MEVCUDA İKTİFÂ, DÛN-HİMMETLİKTİR
“Tertib-i mukaddematta tevfiz tembelliktir; terettüb-ü neticede tevekküldür.
Semere-i sa’yine ve kısmetine rıza kanaattir, meyl-i sa’yi kuvvetlendirir;
mevcuda iktifâ, dûn-himmetliktir.”
(hakikat çekirdekleri)
Tertib-i mukaddematta tefviz, tembelliktir hükmünün mânası,
bir şeye ulaşmakta,
vasıta olan sebeplerin terk edilip,
Allah’a havale edilmesine denilir ki,
bu da tembellikten başka bir şey değildir.
Mesela, meyveyi elde etmek için,
Allah, sebepleri tertip ve tayin ile sıraya koymuştur.
Bir çiftçi önce tarlasını sürecek,
sonra ağaç dikecek, sonra da sulayıp, budayıp, aşılayıp bakımını yapacak.
Bu tertiplerden birini atlasa ya da Allaha havale edip,
“ben tevekkül ehliyim” dese,
verim alamadığı gibi, tembellik damgasını da yer…
Zira Allah, sadece meşgale olunsun diye değil,
fiili dua olarak, sebeplerin hazırlanmasını ve uyulmasını mecbur kılmıştır…
Terettüb-ü neticede, tevekkülün mânası ise,
insan, kendine düşeni yapıp, bütün sebepleri yerine getirdikten sonra,
neticeyi Allah’tan beklemesidir.
Zira ondan sonra insanın yapacağı bir şeyi kalmıyor.
Bulutları toplamak, yağmur yağdırmak,
Ağaçların büyüyüp dal, yaprak ve çiçek vermesini temin etmek için
güneşi istihdam etmek gibi hususlar,
insanın gücünde ve riyasetinde olan şeyler değildir.
Onun için, sebeplerin tedbir ve tayinin de değil,
neticede tevekkül etmek gerekiyor.
İşte; insanın elindeki mal ve mülkü kâfi görüp
çalışmayı ve gayreti terk etmesi;
“Tertib-i mukaddematta tevfiz dir… tembelliktir…”
Boş durmak ve çalışma ve gayreti terk etmek, kötü ahlâktan sayılmıştır.
Zira insanın bu dünyada vazifesi, boş oturup tembellik etmek değildir.
Hem atalet, gayretsizlik, tembellik gibi şeyler, adem (yokluk) hükmündedir.
Yani, bir nevi yokluk ve hiçlik mânasını taşıyor.
İnsan fıtratına konulmuş olan istidadı geliştirmek için,
hareket, gayret, çalışmak ve mücadele gibi şeylere muhtaçtır.
Atıl kalınca, çok kemalat ve istidatları zayi’ olur.
“Semere-i sa’yine,
kısmetine rıza göstermek kanaattir. Meyl-i sa’yi kuvvetlendirir.”
(hakikat çekirdekleri)
İnsan, Allah’ın taksimatına itiraz etmeyip, rıza göstermelidir.
İnsan tarlasını ekti, üzerine düşeni yaptı,
bütün sebepleri yerine getirdi,
çalıştı, didindi, etti,
bunun neticesinde de Allah, ona mahsul verdi.
İşte, “neden daha fazla vermedi” diye sızlanmak,
itiraz etmek, rıza göstermemek
kader-i tenkittir ve kulluğa münafidir-zıttır-..
Kısmetine rıza göstermek ve itiraz etmeyip şükretmek, kanaattir…
“ŞERİAT-I İLÂHİYE – İKİDİR.
Birincisi:
Âlem-i asgar -küçük alem- olan insanın ef’âl ve ahvâlini tanzim eden
ve sıfat-ı kelâmdan gelen bildiğimiz şeriattır.
(Âsâr-ı Bediiye)
Allah’ın kelam sıfatından gelen;
vahiy ve peygamberler vasıtası ile insanlığa gönderilen dinlerdir.
Dinler, insanların ibadet, ahlâkî ve içtimaî hayatlarını tanzim eden
ve onlara hakta rehberlik eden semavî emir ve yasaklardır.
İnsan neye inanacak neye inanmayacak,
Allah’a karşı nasıl ibadet edecek,
insanlarla olan münasebetlerinde nelere dikkat edecek
ve nasıl bir tavır sergileyecek,
bütün bunları İslam şeriatı tayin ve tesbit eder.
Bu şeriata ittiba edenler
hem dünya hayatında hem de ahiret hayatında aziz olurlar…
İkincisi:
Sıfat-ı İradeden gelen ve evamir-i tekviniye tesmiye edilen şeriat-ı fıtriyedir ki,
bütün kâinatta câri olan kavânin-i âdâtullahın muhassalasından ibarettir.”
(Âsâr-ı Bediiye)
Tabiat dediğimiz, Allah’ın Kainat üzerindeki ADETULLAH kanunlarıdır!.
İnsan-ı ekber denilen büyük alemin hareket ve sekenâtına nizam ve düzen veren
Allah’ın İrade sıfatına ait;
Çekirdeğin çatlayıp büyümesi,
yıldızların intizamlı bir şekilde kendi yörüngeleri içinde
diğer gezegenlere uyumlu bir durumda hareket etmeleri,
bütün canlıların hayat şartlarının
ve rızıklarının mükemmelen tanzim ve tedbir edilmesi,
suyun kaldırma kanunu,
yerin çekim kuvveti,
ateşin yakıcılığı,
dünyanın dönüşünün bir gün,
ay’ın dönüşünün bir ay, güneş’in dönüşünün bir yıl olması;
İrade sıfatından gelen sünnetullah kanunlarıdır yani, kevnî şeriattır!..
Kâinattaki düzen ve intizamı sağlayan,
bütün varlıkların tabi olduğu büyük kanun;
tabiat kanunlarının bütünü denilen, Adetullah kanunlarıdır ki;
bazan yanlış olarak “tabiat” diye vasıflandırılır…
Melekler cemaati azim bir ümmet gibidir…
Melekler, tabiat dediğimiz,
Allah’ın Kainat üzerindeki
ADETULLAH kanunlarının
Hem emirberleri,
hem de kâinattaki işleyen bu kanunların temsilcileri ve vekilleridir…
Meleklerin en büyük vazifelerinden birisi de
Kâinatı oluşturan şuurlu suursuz varlıklara vekâlet etmek
onların tesbih ve dualarını temsil etmektir!..
Bab-ı Şefkat NUR