Bugün insanlığın içinde bulunduğu durum hiç de iç açıcı değildir. Beşeriyet acı bir boşluğun ıstırabı içinde susuz çöllerin kavurucu sıcağı altında kıvranıp durmaktadır. Kendisine sunılan kurtuluş reçetesini asırlar önce elinden fırlatıp atma gafletinde bulunmuş olan insanlık yakalanmış olduğu ölümcül hastalığa şimdi deva aramakta ne var ki Tabibi hazıkın teşhisi sadık-ı neticesi eline tutuşturduğu derde derman ilaçları havi reçeteyi kaybettiği için bir türlü şifayab olamamaktadır.
İnsanı tanımayan anlayamayan ve onun yaratılış gayesini bilemeyen akılları gözlerinde bir kısım sözde ortacıların da yanlış teşhisleri sonucu yazdıkları reçeteyi tatbik ettikçe de hastalığı ziyadeleşmekte ölümle pençeleştiği bataklığa biraz daha gömülmektedir. Buna rağmen düşmanlarının sunduğu zehiri içerek felç olmuş vücuduna mengeneler arasına sıkışıp kalmış ruhuna prangalar vurarak hareketsiz hale getirilmiş bedenine rağmen beşeriyet yavaş yavaş ayılıp gözkapaklarını aralayarak etrafına bakınmaya ve kendisine yeni bir devayı daha doğrusu çok önceden elinden atıverdiği asıl ve müessir reçeteyi yeniden aramaya başlamıştır.
Bu uyanış ve kendine gelme çabalarının verdiği sevince karşılık dermanı elinde bulunduran ve onu insanlığa sunmakla iyileşmesine vesile teşkil etmeye vazifeli olanların bir atalet bir vurdumduymazlık ve keşmekeş içinde uyuşup kalmış bulunmaları yüreğimize burkuntu vermekte ve bizleri dilhun etmektedir.
Hâlbuki insanlık onun dirilmesine silkilenerek tozu toprağı üzerinden atmasına öz benliğine kavuşup asli vazifesine sarılmasına ve elini uzatarak bataklıktan kendisini çekip çıkarmasını intizar etmektedir.
Kutsiler ordusunu teşekkül ettirecek nesli cedid insanlığın yeniden dirilip eşrefi mahlukat olma hasiyetine kavuşması sair dinlerin tabilerinin cemaatler halinde İslama girmeleri belki küre-i arzın bazı kıtaları ve devletlerinin de İslamiyet’e dehalet etmeleri için ahlakı islamiyenin ve hakaiki imaniyenin kemalatını efalleriyle izhar etmeleri gerekmektedir. Bunun şuurunda olarak öncelikle kendi ruhunu kalbini aklını fikrini ve gönlünü tamamıyla islamın canlı şahidi mübelliği haline getirdikten sonra islamiyete layık doğruluğu ve doğru islamiyeti yaşayıp Kuranın elmas kılınçlarını da kuşanarak bin sedeneden beri tedarük ve teraküm edilen müfsid aletlerle dehşetli rahnelenen kalbi umumiyi ve efkarı ammeyi ve umumun ve bahusus avamı müminin istinadgahları olan islami esaslar ve cereyanlar ve şeairler kırılmasıyla bozulmaya yüz tutan vicdanı umumiyi kuranın icazıyla ve geniş yaralarını Kuranın ve imanın ilaçlarıyla tedavi etmeye çalışmakla mükelleftir.
Bir ihsanı ilahi olarak omuzuna yüklenmiş bulunan bu asil vazifenin ifasında o önüne çıkacak her türlü meşakkat ve manialar karşısında ümidini kaybetmemeli azmini kırmamalı bütün zorluk ve ümitsizliklere karşı “la taknetu” kılıcını istimal etmeli ve hatta müesseseleri yıkılıp planları bozulduğu birliği dağılıp kuvvetleri tarümar olduğu hengamda dahi fevkalade inançlı ve ümit dolu olmalıdır.
Allah’ın rahmet ve inayetiyle iman ve Kur’an hizmetine devam ettiği müddetçe meylüttevevvuk hastalığına yalanmamaya gayret etmeli ve böyle bir düşman kendisine hücum ettiğinde “künü lillah” hakikatini ona gösdererek yaptığı her işi Allahu Azimüşşananın rızasına nail olabilmek kastiyle yapmalı başka bir karşılık beklememelidir.
Zamanın ve mekânın şartlarını bilmeli yürüdüğü yolda basamak atlamadan adımlarını sağlamca ve ileli müteselsildeki tertibe riayet ederek atmalı sabırsızlık ve acelecilik göstermemeli “vasbiru ve sabiru ve rabitu” emrinee imtisal etmelidir.
Ebnayı cinsinin hukukunu muhafazaya ve hakkını da onlar içinde aramaya mükellef olduğu için amalini dağıtan fikri infiradı ve tasavvuru şahsi karşısına çıkarsa, “insanların en hayırlısı onlara faydalı olanıdır” hadisini kendisine düstur edinmelidir.
Buna paralel olarak cemaat içerisinde yerini muhafazaya ve sağlamlaştırmaya gayret göstermelidir. Hizmet arkadaşlarının gönüldaşlarının içinde hizmette tekâsül gösterenler bulunursa ondan etkilenmeyecek hizmette kendisinden aşağıda olanlara bakıp yaptıkları ile iktifa etmek yerine yukarıda olanları nazara alıp daha fazla gayret gösterecektir.
Benim işim bitti diyenin işi bitmiştir. Eğer acz ve nefsin itimatsızlığından neşet eden tefviz ve işi birbirine bırakmak olan düşmanı gaddar ona mani olmaya çalışırsa buna kapılmamalı vazifenin kendi üzerinde olduğunu ve ancak kendisinin ifa etmesi gerektiğini bilmeli “hiç kimse olmasa da ben varım” demeli gönül verdiği dava uğruna kandan irinden deryaları geçip gitmeye azimli ve kararlı olmalı, ortada kalmış bir iş için herkesten evvel kendini vazifeli ve mesul görmelidir. Hem o kendisi hizmet üzere olduğu müddetçe başkalarının atalet ve miskinliğinin ona hiçbir zararının dokunmayacağını da bilmelidir.
Kur’an şakirdi ancak kendi vazifesiyle iştigal etmeli üzerine düşeni yapmalı Allah’ın işine karışmamalıdır. Onun görevi çalışmaktır. Netice Allah’a aittir. “Yaptığım işten sonuç alamıyorum.” Deyip de yılgınlık göstermemelidir. Çünkü nice Nebiler gelmiştir ki kendilerine iman eden olmamış veya pek az olmuş ama onlar bezginlik göstermeyip sonuna kadar görevlerini yapmaya bakmışlardır.
İnsan da rahat etme arzusu ilk ölüm alarmı ve işaretidir. Kendini rahat ve rehavetin kucağına salıveren ölü ruhların işi bitmiştir. Ve o kendi eliyle kendisini tehlikeye atmıştır. Bundan dolayı Kur’an şakirdi rahata düşkün değildir. Sabah akşam gönül verdiği davası uğrunda amansız bir cehd ve gayret içerisinde olmalıdır.
Onun hedefi ve Allahtan istediği şehadettir. Çünkü o asıl hayatın şehadetle elde edileceğini bilir.
Hizmeti Kur’aniye ve imaniyede halisane meşgul iken şehadet mertebesine vasıl olmak Mevlay-ı Müteal’den niyazımızdır.
DAVA