.
Eğer yok deyip nefyetsen,
bütün dünyayı eleyip göstermek lâzım gelir ki, tâ o inkar ispat edilsin.”
“İşte bu sırra binaen, ehl-i küfrün bir hakikati inkarı ise,
bir meseleyi halletmek veyahut dar bir delikten geçmek
veyahut bir hendekten atlamak misalindedir ki,
bin de, bir de, birdir.
Çünkü birbirine yardımcı olamaz.
“Fakat ispat edenler işin aslın da
içinde bulunulan durumun hakikatine baktıkları için, davaları ittihad ediyor.
Kuvvetleri birbirine yardım eder.
Büyük bir taşın kaldırmasına benzer ki,
ne kadar eller yapışsa daha ziyade kaldırması kolay olur ve birbirinden kuvvet alır.” (6.nota)