ESMÂLARINI TECELLÎ ETTİRİP -VARLIĞI- TENVİR ETTİ…
SUAL: Şu iki âyet-i câmianın ifade ettiği vücub ve vahdâniyet-i İlâhiye
– Allah’ın varlık ve birliğinin kesinliğine-
ve evsâf ve şuûnât-ı Rabbâniyeye,
-Rabbani sıfatlarına ve kusursuz mükemmel icraatlarına-
âlem-i asgar ve ekber olan insan ve kâinatın vech-i delâletlerini
mücmel ve kısa bir surette beyanlarını isteriz.
-küçük alem olan insanın, büyük alem olan kainatın,
kendisini yaratan Halık’ına delil olma hususiyetinin özetle kısa ve mukni izahını isteriz.
Çünkü münkirler pek ileri gittiler.
“Ne vakte kadar
“O herşeye Kàdirdir.” (Maide;5) deyip elimizi kaldıracağız?” diyorlar.”
(33.söz)
“Meselâ, nasıl ki bir zât-ı mu’ciznümâ, büyük bir saray yapmak istese,
evvelâ temellerini, esaslarını, muntazaman, hikmetle vaz eder
ve ilerideki neticelerine ve gayelerine muvafık bir tarzda tertip eder.
Sonra menzillere, kısımlara maharetle tefrik ve tafsil ediyor.
Sonra o menzilleri tanzim ve tertip ediyor!..”
(33.söz)
“Ben gizli bir hazine idim; bilinmek istedim, mahlukatı yarattım.”
(Acluni, Keşfü’l-Hafa, II/132)
“Rabbimizi bize tarif eden üç büyük küllî muarrif var.
Birisi şu Kitâb-ı Kâinattır,
,
birisi şu Kitâb-ı Kebîrin âyet-i kübrâsı olan Hâtemü’l-Enbiyâ(ﷺ) dır,
biri de Kur’ân-ı Azîmüşşandır.”
(mesnevi-i nuriye)
Şimdi, Kitâb-ı Kebir olan Kainatı o saraya benzetirsek,
o sarayı bize tanıtan üstad veya muallim de Hâtemü’l-Enbiyâ(ﷺ) dır,
O sarayı yaratılma sebebini bize vazeden, kanunu ve esası da Kur’ân-ı Azîmüşşandır.”
Demek,
O kainat bir KUDRET KİTABI,
O Kur’an-ı Azimüşşan da KELÂM KİTABI,
Kelam kitabını okumaya, Kudret kitabın’ı müşahede etmeye istidatlı olarak yaratılan da İNSAN’dır.
Ama insan dünyaya cahil geldiğinden ona muallimlik edecek
Allah’ın kelamını okuyacağı kitap verilmiş bir Üstad lazımdır…
O halde;
Şimdi O Kelâm kitabını O(ﷺ)’ muallimin dilinden dinleyelim
ve Kudret kitabını hep birlikte müşahede edelim;
“Yeryüzünde ne varsa tamamını sizin için yaratan,
sonra göğe yönelerek onları,
yedi gök olarak tamamlayıp düzene koyan O’dur
ve O, her şeyi hakkıyla bilmektedir.”
(Bakara,29)
“Sâni-i Zülcelâl,
Hâkim-i Hakîm, Adl-i Hakem ve bin bir esmâ-i kudsiye ile
müsemmâ Fâtır-ı Bîmisal,
şu âlem-i ekber olan
kâinat sarayının ve hilkat şeceresinin icadını irade etti.”
(33.söz)
Fâtır-ı Zülcelâl, yeryüzünü bir sergi hükmünde yapmış,
bütün antika san’atlarını orada teşhir ediyor.”
(23.söz)
“Kuşkusuz rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan,
sonra da (yarattığı) arşa hâkim olan,
her işi yöneten Allah’tır.
O izin vermedikçe şefaat edecek biri de yoktur.
İşte bu Allah sizin Rabbiniz’dir,
Öyleyse, O’na kulluk ediniz. Bunları düşünmez misiniz!..”
(yunus,3)
“Altı günde, o sarayın, o şecerenin esâsâtını desâtir-i hikmet
ve kavânin-i ilm-i ezelîsi ile vaz’ etti.
Sonra ulvî ve süflî tabakata ve dallara ayırıp,
kaza ve kaderdesâtiriyle tafsil ve tasvir etti.
Sonra, her mahlûkatın
her taifesini ve her tabakasını, sun’ ve inâyet düsturuyla tanzim etti.
Sonra, her şeyi her bir âlemi, ona lâyık bir tarzda,
meselâ
semâyı yıldızlarla,
zemini çiçeklerle tezyin ettiği gibi, süslendirip tezyin etti.
Sonra, o kavânin-i külliye ve desâtir-i umumiye meydanlarında
esmâlarını tecellî ettirip tenvir etti.”
(33.söz)
“And olsun ki (biz), gökte burçlar yaptık ve onu, seyreden kimseler için süsledik!..”
(hicr,16)
“Peki onlar, üzerlerinde yükselip giden göğü
nasıl mükemmel bir nizam içinde
binâ ettiğimize, onu yıldızlarla nasıl süslediğimize
ve onda en küçük bir çatlağın, kusur
ve düzensizliğin olmadığına ibretle bakmazlar mı
Yeryüzünü de döşedik, oraya sağlam dağlar yerleştirdik,
orada gönüller, gözler açan her türlü bitkiyi çift çift bitirdik!..”
(Kaf,6-7)
“Sonra, her mahlûkatın her taifesini
ve her tabakasını, sun’ ve inâyet düsturuyla tanzim etti.”
(33.söz)
Kullarım beni senden soracak olurlarsa, bilsinler ki,
ben onlara pek yakınım. Bana dua edenin duasına icabet ederim…”
(Bakara, 2/186)
“Sonra, bu kanun-u küllînin tazyikinden feryad eden fertlere,
Rahmânü’r-Rahîm isimlerini
hususî bir surette imdada yetiştirdi.”
(33.söz)
“Göklerde ve yerde bulunanlar,
(her şeyi) O’ndan isterler. O, (da zaten) her an yeni bir ilâhî tasarruftadır.”
(Rahman,29)
“Demek,
o küllî ve umumî desâtiri içinde hususî ihsânâtı, hususî imdatları,
hususî cilveleri var ki,
herşey, her vakit, her hâceti için Ondan istimdat eder, Ona bakabilir!..
(33.söz)
Ve ilk insan ruhunun yaratılışını da yine,
Allah’ın Habibi, vahye mazhar, miraç-ı güzin’in sahibi,
Hâtemü’l-Enbiyâ Efendimiz(ﷺ) den öğrenelim;
Bir rivayette Hz. Cabir anlatıyor:
“Ey Allah’ın Resulü! (ﷺ) Anam babam sana feda olsun,
Allah’ın her şeyden önce ilk yarattığı şeyi bana söyler misiniz?”
diye sordum. (ﷺ)şöyle buyurdu:
“Ey Cabir!
Her şeyden önce Allah’ın ilk yarattığı şey
senin PEYGAMBER(ﷺ)’inin nurudur!..
O Nur(ﷺ),
Allah’ın kudretiyle onun dilediği yerlerde dolaşıp duruyordu.
O vakit daha hiçbir şey yoktu.
Ne Levh,ne kalem, ne cennet, ne ateş / cehennem vardı.
Ne melek, ne gök, ne yer,
ne güneş, ne ay, ne cin ve ne de insan vardı?..
Allah mahlukları yaratmak istediği vakit,
bu nuru dört parçaya ayırdı.
Birinci parçasından kalemi,
ikinci parçasından Levhi (Levh-i Mahfuz),
üçüncü parçasından Arş’ı yarattı.
Dördüncü parçayı ayrıca dört parçaya böldü:
Birinci parçadan
Hamele-i Arşı (Arşın taşıyıcılarını),
ikinci parçadan Kürsi’yi,
üçüncü parçadandiğer melekleri yarattı.
Dördüncü kısmı tekrar dört parçaya böldü:
Birinci parçadan gökleri,
ikinci parçadan yerleri,
üçüncü parçadan cennet ve cehennemi yarattı.
Sonra dördüncü parçayı yine dörde böldü:
Birinci parçadan
müminlerin basiret nurunu /iman şuurunu,
ikinci parçadan
mârifetullahtan ibaret olan kalplerinin nurunu,
üçüncü parçadan
tevhitten ibaret olan ünsiyet nurunu
(La ilahe illallah Muhammedu’r-Resulüllah nurunu) yarattı.”
(Aclunî, I/265-266.)
Bab-ı Şefkat NUR