FAKAT ANNEMİN (buna)

ÜZÜLMESİNDEN MAHZUN OLURUM!

“BANA ZİNDAN AĞIR GELMEZ…

FAKAT ANNEMİN (buna)

ÜZÜLMESİNDEN MAHZUN OLURUM!..”  (İmam-ı Azam Ebu Hanife)

 Ve Rabbin,

kendisinden başkasına ibâdet etmemenizi

ve ana-babaya iyilik etmeyi emretti.

Eğer onlardan biri veya her ikisi, senin yanında ihtiyarlığa erişirse,

sakın onlara “öf!” bile deme!

Onları azarlama

ve onlara güzel söz söyle!..”

 (İsra,23)

Hem onlara merhamet(in)den alçak gönüllülük kanadını indir

ve de ki:

“Rabbim! (Onlar) beni küçük iken nasıl (merhamet edip) yetiştirdilerse, 

(Sen de) onlara (öyle) merhamet eyle!” 

(İsra,24)

Ebû Abdurrahman Abdullah İbni Mes`ûd (r.a) şöyle dedi:

Peygamber ()’a:

– Allah’ın en çok beğendiği amel hangisidir? diye sordum.

 “Vaktinde kılınan namazdır” diye cevap verdi.

– Sonra hangi ibadet gelir? dedim.

– “Ana ve babaya iyilik ve itaat etmek” buyurdu.

– Daha sonra hangisi gelir? diye sordum.

– “Allah yolunda cihâd etmek” buyurdu.  

(Buhârî, Mevâkît 5, Cihâd 1, Edeb 1, Tevhîd 48; Müslim, Îmân 137-139.)

Ebû Hüreyre (r.a)’den rivayet edildiğine göre

Resûlullah () şöyle buyurdu:

“Hiçbir evlâd babasının hakkını ödeyemez.

Şayet onu köle olarak bulur

ve satın alıp âzâd ederse, babalık hakkını ödemiş olur!..”

Müslim, İtk 25. 

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- şöyle nakleder:

“Bir adam Rasûlullah (’e gelerek;

«–Kendisine en iyi davranmam gereken kimdir?» diye sordu.

Rasûlullah();

“–Annen!” buyurdu.

Adam;

“–Ondan sonra kimdir?” diye sordu.

“–Annen!” buyurdu.

Adam tekrar;

“–Ondan sonra kim gelir?” diye sordu.

“–Annen!” dedi.

Adam tekrar;

“–Sonra kim gelir?” diye sordu.

Rasûl-i Ekrem ();

“–Baban!” cevabını verdi.

(Buhârî, Edeb, 2; Müslim, Birr, 1)

Diğer bir rivâyete göre babadan sonra da;

“–Sana en yakın olan akraban.” buyurdu.

(Müslim, Birr, 2)

Ebû Hanîfe, Bağdat kadılığını reddedince

Halîfe tarafından zindana atıldı. Dedi ki:

«‒Bana zindan ağır gelmez.

Fakat annemin ( bu halimi duyunca) üzülmesinden mahzun olurum…»

Sa‘d bin Ebî Vakkas (r.a)’ın on yedi veya on dokuz yaşında iken

İslâmiyet’i kabul etmesi üzerine annesi,

dîninden dönmediği müddetçe

onunla konuşmamaya ve yemek yememeye ant içti;

fakat Sa‘d  dînin den dönmeyeceğini söyledi.

Mus‘ab bin Umeyr (r.a)’in zengin olan annesi de,

dîninden dönmezse onu mîrâsından mahrum etmekle tehdit ediyordu.

Babası; Ebû Cendel (r.a)’ı, hicret etmemesi için zincirlere vurmuştu.

İşte bu âyet-i kerîme böyle bir durumda yapılması gerekeni bildirir:

“Eğer onlar (anne-baban) seni,

hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne)

Bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme!..

Onlarla dünyada iyi geçin.

Bana yönelenlerin yoluna uy.

Sonunda dönüşünüz ancak Bana’dır.

O zaman size, yapmış olduklarınızı haber veririm!..” 

(Lokmân, 15)

Âhirete îman çok mühimdir. Müteâkip âyette,

Lokman (a.s)’ın nasihatlerine dönülmektedir.

O da, evlâdına tevhidden sonra âhiret ve tefekkür dersi vererek şöyle der:

“Yavrucuğum!

Yaptığın iş (iyilik veya kötülük),

bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa

ve bu, bir kayanın içinde

veya göklerde

yahut yerin derinliklerinde bulunsa,

yine de Allah onu (senin karşına) getirir.

Doğrusu Allah,

en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır!..” 

 (Lokmân, 16)

 “Evet, dünyada en yüksek hakîkat

peder ve vâlidelerin evlâdlarına karşı olan şefkatleridir

ve en âlî hukuk dahi onların

o şefkatlerine mukābil onlara hürmet etmek, onların haklarıdır.

Çünki onlar,

hayatlarını kemâl-i lezzetle evlâdlarının hayâtı için fedâ ediyorlar,

sarf ediyorlar.

Öyle ise,

insâniyeti sukūt etmemiş (kıymetinden düşmemiş)

 ve canavara inkılâb etmemiş 

her bir veledin farz olan bir vazîfesi de,

o muhterem sâdık fedâkâr dostlara hâlisâne (sâfî) hürmet

ve samîmâne hizmet

ve rızâlarını tahsîl (rızâlarını kazanmak) 

ve kalblerini hoşnûd etmektir.

Amca ile hala, peder hükmündedirler.

Teyze ile dayı, ana hükmündedirler.

İşte o mübârek ihtiyarların vücudlarını istiskāl edip 

(varlıklarını ağır bir yük gibi görüp) ölümlerini arzu etmek,

ne kadar vicdansızlık ve ne kadar alçaklıktır,

bil, ayıl!..

Evet, hayâtını senin hayâtına fedâ edenin

zevâl-i hayâtını (ölümünü) arzu etmek,

ne kadar çirkin bir zulüm ve ne kadar çirkin bir vicdansızlık olduğunu anla!..

Ey derd-i maîşetle  mübtelâ olan insan!

Bil ki:

Senin hânendeki bereket direği ve rahmet vesîlesi

ve musîbet dâfiası (belâları def‘ eden),

hânendeki o istiskāl ettiğin (varlıklarını ağır bir yük gördüğün)

ihtiyar veya kör akrabândır.

Sakın deme,

maîşetim dardır, idâre edemiyorum!

Çünki onların yüzünden gelen bereket olmasa idi,

elbette senin dıyk-ı maîşetin (geçim sıkıntın) daha ziyâde olacaktır!..” 

(26. Lem‘a,)

Ebû Bekre Nüfey İbni Hâris (r.a)’den rivayet edildiğine göre,

Resûlullah ():

– “Büyük günahların en ağırını size haber vereyim mi?” diye üç defa sordu.

Biz de:

– Evet, Yâ Resûlallah, dedik.

Resûl-i Ekrem():

 “Allah’a şirk koşmak, ana babaya itaatsizlik etmek” buyurduktan sonra,

yaslandığı yerden doğrulup oturdu

ve “İyi dinleyin, bir de yalan söylemek ve yalancı şâhitlik yapmak” buyurdu.

Bu sözü durmadan tekrarladı.

Daha fazla üzülmesini istemediğimiz için keşke sussa, diye arzu ettik.
(Buhârî, Şehâdât 10, Edeb 6, İsti’zân 35, İstitâbe 1; Müslim, Îmân 143.)

Bab-ı Şefkat NUR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir