Zilzal suresinde KUR’ AN’ ın sarahaten beyan ettiği zelzele yani· deprem işlenen seyyiatın, küfriyatın, isyanın sıkletinden omuz silkmeye benzeyen titreşimiyle yirminci ve yirmi birinci asrın hayasız yüzüne bir şamar vuruyor.

Gafil beşer elbette buna hazır değildir. Bu şamar karşısında şoke olmaktadır. Ne yapacağını anlamak için fiili istiğfar edeceğine, isyan feryatlarını feryadı figan olarak semaya yükseltmektedir. Rahmeti-i ilahiyeyi celp etmediği gibi gadab-ı ilahiyeyi harekete geçirmektedir. Ve artçı zelzelelerle daimi bir depremle hayatı zehirlediğini, uykuları kaçırdığı ve o gayrı-i meşru sefil hayatlarını her nevi lezzetlerini nasıl burunlarından geldiğini ibretle her kesim tarafından müşahede edilmektedir.

Depremle sarsılan her kesim müracaat edilecek tek dayanağın yüzyılın müceddid-i azamı Bediüzzaman Hazretlerinin kaleme aldığı KUR’ AN’ın gerçek manasını, özünü açıklayan Risale-i Nur külliyatı, depremin gerçek boyutlarını açıklayan kısımlar ilmi, akli, mantıki, mukni delillerle müminlerin yaralarını tedavi etmektedir. KUR’AN’i ilaçlar, merhemler hükmünde mazlum ve mahzunların imdadına yetişmekte ve yaralarını sarmaktadır.

İşlenen cinayetlerin, ihanetlerin, isyanların, seyyiatların zirveye ulaştığı gadab-ı ilahiye-i hiddete getirdiği gayretullaha dokunduğu tecavüzlerin boyutları bu gibi musibetlerin geleceğinin habercisidir.

KUR’ AN’ da bu müthiş sahne zikredilirken çoklarının anlamakta zorluk çektiği bir noktayı, asrın imamı çok güzel bir insicam içerisinde zelzelenin hikmeti vücudunu izah ederken beyan etmektedir.

Ayet-i Kerimede

“Öyle bir musibetten çekininiz ki geldiği vakit yalnız kâfirlere münhasır kalmaz. ” ifade edilmektedir.

Demek oluyor ki musibet geldiği zaman yalnız işleyene münhasır kalmıyor. Masumları da ihata ediyor. İşte bu dehşetli musibetin hikmetini anlatırken en mühim hayati nokta olan müminlerin tavrını, yani ehl-i dalaletin tuğyanını, küfrü tecavüzleri ve sefih cürümleri karşısında ya fiilen veya iltizamen yani taraftar olarak veya iltihak ederek takınılan tavrından dolayıdır ki bu musibet umumileşiyor. İşleyene münhasır kalmıyor. Müminler olarak bilinenlere de şamil oldukları görülmektedir.

Son yüzyılın en büyük depremi olarak ilan edilen bu Marmara depremi dünyanın fani olduğu gerçeğini bir anda çok milyarderlerin sıfıra müncer ettiğini, çok makam ve rütbe sahiplerini, binaları, insanları ve bahçelerdeki eğlenceleriyle beraber nasıl içine yuttuğunu yüzlerce metre ötedeki karaları nasıl denizin içine çektiğini ibretle ve dehşetle seyrettik.

Bu ibretli sahne karşısında her kesimin başını eğip avucunun içine alarak ders çıkarması, ciddi bir nefis muhasebesi yapması lazım gelirken maalesef görülmektedir ki bu kudretin azameti karşısında gafil beşer istenilen gerçek noktayı kavrayamamış, algılayamamış ve böylece çıkarılacak olan ibretamiz dersini alamamıştır.

Yüzlerce, binlerce, on binlerce insanın vefatına vesile olan bu dehşetli olaydan alınması gereken ders ve manayı çarpıtarak Rabbinden hala gaflet ederek, tesiri sebeplere vermektedirler. Bu şekilde lazım gelen gerçek noktayı yakalamakta zorlanmaktadırlar.

Elbette bir olay olurken bir sebep tahtında olmaktadır. Sebepler muvacehesinde işlenmektedir. Müsebbibül esbaptan nazarlar çevrilmekte ve ondan maalesef gaflet edilmektedir. Tabancadan, tüfekten çıkan bir mermiye yüzler çevrilmektedir. Onu dolduran ve tetiği çeken de gaflet edilmekte ve maktulün hukuku ve sebepleri düşünülmektedir.

Bizler Külliyat-ı Nur’daki zelzele bahsini önümüzdeki makalemizde izahını zaid görüyoruz. Yalnız benim için en mühim nokta olan iki meseleye nazarınızı çekmek istiyorum.

Birinci nokta depremin oluşuna sebep olan hikmetlerin de seyyiatların tecavüzkar bir tarz aldığı halde küfür devam edebilir. Fakat zulüm asla devam etmez Hadisi Şerif gereğince küfrün de zulüm derecesinde tecavüzkar bir tarz alması karşısında müminlerin maalesef bunlara karşı ciddi manada tavır alamamakla birlikte ehl-i dalalete taraftar olduklarından susmak değil hatta ve hatta onları müdafaa ve onlara taraftar olmak gibi bir tavır içine girmeleridir.

Fiilen onların safında yer almaları ve hatta onlara iltihakları neticesinde bu korkunç felaketin gerçek sebepleri olduğu artık bilinmesi gerektiğini, her kesime, asrın imamının tebliğini iletmiş olalım. İkinci nokta da; birinci noktaya bağlı olarak görmekteyiz ki iman ve KUR’ AN hakikatlarının gerçek manasıyla okunmaması ve neşredilmemesi neticesinde ehl-i imanın mağlup olacak bir zayıflama göstermesi neticesinde bu musibete müstahak kesbetmemizdir.

Risale-i Nur’un neşri ve intişarı arzi ve semavi musibetlerin ref’ine ve define vesilesidir. Risale-i Nur’un tevakkufu ve okunmaması arzi ve semavi musibetlerin celbine vesiledir.

İşte, kıyamet dahi, şu insan-ı ekber olan dünyanın ecelidir. Eğer vakti taayyün etseydi, bütün kurun-u ûlâ ve vustâ gaflet-i mutlakaya dalacak idiler ve kurun-u uhrâ dehşette kalacaktı. İnsan nasıl hayat-ı şahsiyesiyle, hanesinin ve köyünün bekasıyla alâkadardır. Öyle de hayat-ı içtimaiye ve nev’iyesiyle, küre-i arzın ve dünyanın yaşamasıyla alâkadardır

İşte KUR’AN’ın lafız ve mana olarak nasıl bir hayatın ta kendisi olduğu bilinsin. Teemmel!

Dava

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir