“Cüz-ü ihtiyarînin üssü’l-esası olan meyelân, 

Mâtüridîce bir emr-i itibarîdir, abde verilebilir.

Fakat Eş’arî ona mevcut nazarıyla baktığı için, abde vermemiş.”

(26.söz)

Meyelan cüz-i ihtiyari’nin aslıdır esasıdır.

Maturidi, meyelanı emr-i itibari kabul etmiş ve kula vermiştir.

Yani; Emr-i itibarî, “itibar edilen, öylece kabul edilen,

hariçte varlığı olmamakla birlikte o şekilde kabul gören işler, hadiseler” manasına geliyor.

Bu sebepten insan istemedikçe ihtiyari, tercihi bir fiil meydana gelmez.

Şayet gelse insanın iradesi ile olur.

Eş’ari meyelana mevcut gözüyle bakıp,

hayra veya şerre kullanımındaki tasarrufu kula vermiştir.

İkisi arasında cüz-i bir fark vardır.

İkisinde de ortak nokta: kulun imtihana girebilmesi,

neticesindeki mükafat ve mücazata adalet noktasında razı olabilmesi

için mutlaka iradesini serbest kullanabileceği bir selahiyet ve özelliğe sahip olması lazımdır.

“Fakat o meyelândaki tasarruf,  Eş’ariyece bir emr-i itibarîdir.

Öyle ise o meyelân, o tasarruf,  bir emr-i nisbîdir.

Muhakkak bir vücud-u haricîsi yoktur.”

(26.söz) 

Emr-i nisbî, “Müstakil bir varlığı olmayıp

kıyaslama yoluyla ortaya çıkan emir, iş, hadise.”

Mesela; bir insan zarara meyletse, hemen zarar vücuda gelmez,

Çünkü meyil emr-i itibaridir. 

Meyilden sonra niyet, karar ve gayret, yani irade,

sonra kulun kesbine bağlı olarak İlahi Kudret o işi nasip ve kısmet üzere halketsin!..

Ve o meyilin varlığı, hakikati meydana çıksın ve o insan mükafat ve ceza  veya  sorumlu  olsun!..

“Emr-i itibarî ise, illet-i tâmme istemez ki,

 illet-i tâmme vücudu için

lüzum ve zaruret ve vücub ortaya girip ihtiyarı ref’ etsin.” 

(26.söz)

illet-i tâmme “bir şeyin meydana gelmesi için

gereken bütün şartların eksiksiz olarak bulunması”

insanın cüz’i iradesi ile değiştirebileceği şeylerin dışındaki bütün işler

illeti taamme’yi icap ettirdiğinden dolayı ızdırari kadere girer,

Mesela yaratılışımız,

ailemiz, milletimiz, gibi şeyler İrade-i Küll’iyeye ait olup bizi mükellef kılmaz!..

“Belki o emr-i itibarînin illeti, bir rüçhâniyet derecesinde bir vaziyet alsa,

o emr-i itibarî sübut bulabilir.

Öyle ise, o anda onu terk edebilir.

Kur’ân ona o anda diyebilir ki, “Şu şerdir, yapma.” .

(26.söz)

İnsana meyiller mecburiyet koşmak için verilmemiştir!..

Onları kontrol altında tutabilecek bir irade bahşedilmiştir!..

O meyilleri istediği yöne tercihle tasarruf etmek, isterse vazgeçip

terk etmek selahiyetine sahiptir.

Zira bu manevi kuvvet Ona İmandan verilmiştir,

“meylettiğin de Kur’ân ona diyebilir ki, “Şu şerdir, yapma!..

Hiç kimse ‘benim meylim bu, ne yapayım’ diyemez!..

Haram haramdir!..

Böyle adi düşüş, İradesi olmayan hayvanlar da bile yoktur!..


“Hani Lut da kavmine şöyle demişti:
‘Sizden önce alemlerden hiç kimsenin yapmadığı hayasız-çirkinliği mi yapıyorsunuz?….
Doğrusu siz ölçüyü aşan (azgın) bir kavimsiniz.” 
(Araf Suresi, 80-81)

“Resulullah (ﷺ)

“Ümmetim için en ziyade korktuğum şey Lut kavminin amelidir” buyurdular. 

(Ravi: Cabir / Kaynak: Tirmizi, Hudud 24, (1457);

İbnu Mace, Hudud 12, (2563))

Aynı konudaki diğer hadislerde ise şöyle buyurulur:

“Erkek erkekle … yetinirse ümmetim helak olur.” 

(Hakim, Beyheki) 

“Kadınlara benzemeye çalışan erkeklere Allah lanet etsin” 

(Ebu Davut Libas Bölümü, Bölüm 30, Camiu’s-Sağir 2/124)

Efendimiz,(ﷺ), lutayı normal görenleri ve hatta destekleyenleri

Allah’ın helâk edeceğini bildirmiştir.

Kendisi yapmadığı halde normal, makul ve hatta faydalı görenleri;

yapanlarla aynı konumda değerlendirmiştir:

“Lutilik çoğaldığı zaman Allah,

toplumlardan korumasını kaldırır.

Hangi yaşayış üzerine yıkıma uğrayacaklarını önemsemez.” 

(Ettergib ve’t Terhib 4. cilt 65.)

“Evet, eğer abd, hâlık-ı ef’âli bulunsaydı ve icada iktidarı olsaydı,

o vakit ihtiyarı ref olurdu.

Çünkü ilm-i usul ve hikmette,  “bir şey  vâcip olmazsa, vücuda gelmez.”

kaidesince mukarrerdir ki,

Yani, illet-i tâmme bulunacak; sonra vücuda gelebilir.

İllet-i tâmme ise, malûlu, bizzarure ve bilvücub iktiza ediyor.

O vakit ihtiyar kalmaz!..”

(26.söz)

“Sizi de amellerinizi de Allah yarattı.”(Saffat, 37/96)

Yani kul niyet eder etmez o şey,

irade ve kudret sıfatı tecelli etmediğinden vücuda gelmez.

Eğer gelseydi vazgeçme-tercih- ihtimali olmayacağından dolayı insan mesul olmazdı.

“Allah dilemeyince siz dileyemezsiniz.”

 (İnsan, 76/30; Tekvir, 81/29)

Allah’ın dilemesi de Adetullah’ına ve Hikmetine tabidir!..)


Eğer desen: Tercih bilâ müreccih muhaldir.

Halbuki, o emr-i itibarî dediğimiz kisb-i insanî, bazan yapmak

 ve bazan yapmamak,

eğer mûcip bir müreccih bulunmazsa, tercih bilâ müreccih lâzım gelir.

Şu ise, usul-ü kelâmiyenin en mühim bir esasını hedmeder…”

(26.söz)

“Yer yüzünde sefere çıktığınız vakit

 kafirlerin size bir kötülük yapmalarından korkarsanız,

namazı kısaltmanızdan ötürü size bir günah yoktur…”

(Nisa 101)buyurmuştur.

Şimdi insanlar güven içerisindedir.

Buna rağmen namazlar hala niçin kısaltılıyor?.. Diyemeyiz,

Zira;

O’nun sıfat ve esmâsının  münezzehiyetine halel getirirken, öte yanda

Küllî  İradesini’ bir sebebe bağlı’ görmekle hataya düşeriz,.

Oysa Mürid-i’Azze ve Celle’nin  İrede-i tasarrufu  sebeplerin fevkiyetine değil,

Meişeti ilahi’nin Mukadderat-ı Hikmetine bakar!..

“Eğer desen: 

Madem katli halk eden Haktır. Niçin bana kàtil denilir?..”

(26.söz)

İnsan;

İnsan katle meyleder,   şartlarını hazırlar, cürmü gerçekleştirir, adam ölür.

Ölümü yaratan Allah’tır, fakat ölüme meyil cihetiyle

insanın iradesi vesile olduğundan katil insandır!..

Demek ki; 

Şerri yaratmak şer değil. Şerrin gerçekleşmesine vesile olmak şerdir.

İrade-i cüz’iye-i insaniye

ve cüz-ü ihtiyariyesi, çendan zayıftır, bir emr-i itibarîdir.

Fakat Cenâb-ı Hak ve Hakîm-i Mutlak,

o zayıf, cüz’î iradeyi, irade-i külliyesinin taallûkuna bir şart-ı âdi yapmıştır.

Yani, mânen der:

“Ey abdim,

ihtiyarınla hangi yolu -istersen,

seni o yolda götürürüm. Öyleyse mes’uliyet sana aittir.”

Teşbihte hata olmasın, sen bir iktidarsız çocuğu omuzuna alsan,

onu muhayyer bırakıp

“Nereyi istersen seni oraya götüreceğim” desen;

o çocuk yüksek bir dağı istedi, götürdün.

Çocuk üşüdü yahut düştü. Elbette,

“Sen istedin” diyerek itab edip, üstünde bir tokat vuracaksın.

İşte, Cenâb-ı Hak, Ahkemü’l-Hâkimîn, nihayet zaafta olan

abdin iradesini bir şart-ı âdi yapıp, irade-i külliyesi ona nazar eder.

Elhasıl:

Ey insan! Senin elinde gayet zayıf, fakat seyyiatta

ve tahribatta eli gayet uzun ve hasenatta eli gayet kısa,

cüz-ü ihtiyarî namında bir iraden var.

O iradenin bir eline duayı ver ki,

silsile-i hasenâtın bir meyvesi olan Cennete eli yetişsin

ve bir çiçeği olan saadet-i ebediyeye eli uzansın.

Diğer eline istiğfarı ver ki,

onun eli seyyiattan kısalsın ve o şecere-i mel’unenin

bir meyvesi olan zakkum-u Cehenneme yetişmesin.

Demek,

dua ve tevekkül meyelân-ı hayra büyük bir kuvvet verdiği gibi,

istiğfar ve tevbe dahi meyelân-ı şerri keser, tecavüzâtını kırar!..”  (26.söz)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir