GAVS-I ÂZAM’IN TÂBİRİYLE BEKİR BEY…

 Güneşin nuruna sed çekilemediği gibi

ve sed çekilmek ihtimali olmadığı gibi, risâlelerinize de sed çekilemez.

Onları istimâda ruh ve kalbimi tetkik ettim;

tetkikatımda ne gibi hissetmiş ve anlamış olduğumu aradım.

Baktım ki, ruh ve kalbimde bir feyezan ve coşkunluk var ki,

beni bilâihtiyar bir vazifeye sevk etmek için

 hemen ‘Haydi, haydi’ diye tazyikata başladı.

Ben de ruhumda olan bu vâkıayı takip ederken,

o Nurların irae ettiği miftahları gördüm ve gösterildi.

Anladım ki, bu anahtarlarla icap eden kapıları açıp,

o Nurlara ehil olan kardeşlerimi

—min gayri haddin—arayıp bulmak vaziyeti adeta bana emrolunup,

o Nurlardan güneş gibi nur saçılması hususunda ben de bu hâli kendime vazife addettim. 
O Nurlardan almış olduğum anahtarları teslimle,

hâin-i din olan mülhidlerin elleri kımıldanmayacak derecede kırılması için,

hamden lillâh, bu kardeşlerimi arayıp buldum.

Emânetullah ve emânât-ı Peygamberînin (ﷺ)  gayet parlak,

yakut ve zümrütten kıymettar olan hazinelerini o zatların ellerine teslim ettim.

Elhamdülillâh, Cenâb-ı Hak muvaffak etti.

O mübarek eserlerinizi mütalâa eden eşhas,

insan iseler ve insaniyetle alâkaları varsa imân eder.

İnanmadıkları takdirde, ya insaniyetten istifa etmeli veyahut ‘İnsan değiliz’ demeli.

Bu eserler başlı başına, ayrı ayrı birer fâtihtir.

İnşaallah, her cihetle feth ederek fâtih olacaktır.” 

(Barla Lahikası)

SORU; “Güneşin nuruna sed çekilemediği gibi

ve sed çekilmek ihtimali olmadığı gibi, risâlelerinize de sed çekilemez…

 “Başta, Gavs-ı Âzam’ın tâbiriyle Bekir Bey, bizim tâbirimizle Bekir Ağa…

(Barla lahikası) 

ifadesiyle Üstad, Abdülkâdir-i Geylânî Hazretlerinin işaretle

haber verdiği talebelerinden birisi olduğunu ifade  ettiği,

Bekir ağabeyimizin bu sözünden nasıl bir  ders çıkarmalıyız?..

Sözlerimize başlarken Kat’iyetle Onların (Rabbim hepsinden ebeden razı olsun) hissiyatına vukuf olamayacağımızı beyan etmek isteriz!..

Lakin Onları bir derece  örnek almak ve daha iyi  anlamak hasebiyle,

ancak, Üstadımıza ve Talebelerine olan Muhabbet ve Hürmetimizin kaynağı olan  

FENAFİ’İ İHVAN NURU, hamdolsun ki; hissiyatlarımıza Nurânî bir yol oluyor!..

الله اعل –Allahûâlem- Bekir Abimiz -(r.a) burada;

Güneşin nuruna sed çekilemediği gibi ve sed çekilmek ihtimali olmadığı gibi, risâlelerinize de sed çekilemez. beyanıyle,

(Tevbe-32)

“Allah’ın nûrunu ağızlarıyla (üfleyip) söndürmek istiyorlar.

Halbuki kâfirler hoşlanmasalar da Allah nûrunu tamamlamaktan asla vazgeçmez.  

Ayet-i Kerimesi’nde;

Risale-i Nur’un  Allah’ın Müminlere

kat’i vaadi olan hükmün nuruna malik olduğuna tam itikat ettiğini ifade etmektedir.

İşte bu hakikate  tam iman ve itikadından kaynaklanan,

ruhunu ve kalbini saran bu ayet-i Kerimenin müjdesine

muhatabiyet mertebesinde  ‘Nurlar’a,

Hamiyet-i İslamiye adına sahiplenmek,

bu durumdan bilâmecburiye -emr-i maruf farziyetiyle-

kendine vazife çıkarmak idrak bahtiyarlığına

Hûda’nın hidayetiyle sevk olunduğunu iman nuruyle hissetmiş!..

Ve yine, “O Nurların irae ettiği miftahları gördüm ve gösterildi.”

“ Anladım ki, bu anahtarlarla icap eden kapıları açıp, o Nurlara ehil olan kardeşlerimi

—min gayri haddin—

arayıp bulmak vaziyeti adeta bana emrolunup,

o Nurlardan güneş gibi nur saçılması hususunda

ben de bu hâli kendime vazife addettim.”(Barla lahikası) Demekle;

Üstadımızın;

talebeliğin birinci şartı nurlara kendi malı gibi sahip çıkıp neşrine çalışmak’

(mektubat)

düsturun dan dersini  tam anlamış olduğunu,

 ancak bu  Rahmet- İlahiye’den habersiz ve mahrum akılllara ve kalplere ulaştırmak,

ve o kapalı hasseleri Nurların nurani anahtarlarıyle açmak lazım geldiğinden,

bu görevi kendine vazife telakki ettiğini ifade etmiş,

Muhakkak ki; ;  O’nun anladığı ders;

O’nun gibi  bütün talebeliği talep edenlerin 

hepsinin de kendilerine çıkarması gereken dersdir.

Zira ancak bu dersi tam idrak edip, hakkıyle ifa edenler;

“O (Allah), müşrikler hoşlanmasalar da (kendi) dinini

bütün dinlere üstün kılmak için

Resûlünü hidayet ve Hak Din ile gönderendir!..

(tevbe-33)

“tabakat-ı Sahabenin istikbalde muttasıf oldukları ayrı ayrı mümtaz has sıfatlarını ifade etmekle beraber,

mânâ-yı işarîsiyle, ehl-i tahkikçe vefat-ı Nebevîden sonra makamına geçecek Hulefâ-i Râşidîne hilâfet tertibiyle işaret edip,

herbirisinin en meşhur medar-ı imtiyazları olan sıfât-ı hassayı dahi haber veriyor.

Şöyle ki:

Muhammed ﷺ Allah’ın Resulüdür. O’nunla ﷺ beraber olanlar da…” (fetih,29)

maiyet-i mahsusa ve sohbet-i hassa ile” (31.söz)

ayetinin mazhar olan Sahabe-i Kiram’ın (r.anh.)

mümtaz has sıfatlarına mazhariyeti ile

Sahebe mesleğine  ELYAK ve  EHİL olduğunun   izharıdır!..

 

Bab-ı Şefkat NUR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir