‘NEFSİNDEKİ ENE’Yİ YIRT, HÜVE’Yİ GÖSTER!..’
“nefislerinizi temize çıkarmayın!..”
(Necm, 32)
“âyeti işaret ettiği gibi, tezkiye-i nefis etmemek.
Zira, insan, cibilliyeti ve fıtratı hasebiyle nefsini sever.
Belki, evvelâ ve bizzat yalnız zâtını sever;
başka her şeyi nefsine feda eder.
Mâbuda lâyık bir tarzda nefsini metheder;
mâbuda lâyık bir tenzihle nefsini meâyipten tenzih ve tebrie eder.”
(26.söz-zeyl)
Bu hatveyi nasıl anlamalıyız…
Evvelâ;
“Ey nefisperest nefsim, ve ey dünyaperest arkadaşım!
Muhabbet şu kâinatın bir sebeb-i vücududur.
Hem şu kâinatın rabıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır.
İnsan kâinatın en câmi’ bir meyvesi olduğu için,
kâinatı istilâ edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir!..”
(24.söz.dal)
İşin hakikatinde, hilkatin yani yaratılışın gereği böyleyken
İnsan,
“…Nefsine perestiş eder tarzında, şiddetle müdafaa eder.
Ve hattâ,
fıtratında tevdi edilen ve Mâbud-u Hakikînin hamd ve tesbihi için
ona verilen cihazat ve istidadı kendi nefsine sarf ederek,
مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُ) )“Nefsinin arzusunu kendine mâbud edinen kimse…”
(Furkan, 43) sırrına, – cehaleti ve zulmüyle – mazhar olur…
Aynen,
Ahzab Suresi Ayet 72’de dediği gibi:
“Biz emaneti göklere, yeryüzüne ve dağlara teklif ettik;
ama onlar bunu yüklenmek istemediler.
Ondan korktular ve onu insan yüklendi. Şüphesiz insan çok zalim, çok cahildir!..”
Dediği gibi…
İnsan, bu cahilane zulmüyle,
Herşeyde, kendini görür, kendine güvenir, kendini beğenir.
İşte, şu mertebede,
şu hatvede tezkiyesi, tathiri, onu tezkiye etmemek, tebrie etmemektir!..”
(26.söz-zeyl)
Yani;
Bu halin tezkiyesi; (terbiye edilerek temizlenmesi)
Şudur ki;
“Öyle ise, nefsindeki ene’yi yırt, Hüve’yi göster.
Ve kâinata dağınık bütün muhabbetlerin,
Onun esmâ ve sıfâtına karşı verilmiş bir muhabbettir;
“…sende senin nefsine olan şedit muhabbetin,
O’nun Zâtı’na karşı muhabbet-i zâtiyedir ki,
sen sûiistimal edip kendi zâtına sarf ediyorsun.”
(24.söz dal)
O halde şunu bil ki, seni sûiistimal e sürükleyen,
sendeki yırtıp Hüve’yi göstereceğin ene, kalbinde, bir çekirdek, bir tohum gibidir…
Yani şöyle ki;
Nasıl ki; “Tohum olacak bir habbenin kalbi, yani içi delindiği zaman,
elbette sümbüllenip neşvünemâ bulamaz, ölür gider.
Kezâlik, ene ile tâbir edilen enâniyetin kalbi,
“Allah Allah” zikrinin şuâve hararetiyle yanıp delinirse – yırtılırsa -,
büyüyüp gafletle firavunlaşamaz.
Ve Hâlık-ı Semâvat ve Arza isyan edemez!…” (yani, ene putuyla şirk koşamaz!..)
(mesnevi-i nuriye, hubab)
Bu makam da tathirî, yani arınması
ve yaratılış gayesindeki kemâle ulaşması ancak su şekilde mümkün olabilir;
“Kelime-i Tevhidin tekrar ile zikrine devam etmek,
kalbi pek çok şeylerle – masivaya- bağlayan bağları, ipleri kırmak içindir.
Ve nefsin tapacak derecede
sanem ittihaz ettiği mahbuplardan yüzünü çevirtmekle,
– ancak HÜVE’ yi gösterir -… (livechillah…)
Maahaza,
zâkir olan zâtta bulunan hâsseve lâtifelerin
ayrı ayrı tevhidleri olduğuna işaret olduğu gibi,
onların da, onlara münâsip şerikleriyle olan alâkalarını kesmek içindir…”
(mesnevi-i nuriye, hubab)
Meselâ;
İradeyi;
Batıl tercihlerden uzaklaştırıp, yaratılış gayesi olan İbadetullaha raptetmekle…
Zihnin;
fuzuliyattan alakasını kesip, yaratılış gayesi olan Marifetullaha yöneltmekle…
Kalbin;
masivadan (dünyevi sevgililerden) bağlarını koparmak…
‘Yere göğe sığmam mü’min kulumun kalbine sığarım’,
kuds-i hadisi’ne mazhar ederek muhabbetullaha ulaştırmakla…
Vicdanı;
Enfüsî ve afakî zulüm sebeplerinden sıyırıp,
“İşte, şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak,
nihayetsiz bir kemâl sahibi olabilir!..”
Hakikatine binaen,
tevhid zikriyle livechillaha yönelip,
vücudunu, mucidine feda etmek,
ve sevgisini, muhabbetini Malik-i Hakiki’sine hasretmekle!..
Hulasa;
nefsindeki ene’yi yırtıp, HÜVE’yi göstererek,
Ve kâinata dağınıkbütün muhabbetlerin,
Hamdin hakikatiyle,
Ve Kelime-i Tevhid’indaim tekrar tekrar zikr-i şua’ıyle,
Enenin,
zahir ve batın bütün aza ve hasselerinde
O(ﷻ)’nun Esmâ ve Sıfâtına karşı
verilmiş bir muhabbete mazhar ve müzhir olmakla!..
Zira muhabetullah’ta;
mazhar abidlik, Müzhîr şuhud makamıdır!..