“Ehl-i hak ve ehl-i tetkiktir. Derler ki:
Kur’ân bitmez ve tükenmez bir hazinedir!..”
(29. mektup)
“2. Surelerin başlarındaki huruf-u mukattaa, İlahi bir şifredir. Beşer fikri ona yetişemiyor. Anahtarı, ancak Hazret-i Muhammed Aleyhissalatü Vesselamdadır.”
“3. Şifrevari şu huruf-u mukattaanın zikri, Hazret-i Muhammed Aleyhissalatü Vesselamın fevkalade bir zekaya malik olduğuna işarettir ki, Muhammed Aleyhissalatü Vesselam, remizleri, imaları ve en gizli şeyleri sarih gibi telakki eder, anlar.”
(İşârâtü’l-İ’câz, Bakara Sûresi, 1. Ayetin Tefsiri.)
“Sûrelerin başlarındaki huruf-u mukattaa İlâhî bir şifredir; has abdine, onlarla bazı işaret-i gaybiye veriyor. O şifrenin miftahı, o abd-i hastadır, hem onun veresesindedir. Kur’ân-ı Hakîm madem her zaman ve her taifeye hitap ediyor; her asrın her tabakasının hissesini câmi çok mütenevvi vücuhları, mânâları olabilir.”
(29. mektup)
“Ehl-i hak ve ehl-i tetkiktir. Derler ki:
‘Kur’ân bitmez ve tükenmez bir hazinedir. Her asır, nusus ve muhkemâtını teslim ve kabul ile beraber, tetimmat kabilinden, hakaik-i hafiyesinden dahi hissesini alır, başkasının gizli kalmış hissesine ilişmez.’”
(29. mektup)
Yani, Kur’ân öyle Kerim bir hazinedir ki; her asrın hissesini ayrı lutfeder!..
“Evet, Kur’ân-ı Hakîmin envârıyla hasıl olan o inkılâb-ı azîm-i içtimaîde ezdad birbirinden çıkıp ayrılırken”
Selef-i Sâlihîn ise, en hâlis parça onlarındır ki, beyan etmişler. Ehl-i velâyet ve tahkik, seyr ü sülûk-ü ruhaniyeye ait çok muamelât-ı gaybiye işârâtını onlarda bulmuşlar.
(29. mektup-1. risale)
Her asırda, veya insanın gençlik, olgunluk ve ihtiyarlık denilen hayat dönemeçlerinde kendinde hakim olan bir ismin, istidad ve kabiliyetlerine göre, hatta yaşadığı zamanın çocuğu olması hasebiyle, ferdi veya içtimai tarzda Kur’an-ı Kerim’den hissesini alır!.. Dersini çıkarır, hikmetini kavrar, manasını hisseder, Furkan-ı Hakim’in hidayetiyle irşad olup, iman ve tasdik ile, kendi asrına sözünü söyler!..
“Bak, nasıl her asır, o şems-i hidayetten aldıkları feyizle çiçek açmışlar; Ebû Hanife, Şâfiî, Ebû Bayezid-i Bistâmî, Şah-ı Geylânî, Şah-ı Nakşibend, İmam-ı Gazâlî, İmam-ı Rabbânî -İmam Nursî- gibi milyonlar münevver meyveler veriyor!..”
(19. söz)
Surelerin başındaki kesik harfler (huruf-u mukattaa) Allah ile Resulü (ﷺ) arasında bir şifredir ve Tahiyyat’taki gibi hususî bir konuşma veya hitaptır… Anlâm ve esrarını bilmek ancak Allah ve Resulü’ne (ﷺ) mahsustur.
Kur’an’ı anlama ve idrak etmede birinci sıra ve birinci muhatab Allah’ın Habibi, Nebisi, Resulü ve Alemlerin Efendisi (ﷺ)’dir. Bu yüzden Kur’an bazı şifreli remiz, işaret ve ifadelerini sadece O (ﷺ)’nun üstün yaratılışındaki, o yüksek ve kamil anlayış ve görüşüne göre inzal ve tanzim etmiştir diyebiliriz.
Peygamber Efendimiz (ﷺ) Kur’an’ın remizlerini, imalarını ve en gizli şeylerini açık ve sarih gibi telakki eder ve öylece anlar!.. Bunlar ancak O (ﷺ)’nun için fasih ve beliğdir. Başkası için bu mümkün değildir…
Mevlânâ Celaleddini Rumî (r.a)’nin şu sözü bu gerçeği daha iyi ifade eder kanısındayım:
“Ben yaşadıkça Kur’ân’ın bendesiyim -kölesiyim-, ben Hz. Muhammed’in (ﷺ) ayağının tozuyum. Biri benden bundan başkasını naklederse ondan da bîzarım o sözden de bîzarım (şikâyetçiyim).”
(Mesnevi)
Bab-ı Şefkat NUR