Mümin, ömrü bayunca illet, zillet ve kıllet’ten kurtulamaz.
İllet, hastalık;
kıllet, fakirlik;
zillet de,
zelil olmak, yalanlanma, aşağılanma, iftiraya, hakarete uğramaktır…
Mü’min, hayatta daima, en az birine maruz kalır. Bazen Eyüp (a.s) gibi hepsine birden…
Eyüp (a.s) hem yoksullukla,
hem evlatlarını ve sağlığını kaybetmekle, ağır bir musibete düçar olmuşken,
“… yaralarından tevellüt eden kurtlar kalbine ve diline iliştiği zaman,
zikir ve marifet-i İlâhiyenin mahalleri olan kalb ve lisanına iliştikleri için,
o vazife-i ubudiyete halel gelir düşüncesiyle,
kendi istirahati için değil, belki ubudiyet-i İlâhiye için demiş:
“Yâ Rab, zarar bana dokundu. Lisanen zikrime ve kalben ubudiyetime halel veriyor”
diye münâcât edip, Cenâb-ı Hak o hâlis ve sâfi, garazsız,
lillâh için o münâcâtı gayet harika bir surette kabul etmiş,
kemâl-i âfiyetini ihsan edip envâ-ı merhametine mazhar eylemiş. (2.lem’a)
Alemlerin Rabbi olan Rabbimiz insan nefsini terbiye etmek
ve cennet ehlinin şiarı olan isar ruhunu kazandırmak için,
insanı illet ile imtihan edip,
hastalıkla takdir-i mukadderatındaki hikmetleri gösterir…
“Hastalık, hayat-ı içtimaiye-i insaniyede
en mühim ve gayet güzel olan hürmet ve merhameti telkin eder.” (25.lem’a)
Hastalık, diğer insanlar arasında, aile, akrabalık, kardeşlik ve insanlık hasebiyle,
merhamet ve yardımı çağrıştırır… Hastaya ilgi, alaka ve hürmeti celbettirir…
İkram ve duaya mazhar kılar!.. Yalnızlık ve çaresizlikten kurtarır!..
Halbuki sağlam, sağlıklı ve cebi paralı kimse, başkasına ihtiyaç duymaz…
“Şüphesiz ki insan, kendisini ihtiyaçtan uzak görünce azgınlaşıverir.” (Alâk,6-7)
Ayet-i Celile’sinin sırrıyla, sıhhat ve âfiyetten gelen
istiğnâda bulunan bir nefs-i emmâre,
şâyân-ı hürmet çok uhuvvetlere karşı hürmeti hissetmez.” (25.lem’a)
hastalara, musibete uğrayanlara, yardıma muhtaç aciz ve muhtaçlara, merhamet göstermez…
“Ne vakit hasta olsa,
o hastalıkta aczini ve fakrini anlar, lâyık-ı hürmet olan ihvanlarına ihtiram eder.
Ziyaretine gelen veya ona yardım eden mü’min kardeşlerine karşı hürmeti hisseder…
Ve rikkat-i cinsiyeden gelen şefkat-i insaniye
ve en mühim bir haslet-i İslâmiye olan,
musibetzedelere karşı merhameti hissedip,
onları nefsine kıyas ederek, onlara tam mânâsıyla acır, şefkat eder,
elinden gelse muavenet-yardım- eder, hiç olmazsa dua eder,
hiç olmazsa şer’an sünnet olan keyfini sormak için ziyaretine gider, sevap kazanır.”
(25.lem’a)
kıllet, fakirlik, yokluk demektir,
yokluk ise her türlü nimetin yolunu kestiğinden, açık bir düşmandır
imtihan dünyasında, kulluk vazifemizi yerine getirmekte büyük zorluklar yaşatır…
“Bizim düşmanımız
cehalet, zaruret, ihtilaftır.
Bu üç düşmana karşı sanat, marifet, ittifak silahıyla cihad edeceğiz.”
Zillet de,
zelil olmak, yalanlanma, aşağılanma, iftiraya, hakarete uğramak vardır…
Hakiki mümine, mürtedler, münafıklar,
hattâ bazen Müslümanlar da hakaret eder, ayıplar…
Bu, müminler için bir saadettir.
Bilakis, böyle olmazsa, iyiye alamet değildir.
Hele hele büyüklere dil uzatılması bu yolun şânındandır!..
Hakikat mesleği olan Nur meşrebi,
bu üçünü de emr-i maruf’a bir kapı, velayete birer basamak görür!..
İman, islâm ve Kur’an davasında, her belâ ve musibete göğüs gerer…
Bu hakikat, Zübeyr abinin gönül kaleminde şöyle dile gelir;
“Madem ki
İslamın her derdine razı olduğunu bildiriyorsun.
Ve bu müjdenle, bize aşk ve şevk veriyorsun.
O halde iyi dinle, vazifen:
Dikenler arasında güller toplamaktır.
Ayağın çıplaktır batacak, elin çıplaktır ısıracak…
BUNA SEVİNECEKSİN...
Firavular kucağında büyüyen, çocuk MUSA’ları safına alacaksın.
Aldığın için dövecekler,
konuştuğun için zindana koyacaklar…
SEVİNECEKSİN…
Çöllere sürülürsen, kanınla ağaç yetiştireceksin.
Kutuplara sürülürsen, ısınla sebze yetiştireceksin.
Yeşilliği sevmeyenler olacak, yakacaklar, yıkacaklar…
VE BUNU SABIRLA SEYREDECEKSİN…
Karanlık zindanlara salarlarsa ışık;
paslı vicdanları gürürsen umut;
imansız kalplere rastlarsan NUR vereceksin.
Sen sevdiğin için suç, sen getirdiğin için ceza,
sen konuştuğun için mahkum olacaksın…
VE BUNA ŞÜKREDECEKSİN…” (Zübeyr Gündüzalp)
Bab-ı Şefkat NUR