“ALLAH,
KİMİ DOĞRU YOLA
İLETMEK İSTERSE ONUN KALBİNİ İSLÂM’A AÇAR!..” (En’am-125)
“İyilik de kötülük de hepsi Allah’tandır.”
(Nisa, 4/78) ile
“Sana gelen her iyilik Allah’tandır, sana ne kötülük dokunursa kendindendir...”
(Nisa, 4/79)
– Bu iki farklı gibi görünen ayet arasında nasıl bir bağlantı olabilir…
Şerri yaratmak şer değil, şerri kesp (kazanmak) şerdir.
Yani;
şerrin yaratılması şer değildir; şerri işlemek şerdir…
Allah’ın yarattığı şeyler
ya doğrudan güzeldir
ya da neticeleri itibariyle güzeldir.
Mesela,
Nasıl ki; kışın kar ve dondurucu soğuk, görünüşte güzel değildir.
Ama sonucu itibariyle çok güzeldir.
O şiddetli soğuklar olmazsa, bazı zararlı mikroplar ölmediği gibi,
bazı bitkiler çimlenip çiçek açamaz.
Kar olmazsa, yer altı su kaynaklarının zenginleşmez,
Yer altındaki ve sudaki hayvanat ve nebatat ölmez beslenir ve korunur…
Aynen öyle de;
Özetle söylemek gerekirse; yaratılması şer gibi görünen,
dünyanın sevgisi ile cihad ebedi cenneti,
Şeytanın hileleriyle ile cihad velayet makamlarını,
Nefisin hevâ ve oyunlarıyle cihad da,
Kurbiyet-i İlâhi’ye mertebelerini neticeleri itibarıyle kazandırır!..
“Sana her ne iyilik erişirse Allah’tandır.
Sana her ne kötülük gelirse, o da kendi nefsindendir.”
(Nisâ, 79)
dersini verdiği gibi, nefsin muktezası,
daima iyiliği kendinden bilip fahr ve ucbe girer.
Bu Hatvede,
nefsinde yalnız kusuru ve naksı ve aczi ve fakrı görüp,
bütün mehâsinve kemâlâtını,
Fâtır-ı Zülcelâl tarafından ona ihsan edilmiş nimetler olduğunu
anlayıp, fahr yerinde şükür
ve temeddüh yerinde hamd etmektir…
Şu mertebede tezkiyesi,
“Nefsini günahlardan arındıran kurtuluşa ermiştir.”
(Şems, 9)
sırrıyla şudur ki:
Kemâlini kemâlsizlikte,
kudretini aczde,
gınâsını fakrda bilmektir!..”
(26.söz-zeyl)
Evvela kemâlin, kudretin ve gınânın aynası olan,
Ruh’un iyilik ve kötülüğe mazhar ve memba olma
mahiyetine bakılacak olursa;
“Vicdanın anâsır-ı erbaası ve ruhun dört havassı olan
‘irade, zihin, his, latîfe-i Rabbâniye’ her birinin bir gayetü’l gayâtı var:
İradenin –gayesi- ibadetullah’tır. (Makamı rızae’n-l’illâhtır)
Zihnin, -gayesi – mârifetullah’tır. (Makamı (‘Arif’i-billah’ bir akıldır)
Hissin, -gayesi – muhabbetullah’tır. (Makamı (‘Hub’bu-lillah’ bir kalptir.)
Lâtifenin, -gayesi- müşahedetullah’tır. (Makamı Fuad’dır)
Takva denilen ibadet-i kâmile, dördünü tazammun eder.
Şeriat, şunları hem tenmiye, hem tehzip, hem bu gayetü’l-gayâta sevk eder.“
(Şuâât)
”İRADENİN VAZİFESİ İBADETULLAHTIR”; .”
(şuâât)
“Bir de sana “ruh” hakkında soru sorarlar.
De ki: “Rûh Rabbimin emrindedir,
O’nun bileceği işlerdendir. Size sadece az bir ilim verilmiştir.”
(İsra, 17/85)
Diğer bir ifadeyle:
“Ruh zîhayat, zîşuur, nuranî, vücud-u haricî giydirilmiş,
câmi’, hakikatdar, külliyet kesbetmeğe müstaid bir kanun-u emrîdir.”
(Sözler/29. söz/2. maksad)
Ruh, İRADE sıfatının hakim olduğu emir aleminden gelen
bir komut ve emirdir veya bir kanundur.
Bu emir ve kanuna da kudret sıfatı harici bir vücut
ve ceset vererek onu somut ve görünür hale getirmiştir.
İnsan mahiyetinin aslı ve esası ruhtur.
Ruh basittir, bölünmez, parçalanmaz, ölmez, dağılmaz, yaşlanmaz;
ceset ise bu sayılan vasıfların tam aksidir.
İyiliğe ve kötülüğe kapı açan anahtar da İRADE dir!..
İRADE olmadan, insan rüyasında hac yapsa, sadaka verse,
Kur’an okusa ya da başka bir ibadetle meşgul olsa ibadet yapmış sayılmaz.
Tam tersi katil olsa yine sorumlu olmaz…
Bunun sebebi, ibadetin irade ile yapılabileceği, uykuda ise iradenin olmamasıdır!..
“Takva denilen ibadet-i kâmile, dördünü tazammun eder.”
(şuâât)
TAKVA denen İbadet-i kamile bu dördünü tazammun eder.
Yani kişi farzları yapmakla terakki ederken,
haramlardan sakınmakla da,
vuslat yolundaki manilerden ve düşüşlerden korunur…
ve Sünnete uymakla da tekemmül eder…
İlimle özellikle ilimlerin şahı olan
“Marifetullah ilmi” olan imanın inkişafı ibadetle olur;
“…bir insanın o yüksek ruhunu inbisat ettiren, ibadettir.
İstidatlarını inkişaf ettiren, ibadettir.
Meyillerini temyiz ve tenzih ettiren, ibadettir.
Emellerini tahakkuk ettiren, ibadettir.
Fikirlerini tevsi’ ve intizam altına alan,
-tefekkür, hikmet ve istikamet değerine ulaştıran– ibadettir.
Şeheviye ve gadabiye kuvvelerini had altına alan, ibadettir.
Zahirî ve bâtınî uzuvlarını
ve duygularını kirleten tabiat paslarını izale eden, ibadettir.
İnsanı, mukadder olan kemâlâtına yetiştiren, ibadettir!…”
(İşarat’ül-İcaz)
“Allah,
kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslâm’a açar!..”
(En’am-125)
Yani;
Allah kulunu ahirete ve imana yönlendirir,
Evvelâ, daha iman dairesine girmesiyle, ona cennet kapılarını açar,
Saad-i ebediyye ye namzet eder,
namazla huzuruna alır,
“Namaz latife-i Rabbaniyenin – ruha ait bütün letaiflerin –
nesimini (Rahimiyetin tecellilerine) cezb ve celbeder…”
(İşarat’ül-İcaz)
Ve;
İnsanı insan ettiği gibi aleme sultan eder ve Alay-ı illiyyine sevk eder.!.
“Allah Teâla (ﷻ) Hazretleri Hadis-i Kudsi’de şöyle ferman buyurdu:
“Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni,
ona farz kıldığım (aynî veya kifaye) şeyleri eda etmesidir.
Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder,
sonunda sevgime erer.
Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü,
tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı olurum.
Benden bir şey isteyince onu veririm,
benden sığınma talep etti mi onu himayeme alır, korurum.
Ona düşmanlık edene düşman olurum!..”
(Buhârî, Rikak 38.)
Demek ki,
insanın iyilikleri mevhûbedir/Allah’ın birer lütfudur,
kötülükleri ise meksûbedir / kendi kazancıdır.
O halde Ariflerin dediği gibi diyelim;
‘Yâ İlahî!
Hasenatım senin atândan –ihsanından-dır.
Seyyiatım –günahlarım- da senin kazandandır.
Eğer atân – Rahimiyetin ve Mağfiretin – olmasa idi, helâk olurdum!..“
Bab-ı Şefkat NUR