MÜSLÜMANLAR 

TEŞRİK TEKBİRLERİ İLE

TAVAFTAKİLERE AZİM BİR HALKA OLUR!..

Evet, eğer namazların arkasında, hususan bayram namazlarında, bir anda Allahu ekber diyen yüzer milyon insanların sesleri, âlem-i gaybda ittihad ettikleri – birleştikleri -gibi, âlem-i şehadette dahi birbiriyle ittihad edip içtima etse, küre-i arz tamamıyla büyük bir insan olup, azametine nisbeten büyük bir sadâ ile söylediği Allahu ekber’e müsavi geldiğinden, muvahhidînin ittihadıyla bir anda Allahu ekber demeleri, küre-i arzın büyük bir Allahu ekber’i hükmüne geçiyor. Adeta bayram namazlarında âlem-i İslâmın zikir ve tesbihiyle zemin zelzele-i kübrâya mazhar olup,  aktâr ve etrafıyla Allahu ekber deyip,  kıblesi olan Kâbe-i Mükerremenin samimî kalbiyle niyet edip,

-Beden için kalp ne ise, Müslümanlar için de Kâbe odur. İbadetin merkezi Kâbe’dir…- Mekke ağzıyla, Cebel-i Arefe diliyle Allahu ekber diyerek, o tek kelime,  etraf-ı arzdaki umum mü’minlerin  mağaramisal ağızlarındaki havada temessül ediyor!..” (mesnevi Nuriye) Kâbe, bayramın birinci günü âdeta bütün Müslümanları temsilen müthiş bir kalabalığa ve heyecana sahne oluyor. Yani Mekke, Kâbe ve Arafat Kurban Bayramı’nda bütün Müslümanların ortak sesi, müşterek aklı ve tek kalbi durumuna geliyor. Hacca gelemeyen diğer Müslümanlar da teşrik tekbirleri ile bu merkeze büyük bir halka oluyorlar.

Semadan bakan birisi için dünya mescit, Mekke minber, Kâbe mihrap, hacılar ön safta, diğer Müslümanlar ise çevre saflarda gibi görünür. Hep bir ağızla Allah’ı tekbir ve tezkir ediyorlar. Cebel-i Arefe‘nin dile benzetilmesinin sebebi, o mübarek mekânın dua mekânı olmasından dolayıdır.  Malum Arafat’ta vakfeye durup dua etmek farzdır.  Arafat; vakfeye durulan, duaların geri çevrilmeyeceği müstesna bir zaman dilimi ve kudsi bir mekândır.

“Birtek Allahu ekber kelimesinin aks-i sadâsıyla hadsiz Allahu ekber vuku bulduğu gibi, o makbul zikir ve tekbir, semâvâtı dahi çınlatıp berzah âlemlerine de temevvüç ederek sadâ veriyor!..
İşte, bu arzı böyle kendine sâcid… (mesnevi Nuriye) – yani yerküre daimi bir şekilde secde halinde-“ “Ve ra‘d  (gök gürültüsü) O’na hamd ile (tesbîh ederken),  melekler de O’nun korkusundan (yine O’nu) tesbîh eder(ler)!.. Hem (O,) yıldırımları gönderir de onlarla dilediğini çarpar; böyleyken onlar (hâlâ) Allah hakkında mücâdele ediyorlar!.. Hâlbuki O, (düşmanlarına karşı) azâbı pek şiddetli olandır!..”(Ra’d,13)

  “Evet hiçten, birden hârika bir gürültü ile cevvi – hava boşluğunu – konuşturmak ve fevkalâde bir nûr ve nâr  ile zulmetli cevvi ışıkla doldurmak ve dağvârî (dağ gibi) ve pamuk-misâl   ve dolu ve kar ve su tulumbası hükmünde olan bulutları ateşlendirmek gibi hikmetli ve garâbetli -ilginç- vaziyetleriyle, baş aşağı gāfil insanın başına tokmak gibi vuruyor:

‘Başını kaldır, kendini tanıttırmak isteyen fa‘âl ve kudretli  -hadsiz faâliyet ve kudret sâhibi- bir Zât’ın hârika işlerine bak!.. Sen başıboş olmadığın gibi, bu hâdiseler de başıboş olamazlar. Herbirisi çok hikmetli vazîfeler peşinde koşturuluyorlar.’ ” (Şuâ‘lar, 7. Şuâ‘, 103)

ve âbid ve ibâdına mescid 

“Hak duâ (ve da‘vet) ancak O’nadır. O’ndan başka (kendilerine) duâ etmekte oldukları şeyler (putlar) ise, kendilerine hiçbir şekilde cevab veremezler;  (onlar) ancak ağzına erişsin diye suya doğru iki avucunu açan kimse gibidir; hâlbuki (elini suya doğru açmakla) o (su, onun ihtiyâcını anlayıp da) ona ulaşıcı değildir. Kâfirlerin (kendi putlarına olan) duâsı da  (böyle) dalâlet içinde kalmaktan başka bir şey değildir…” (Ra’d,14)

“Hâlbuki göklerde olan ve yerde bulunan hareket eden bütün canlılar ve melekler, büyüklük taslamadan sâdece Allah’a secde eder.” (Nahl,49)

Peygamberimiz Efendimiz() şöyle buyurmuştur:

“Diğer peygamberler kendi kavimlerine hususi olarak gönderilmiş, fakat ben bütün insanlara peygamber olarak gönderildim!..” (Buhari, Teyemmüm, 1, Salat, 56;)

 “Görmedin mi, şübhesiz Allah  (O Rabbinizdir ki), göklerde olan ve yerde bulunan herkes, güneş, ay ve yıldızlar, dağlar, ağaçlar,  (yeryüzünde) hareketli olan (bütün) canlılar ile insanlardan birçoğu O’na secde eder.  (Onlardan) birçok (kimse) de vardır ki, azab üzerine hak olmuştur. Ve Allah kimi alçaltırsa, artık onu yükseltecek kimse yoktur. Muhakkak ki Allah, ne dilerse yapar!..” (Hacc, 18)

“Kur’ân-ı Hakîm tasrîh ediyor – açıklıyor)- ki, arştan ferşe, -gökten yere-  yıldızlardan sineklere, meleklerden semeklere – balıklara-, seyyârâttan zerrelere kadar herşey Cenâb-ı Hakk’a secde ve ibâdet ve hamd ve tesbîh eder!.. Fakat ibâdetleri, mazhar oldukları esmâlara ve kābiliyetlerine göre ayrı ayrıdır, çeşit çeşittir!..”  (Sözler, 24. Söz, 140)

ve kendine müsebbih;  Yedi gök ile yer ve bunlarda bulunan herkes O’nu tesbîh eder. Ve O’na, hamd ile tesbîh etmeyen hiçbir şey yoktur. Fakat (siz) onların tesbihlerini anlamazsınız. Şübhesiz ki O, Halîm (azabda hiç acele etmeyen)dir, Gafûr (çok bağışlayan)dır.” (isrâ;44)

ve mükebbireden Zât-ı Zülcelâle, yerin zerrâtı adedince hamd ve tesbih ve tekbir edip ve mevcudatı adedince hamd ediyoruz ki, bize bu nevi ubudiyeti ders veren Resul-i Ekrem (ﷺ)’a ümmet eylemiş!..” (mesnevi Nuriye)

Bab-ı Şefkat NUR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir