“Belki hikmet-i İlâhiye,

nihayetsiz makamâtı kat’ edecek olan insanın istidadına muvafık

bir dâr-ı teklifi iktiza ettiği için,

melâikelerin aksine olarak, muktezâ-yı fıtratları olan malûm günahla

Cennetten ihraç edildi.


Demek, Hazret-i Âdem’in Cennetten ihracı ayn-ı hikmet

ve mahz-ı rahmet olduğu gibi,

küffârın da Cehenneme idhalleri haktır ve adalettir!.. (mektubat)

“…nihayetsiz makamâtı kat’ edecek olan insanın istidadına muvafık”

derken;

İnsan, ahsen-i takvimde yaratıldığı

ve ona gayet câmi’ bir istidad verildiği için, esfel-i sâfilînden ta âlâ-yı illiyyîne,

ferşten ta Arşa, zerreden ta şemse kadar dizilmiş olan makamata,

meratibe, derecata, derekata girebilir

ve düşebilir bir meydan-ı imtihana atılmış,

nihayetsiz sukut ve suuda giden iki yol onun önünde açılmış

bir mu’cize-i Kudret

ve netice-i hilkat

ve acûbe-i san’at olarak

şu dünyaya gönderilmiştir.”(sözler) kasdedilmiştir…

“…muktezâ-yı fıtratları olan malûm günahla,”

Derken de;

İnsanın fıtratının gereği, hep yükselmek, mertebelere, derecelere çıkmak ve daimi olmak, saadete varmak…

yani Hikmet-i İlâhiye’nin bir lütfu olarak insan mahiyetine,

terakkiyat arzusu, ebed emeli ihsan edilmiş!..

aslında insanın en zayıf noktalarından biri de bu…

insanoğlu sevdiği, arzuladığı bir şeye daimi sahip olmak ister…

şeytan da bunu bildiğinden onu daima aldatır…

ilk aldatması da, Adem (a.s) ile olmuştur…

Adem babamız yalnız iken cennette sıkılıyordu, Havva anamızı Rabbim lütfedince

Cenneti pek sevdi…

Oradan ayrılmak düşüncesi ve kaygısı onu sardı…

İblis onun bu kaygısını anladı ve onu kandırdı…

“O yasak ağacın meyvesini yerse, cennetten hiç çıkmayacağını” söyledi…

Böylece ilk insan, ebed arzusu ile nefsine yenilip, şeytanın oyununa geldi…

Cennetten çıkarılıp dünya ya indirildiler…

Hakikatte ise, Hikmet-i İlâhiye,

İnsanoğlundan bir imtihan neticesinde cenneti ve cehennemi doldurup,

Bütün isim ve sıfatlarını tecelli ettirerek, tanınmayı ve bilinmeyi diledi…

Bir imtihan neticesin de adaletini tecelli ettirmek, rahmetini ve cemalini göstermek istedi…

Şüphesiz ki, günah ve sevab yeri olmayan cennette yaşanan bu hadise,

İnsanoğlu için kaderin başlangıcı, hayrın ve şerrin açıkça belirlendiği,

fayda ve zararın, hak ve batılın kesin çizgilerinin çizildiği bir hadisedir ki,

Adem (a.s) için bir günah olmaktan ziyade,

çok hikmetlerle dolu bir zelle demek daha uygun olur…

Zira, Peygamberler zellelerinden dolayı herhangi bir cezaya uğramayacaklardır.

Ebu’l-Hasen-i Şâzelî, Hz. Âdem(a.s)’in zellesi hakkında şöyle der:

“Ne hikmetli bir günah ki,

kıyamete kadar gelecek insanlara tövbenin meşru kılınmasına sebep olmuştur.”

(Risale-iHamidiye ,s. 611.)

“Resulullah () buyurdular ki:

“Hz. Âdem(a.s) ve Musa(a.s) münakaşa ettiler.

Musa, Âdem’e:

‘-İşlediğin günahla insanları cennetten çıkaran

ve onları şekavete (bedbahtlığa) atan sensin değil mi!’ dedi.

Âdem de Musa’ya:

‘-Sen, Allah’ın risalet vermek suretiyle seçtiği

ve hususi kelamına mazhar kıldığı kimse ol da

daha yaratılmamdan (kırk yıl) önce Allah’ın bana yazdığı bir işten dolayı

beni ayıplamaya kalk (bu olacak şey değil)!’ diye cevap verdi.”

Resulullah() devamla dedi ki: “Hz. Âdem Musa’yı ilzam etti!”

( Buhârî, Kader 11, Enbiya 31, Tefsir, Taha 1, 3, Tevhid 37; Müslim, Kader 13, (2652); Muvatta, Kader 1, (2, 898); Ebu Davud, Sünnet 17, (4701); Tirmizî, Kader 2, (2135).)

“Hani, Rabbin meleklere,

‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.’ dedi.

Onlar,

‘Bizler hamdinle sana tesbih ve seni takdis edip dururken,

yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun?’

dediler.

Allah ()da onlara, ‘Sizin bilemeyeceğinizi şüphesiz ki ben bilirim.’ dedi.” (Bakara, 2/30)

“Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti, sonra onları meleklere arz ederek: “Eğer (iddiânızda) doğru kimseler iseniz,

haydi şunların isimlerini bana bildirin!” buyurdu. (Bakara, 2/31)

“(Melekler) dediler ki:

“Seni (her türlü noksanlıktan) tenzîh ederiz; Senin bize öğrettiklerinden başka bizim için bir ilim yoktur. Şübhe yok ki Alîm (herşeyi bilen), Hakîm (her işi hikmetli olan) ancak Sensin!” (Bakara, 2/32)

Eğer Hz. Âdem(a.s) Cennette kalsa idi, melek gibi makāmı sâbit kalırdı,

isti‘dâdât-ı beşeriye inkişâf etmezdi.

Hâlbuki yeknesak sâbit- makām sâhibi olan melâikeler çoktur,

o tarz ubûdiyet –kulluk- için insana ihtiyaç yok…

Belki hikmet-i İlâhiye, nihâyetsiz makāmâtı kat‘ edecek olan

insanın isti‘dâdına muvâfık

bir dâr-ı teklîfi -imtihan yerini- iktizâ ettiği (gerektirdiği) için,

melâikelerin aksine olarak, muktezâ-yı fıtratları olan

ma‘lûm günahla Cennetten ihrâc edildi.” (mektûbât)

Bab-ı Şefkat Nur

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir