“Ey Âdemoğulları!
Size avret yerlerinizi örtecek bir elbise ile
(giyinip süsleneceğiniz) bir süs elbisesi indirdik.
Bir de takvâ elbisesi ki, bu (hepsinden) daha hayırlıdır.
Bu (maddî ve ma‘nevî elbiseler),
Allah’ın âyetlerindendir; tâ ki ibret alsınlar…”
(A’râf, 26)
Müfessirler “takvâ elbisesi” hakkında:
“Hayâdır, amel-i sâlihtir, Allah korkusudur,
harbde koruyucu âletlerdir, ma‘nevî temizliktir!..”
demiştir…
“Dünyada sun‘î libâsın -yapma elbisenin– hikmeti,
yalnız soğuk ve sıcaktan muhâfaza
ve ziynet – süslenme- ve setr-i avrete
– sadeceavret yerlerini örtmekle- münhasır –sınırlı- değildir;
belki mühim bir hikmeti,
insanın sâir nev‘lerdeki tasarruf ve münâsebetine –alâkasına-
ve kumandanlığına işâret eden bir fihriste ve bir liste
– yani; libas-elbise, insan için hem maddi,
hem manevi bir kulluk mükellefiyetinin sembolü, veya temsilcisidir.
Zira şükr-ü örfi’ ile beyan ve ilan edilen halife konumunun
makam ve mevkisinin bir nişanı…– hükmündedir.
Yoksa kolay ve ucuz,
fıtrî –hayvanlarınkine benzer, yaratılıştan- bir libas giydirebilirdi…”
(28. Mektûb,)
Müfessirler “takvâ elbisesi” hakkında:
Atıyye es-Sa’dî’den (r.a.) rivâyet edildiğine göre
Resûlullah(ﷺ) şöyle buyurmuştur:
“Bir kul günaha girerim korkusuyla,
yapılması mahzurlu olmayan bazı şeylerden bile uzak durmadıkça,
müttakîler/takvâ sahipleri derecesine ulaşamaz.”
(Tirmizî, Kıyâmet, 19/2451.
Sa’d bin Ebû Vakkâs (r.a.),
“Resûlullah Efendimiz(ﷺ)’i şöyle buyururken dinledim” demiştir:
“Allah Teâlâ müttakî (takva sahibi),
gönlü zengin, kendi hâlinde işiyle ve ibadetiyle meşgul olan kulunu sever.”
(Müslim, Zühd, 11)
Hz. Ömer, bir gün Übey bin Kâ’b Hazretlerine takvânın ne olduğunu sormuştu.
Übey (r.a.) da ona:
“–Sen hiç dikenli bir yolda yürüdün mü ey Ömer?” diye sordu. Hz. Ömer:
“–Evet, yürüdüm” karşılığını verince bu sefer Übey (r.a.):
“–Peki, ne yaptın?” diye sordu. Hz. Ömer:
“–Elbisemi topladım
ve dikenlerin bana zarar vermemesi için bütün dikkatimi sarf ettim” cevabını verdi.
Bunun üzerine Übey bin Kâ’b (r.a.):
“–İşte takvâ budur” dedi. (İbni Kesîr, Tefsîr, I, 42)
Ebû Hüreyre (r.a.) der ki:
Peygamber Efendimiz’e:
“–Ey Allah’ın Resûlü! (ﷺ)
İnsanların en keremlisi (hayırlısı, şereflisi ve değerlisi) kimdir?” diye soruldu.
Resûlullah(ﷺ):
“–En çok takvâ sahibi olanlarıdır” buyurdu.
(Buhârî, Enbiyâ, 8, 14, 19;
“Allah, müttakîlerin dostudur” buyrulmuştur.
(Câsiye 45/19)
“Her kim sözünü yerine getirir
ve kötülükten sakınırsa,
bilsin ki Allah sakınanları –müttakileri- sever.”
(Âl-î İmrân,76)
Zira Cenâb-ı Hak kullarına şöyle emreder:
“Ey iman edenler! Allah’tan, O’na yaraşır şekilde korkun
ve ancak Müslümanlar olarak can verin.”
(Âl-i İmrân 3/102)
“Allah’a karşı gücünüz yettiğince takvâ sahibi olun!”
(Teğâbün 64/16)
Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
“Şüphesiz müttakîler cennetlerde ve ırmak kenarlarında nûr içindedirler.
Kudretine nihâyet olmayan padişahlar padişahının yüce huzûrunda
doğrulara has sadâkat meclisindedirler.”
(Kamer 54/54-55)
Nitekim Efendimiz (ﷺ)şöyle buyurur:
“Şüphesiz benim dostlarım müttakîlerdir.”
(Ebû Dâvûd, Fiten, 1/4242)
“İnsanlardan bana en yakın olanlar,
kim ve nerede olursa olsun Allah’a karşı takvâ sahibi olan müttakîlerdir.”
(Ahmed, V, 235; Heysemî, IX, 22)
“Allah’ım! Senden hidâyet, takvâ, iffet ve gönül zenginliği isterim”
demiştir. (Müslim, Zikir, 72; Tirmizî, Deavât, 72; İbni Mâce, Dua, 2)
O halde insanların Efendisi, Nebilerin reisi ve sonuncusu,
Alemlere Rahmet olarak gönderilen,
Allah’ın Habibi’nin duasıyle niyaz edelim;
Nebiyy-i Ekrem(ﷺ) şöyle dua ederdi:
“…Allah’ım! Nefsime takvâsını ver ve onu tezkiye et!
Sen onu en iyi tezkiye edensin. Sen onun velîsi ve Mevlâsısın!..”
(Müslim, Zikir, 73)
Bab-ı Şefkat NUR