“KÂİNÂTI GÜZELCE TANZÎM EDEN
KİM İSE,
ŞU DÎNİ GÜZELCE TANZÎM EDEN YİNE O’DUR!..”.
“Sonra da seni o emir hakkında
(din husûsunda) bir şeriat (bir yol ve usûl) üzerinde kıldık.
Artık (sen) ona tâbi‘ ol;
ve bilmeyenlerin (nefsânî) arzularına uyma!..”
(Casiye,18)
“O bürhân-ı Hakk –Hakk’ın delili- ve sirâc-ı hakîkat -hakîkat güneşi olan
Hz. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm-, öyle bir din ve şeriat göstermiştir ki;
iki cihânın saâdetini te’mîn edecek desâtîri câmi‘dir -düsturları içinde toplamıştır-.
Ve câmi‘ olmakla berâber, kâinâtın hakāikını –hakîkatlerini-
ve vezâifini –vazîfelerini- ve Hâlık-ı Kâinât’ın esmâsını
ve sıfâtını -kâinâtın yaratıcısının isimlerini
ve sıfatlarını-, kemâl-i hakkāniyetle –dosdoğru- beyân etmiştir.
İşte o İslâmiyet ve şeriat, öyle bir tarzda muhît –kuşatıcı- ve mükemmeldir
ve öyle bir sûrette kâinâtı kendiyle berâber ta‘rîf eder ki,
onun mâhiyetine dikkat eden elbette anlar ki;
o din, bu güzel kâinâtı yapan zâtın,
o kâinâtı kendiyle berâber ta‘rîf edecek bir beyannâmesidir ve bir ta‘rifesidir.
Nasıl ki bir sarayın ustası, o saraya münâsib bir ta‘rife yapar.
Kendini vasıflarıyla göstermek için, bir ta‘rife kaleme alır.
Öyle de, din ve Şeriat-ı Muhammediye(ﷺ)’de öyle bir ihâta –kuşatıcılık-,
bir ulviyet –yücelik-, bir hakkāniyet görünüyor ki,
kâinâtı halk ve tedbîr -yaratan ve idâre- edenin kaleminden çıktığını gösterir.
O kâinâtı güzelce tanzîm eden kim ise, şu dîni güzelce tanzîm eden yine O’dur.
Evet o nizâm-ı ekmel -kâinâttaki en mükemmel düzen-,
elbettebu nazm-ı ecmeli -en güzel bir tertîb olan İslâmiyet’i- ister!..”
(Zülfikār, 19. Mektûb, 91-92)
Bab-ı Şefkat NUR