Deizm, geleneksel inanç sistemlerinin ötesinde, Tanrı, evren ve insan arasındaki ilişkileri yeniden yorumlayan bir fikir akımı olarak ortaya çıkmıştır. Bu düşünce biçimi, özellikle Batı’da, ateizm ve nihilizm gibi akımlarla birlikte, dini inançların rasyonel eleştirisinin bir ürünü olarak gelişmiştir. Coşkun’un (2017) analizine göre, deizmin yükselişi, özellikle Hristiyanlıkta görülen ve akıl ile bağdaşmayan inanç yapısının çarpıklığından kaynaklanmaktadır. Örneğin, Teslis inancı ve Hz. İsa’nın tanrısal nitelikler atfedilmesi gibi konular, bazı Hristiyanların kendi inançlarını sorgulamalarına yol açmıştır. Ayrıca, Hristiyanlığın mistik ve gizem dolu yönleri, bu dinin zamanla akılcılıktan uzaklaşmasına neden olmuştur. Manuel ve Pailin (2023) tarafından belirtildiği üzere, Hristiyanlığın pagan ve politeist kültürlerden etkilenmesi de deizmin ortaya çıkışında etkili olmuştur. Fransız Devrimi sonrası Fransa’da kilise ve monarşiye duyulan tepki, Voltaire ve Rousseau gibi düşünürlerin liderliğinde aydınlanma hareketinin yükselişiyle deizmin ve ateizmin popülerleşmesine zemin hazırlamıştır. Bu dönemde, dini dogmaların aklı rehin almasına ve ruhban sınıfının baskıcı tutumuna karşı çıkan bir tepki biçimi olarak deizm öne çıkmıştır.
Deizm, tarihsel süreçte, kiliseye karşı bir tepki olarak şekillenmiştir. Hristiyanlıkta rastlanan inançsal tutarsızlıklar ve kilisenin otoriter yapısına yönelik eleştiriler, deizmin temel itiraz noktalarını oluşturmuştur. Bu bağlamda, deizm, tek bir Yaratıcı’nın varlığını kabul ederken, bu Yaratıcı’nın evreni yaratıp ardından dünya işlerine ve insanların yaşamlarına müdahale etmediği görüşünü benimsemiştir. Böylece, deizm, dini metinlerdeki çelişkiler ve kilisenin otoritesine karşı rasyonel bir inanç sistemi olarak ortaya çıkmıştır. Bu düşünce akımı, özellikle Hristiyanlığın hurafelerle dolu yapısına ve kilisenin insanları dini metinler üzerinden kontrol etme çabalarına bir alternatif sunmuştur. Günümüzde ise, özellikle İslam dünyasında ve Türkiye’de, yanlış din yorumlarından kaynaklı ortaya çıkan “pasif deizm” anlayışı gibi deizmin farklı formları görülmektedir. Bu modern deizm yorumu, bireylerin uluhiyet inancını sürdürürken, dini pratiklere ve yükümlülüklere karşı ilgisiz kalmayı tercih ettiklerini ifade eder. Deizmin ortaya çıkışı ve evrimi, dini yorumlamada akılcılığın ve bireysel sorgulamanın önemini vurgulayan bir süreci yansıtmaktadır.
Deizm, evrenin ve varlığın akıl yoluyla anlaşılabilen bir Yaratıcı tarafından başlatıldığını ancak sonrasında Yaratıcı’nın dünya işlerine ve insanların yaşamlarına karışmadığını savunan bir düşünce akımıdır. Bu akım, Yaratıcı’nın evreni yarattıktan sonra onu kendi haline bıraktığını ve doğa kanunlarının işleyişine müdahale etmediğini öne sürer. Said Nursi r.a. ise, evrenin ve içindeki her varlığın derin bir tefekkürle incelendiğinde, Yaratıcı’nın varlığını, bilgisini, ve evrene müdahalesinin gerekliliğini açıkça ortaya koyduğunu belirtir. Nursi’ye göre, evrenin karmaşık düzeni, her bir varlıkta görülen amaç ve hikmet, Yaratıcı’nın sadece var olmakla kalmayıp, aynı zamanda sürekli bir şekilde evrenle ve içindeki varlıklarla ilgilendiğini gösterir.
Nursi, Yaratıcı’nın bu derin ilgi ve müdahalesinin, evrenin ve insanlığın anlamını kavramamız için elçiler ve kutsal metinler gönderilmesini gerektirdiğini savunur. O, evrenin ve içindeki her şeyin bir amaç doğrultusunda yaratıldığını, her bir detayın Yaratıcı’nın bilgisi ve hikmetiyle dolu olduğunu ifade eder. Bu bakış açısına göre, eğer bir zanaatkâr eserini yaratırken ona bir amaç ve işlev kazandırıyorsa, evrenin Yaratıcısı da insanlığa rehberlik etmek, onları doğru yola yönlendirmek ve yaşamlarının anlamını açıklamak için peygamberler ve kutsal metinler göndermiştir.
Nursi, Yaratıcı’nın sadece evrenin başlangıcında değil, her an onunla ve içindeki varlıklarla etkileşimde olduğunu vurgular. Bu etkileşim, Yaratıcı’nın evreni ve onun içindeki canlıları sevgi, merhamet, ve adaletle yönettiğini gösterir. Nursi’ye göre, evrende görülen düzen ve amaç, Yaratıcı’nın varlığının ve sürekli müdahalesinin kanıtlarıdır. Bu nedenle, insanlar Yaratıcı ile iletişim kurmanın, O’nun gönderdiği elçilerin ve metinlerin rehberliğini takip etmenin önemini idrak etmelidir.
Bediüzzaman Said Nursi’nin görüşleri, evrenin ve varlığın sadece akıl yoluyla değil, aynı zamanda vahiy ve peygamberlik yoluyla da anlaşılabileceğini savunur. Bu, Yaratıcı’nın insanlıkla sürekli bir iletişim içinde olduğunu ve onlara yaşamlarını anlamlı kılmak için rehberlik ettiğini gösterir. Bu bakış açısı, deizmin temel iddialarına bir cevap niteliğinde olup, Yaratıcı’nın evrenle ve insanlıkla olan ilişkisini daha derinlemesine bir perspektiften ele alır.
Evrenin derin düzeni ve içerisindeki her bir elementin amaçlı varoluşu, ahiret kavramının kaçınılmaz gerekliliğini ortaya koyar. Evrende gözlemlenen mükemmel düzen, her bir atomdan galaksilere kadar uzanan bir intizamı ifade eder. Her bir varlık, bir gaye doğrultusunda var olup, bu büyük düzenin bir parçasıdır. Bu düzen, evrenin sadece kendiliğinden var olamayacağını, bir Yaratıcı’nın bilgi ve hikmetiyle şekillendirildiğini gösterir.. Dolayısıyla, evrenin ve içindeki varlıkların nihai amacı, yoklukta değil, ahiretteki sonsuz bir hayatta gerçekleşir. Bu, evrenin bir bütün olarak bir sonraki varoluş aşamasına bir köprü görevi gördüğünü ve ahiretin varlığının bu nedenle zorunlu olduğunu gösterir.
Evrende gözlemlenen kerem ve adalet, Yaratıcı’nın sadece evreni yaratmakla kalmayıp, aynı zamanda adaletli bir düzen içinde yönettiğini gösterir. Her bir canlının hayatındaki deneyimler, bu dünyadaki adaletsizliklerin ahirette telafi edileceğine dair bir umudu besler. Yaratıcı’nın adaleti, bu dünyadaki her bir eylemin, her bir tercihin sonuçlarının ahirette adaletli bir şekilde değerlendirileceğini ifade eder. Bu, ahiretin varlığının, evrensel adaletin tecelli ettiği bir alan olarak zorunlu olduğunu gösterir.
Said Nursi’nin r.a. ifadeleri, ahiretin varlığının, evrenin ve içindeki varlıkların anlamını tamamlayan bir unsuru olduğunu vurgular. Bu düşünce, evrenin sadece maddi bir varoluş olmadığını, aynı zamanda manevi bir yolculuğun başlangıcı olduğunu gösterir. Ahiret, bu yolculuğun nihai hedefi olup, evrenin ve içindeki varlıkların yaratılışındaki hikmetin, keremin ve adaletin tam anlamıyla tecelli ettiği yerdir. Dolayısıyla, evrenin her bir köşesinde gözlemlenen nizam ve intizam, sadece Yaratıcı’nın varlığını değil, aynı zamanda ahirete olan ihtiyacı da ispatlar.
İslami perspektiften bu görüşlerin eleştirisi ve İslam’a dönüş yolları Risale-i Nur eserlerine dayanarak araştırılmıştır. Deizm, Allah’ın varlığını kabul etmekle birlikte, O’nun evrenle ve insanlıkla etkileşimini reddeden bir düşünce akımı olarak tanımlanabilir. Bu akım, özellikle Batı’da, Hristiyanlıkta görülen birtakım çelişkiler ve akla aykırı kabuller sebebiyle ortaya çıkmış ve zamanla farklı kültürlerde de benimsenmiştir. Örneğin, Hristiyanlıkta Teslis inancı, Hz. İsa’nın ilahi niteliklerinin kabulü gibi inançlar, bazı bireylerin akılcı bir din arayışına girmelerine neden olmuştur. Deizm, bu arayışın bir sonucu olarak, Tanrı’nın evreni yarattıktan sonra ona müdahale etmediği fikrini merkeze almaktadır.
Ancak, Risale-i Nur eserleri, Allah’ın evren ve insanlıkla sürekli etkileşim halinde olduğunu, kâinatın ve içindeki her varlığın, Allah’ın varlığını, birliğini ve mükemmelliğini açıkça gösterdiğini savunur. Bu eserlerde, kâinatın tefekkürü, insanın kendi varoluşunu ve evrenin işleyişini derinlemesine düşünmesi, Allah’ın kitapları, peygamberleri ve ahiret inancının önemini anlamaya yönelik bir yol olarak görülür. Böylece, deizmin sınırlı ve pasif bir Tanrı anlayışının aksine, Allah’ın kâinatı bir amaç doğrultusunda yönlendirdiği ve insanlara rehberlik ettiği vurgulanır.
Ülkemizde, özellikle gençler arasında, deizme yönelişin arttığı gözlemlenmektedir. Bu eğilimin sebepleri arasında, çağdaş toplumun dünyevileşmesi, popüler kültürün etkisi, dini yozlaştıran uygulamalar ve dini temsil eden kişilerin tutarsızlıkları bulunmaktadır. Ancak, Risale-i Nur eserleri, imanın tahkiki yönünü vurgulayarak, gençlerin akıl ve vicdanlarına hitap eden bir anlayışla İslam’ı yeniden keşfetmelerine yardımcı olabilir. İslam’ın doğru anlaşılması ve yaşanması, deizme yönelişin önüne geçebilecek ve gençlerin manevi tatminlerini artırabilecek önemli bir adımdır.
Bu bağlamda, deizme yönelişin önlenmesi için aile ve eğitim sistemlerinde, dinin özünden ve akılcı temellerinden hareketle bir anlayışın benimsenmesi; dini, siyasi veya ekonomik çıkarlar için kullanmaktan kaçınmak; ve gençlerin sorularına samimi ve akılcı cevaplar sunmak önem taşımaktadır. Ayrıca, dini konularda daha açık diyaloglar ve tartışmalar teşvik edilmeli, gençlerin kendi inançlarını sorgulamalarına ve kendi cevaplarını bulmalarına olanak sağlanmalıdır. Bu süreçte, Risale-i Nur gibi eserler, iman hakikatlerini anlamada ve şüpheleri gidermede değerli bir kaynak olarak ön plana çıkmaktadır.