“İhlâs, kelimelerin ruh-u ma’nevisidir.
İhlâs olmadığı zaman kelimeler,
eğitim mermisi gibi,
hedefi bulsa da te’sir etmez.
Onun için attığın fikir mermileri hedefi bulamıyor, te’sirsiz kalıyor.
Risale-i Nur’un yolu sırr-ı ihlâstır, kulluktur.
Bu hakikatları başta iç dünyamızı ma’mur etmek için kullanacağız.
İçimizdeki putları kırmak için kullanacağız.
Bütün peygamberlerin, evliyaların ve kutubların yolu, ihlâs yoludur.
İhlâsa ma’ni olan önemli bir şey yok! İhlâsa ma’ni olan, önemsiz şeylerdir:
Lüzumsuz, kederli, hodfurûşâne, sakîl, riyakârane bazı hissiyât-ı süfliyedir.
Hizmette başarılı olmak için;
Anlatılan hakikatın muhatabın kalbine yerleşmesinin iki sebebi var:
Biri, sebeb-i zâhiri;
Diğeri, sebeb-i ma’nevî.
Sebeb-i zâhirinin bazı şartları şunlardır:
Fiziki yapı, endam ve sima güzelliği ve bakımı, libas, giyiniş.
Her insan bir muhitte giyinişi ile karşılanır, fikirleri ile ağırlanır.
Yaş, şahsiyet, lisan hakimiyeti.
Yâni, müdellel konuşması, terkib kabiliyeti, cümle kurması, mantıkî konuşması,
beliğ ve fasîh konuşması için ilim şarttır.
Sebeb-i ma’nevinin (Hakikî sebeb) sebebleri şöyledir:
İhlâs: İ’vazsız sırf Rıza-yı ilâhi için konuşmak,
Fenâ: Hakikatta fâni olmak. Nefsini ıslâh edemeyen , başkasını ıslâh edemez.
Önce nefsini tezkiye et ki, tezkiyeye vesile olasın.
Anlattın anlattın, te’sir etmedi.
Diyeceksin ki, “İhlâssız anlatmışım, ma’nen kirliyim.”,
Salâhat:
Takva sahibi oldukça sözün müessiriyeti artar.
Fakat takva azaldıkça lâfızlar kalbden çıkmaz. Islatsa ıslatsa dili ıslatır, kalbden gelmez.
Onun için ma’nevî hayatın temiz ve tâhir olması şarttır.
Az olduğumuza üzülmeyeceğiz! Çünkü, keyfiyeten az değiliz.
Kâinat kuruldu kurulalı bu, böyledir.
Cemâdat fazla, nebatat az.
Nebatat fazla, hayvanat az;
Hayvanat fazla, insanlar az;
Kâfirler fazla, müslümanlar az;
Amiler fazla, veliler az;
Veliler fazla, asfiyalar az;
asfiyalar fazla, enbiyalar az.
RİSALE-İ NUR’A MAKAMSIZ HİZMET EDEN,
MANEVİ MAKAMATIN MÜNTEHASI OLAN SIDDIKİYETE VÂSIL OLUR.
BU İSE TAM MAHVİYETLE OLUR.
MAKAM SAHİBİ OLMANIN YOLU MAKAMSİZ OLMAK!..
Sıddıkiyet makamı, niyet ve nazarla olur.
Mesele, yalnız Risale-i Nur’daki hakikatlar ezberlemek, malûmat sahibi olmak değil;
mesele o hakikatları yaşayabilmektir.
Kardeşin seni tahkir ettiği halde sen ona muhabbet gösterebiliyorsan,
işte o zaman sırr-ı uhuvvet tezahür eder.
Uhuvvet Risalesini okuduğu halde kardeşiyle dövüşen adam,
ibâreyi anlamış, hakikatini anlamamıştır.
ÇÜNKİ, HAKİKATİNİ ANLAYAN İNSAN, KARDEŞİYLE DÖVÜŞMEZ.
Bir Nur talebesinin manevi dengesi, onun samimi ve hâlis hizmetidir.
Ne nisbette hizmet ederse, o nisbette dengede demektir.
Risale-i Nur’da merhaleler vardır:
Şevk devresi, ruhun hakikatleri kapmasıyla olur.
Muhabbet devresi, Bu devrede tehlike yoktur.
Risale-i Nur kalbde mekân tutar.
Evinde tavuk pişer, fakat o medresede çorbaya koşar.
Evinde kuş tüyü yatak vardır,
o dershanenin kırpıntı yatağına gelir.
Sebat devresi, tehlikeli olan devredir.
Enâniyet ve süflî arzular çok olur.
Bu devre, sebat etmekle geçirilmelidir.
Gaye, en az zayiatla bu dönemi atlatmaktır.
Çünki, irtibatı azalır, içtimâ î mes’eleler aklını kurcalar.
Sebat, ancak günahlardan çekilmekle
ve Risale-i Nur’un kudsiyetine inançla, Nur’larla meşguliyetle, derslere devamla olur.
Sadakat devri, en son merhaledir.
Arabistan’dan Kutb-u A’zam da davet etse, hürmet eder, fakat yine Risale-i Nur’a koşar.
Bir âlimin sohbeti, yaralı kalbleri tedavi eder.
Fakat bir ârifin sohbeti, ölmüş kalbleri diriltir.
Risale-i Nur’un sohbeti, sohbet-i ârifindir.
Risale-i Nur’a makamsız hizmet eden, manevi makamatın müntehası olan sıddıkiyete vâsıl olur.
Anahtar kelime makamsız hizmet,
Bizim vazifemizde ihtilafların çok önemli sebeplerinden birisi de denkliktir.
Ayni seviyedeki kardeşler arasında ihtilaflar olabilir.
Bu durumda ikisinden birinin fedakârlık yapıp, diğerine inkıyad etmesi lâzımdır.
Böyle yapan bir Nur Talebesini melekler bile alkışlar.Her Nur talebesine manevi müzaheret vardır.
İlk intikal devresinde manen hep müzaheret var.
Tutuşma devresinden sonra şevk devresine giriyor.
Otuz yaşına doğru o müzaheret kesiliyor.
Artık kendi cehd-ü gayreti ile ilerliyor.
Müzaheret devam ederken kendimizi iyi yetiştirmemiz elzemdir.
Avâm-ı nâsın imanını kurtarma vazifesini şefkatkârane yükleneceğiz.
Risale-i Nur’la ilgili her şeye sahib çıkacağız.
Bu da’va benim, anlayışına sahib olacağız.
Risale-i Nur,
“Vazife-i fıtratım, gâye-i hilkatim, sebeb-i saadetim” deyip,
hizmet-i Nuriye’yi hayatımızın birinci vazifesi bileceğiz.
Talebeliğin hâssası şudur ki, yazılan Sözler’e kendi malı gibi sahib olmalıdır.
Kendisi te’lif etmiş ve yazmış nazarıyla bakıp,
neşrine ve ehil olanlara iblağına çalışmaktır.”
(Barla lhk.)
Fedâinin fedâ edemeyeceği hiç bir şeyi yoktur.
Üstad, “Biz muhabbet fedâileriyiz.” diyor.
Öyle ise muhabbet için fedâ edemeyeceğimiz hiç bir şeyimiz olmamalı.
Hissiyatımız, haysiyetimiz, enâniyetimiz, hattâ şerefimiz.
Nur Talebeleri herkesin dostudur.
Çünkü, Risale-i Nur dersleriyle Allah’ı öğrenmeye ve öğretmeye çalışıyorlar.
Allah da onları seviyor.
O muhabbet sayesinde dünya ayakta.
Çünkü, muhabbet kâinatın sebeb-i vücudu, râbıtası, nuru ve hayatıdır.
Allah’ın dünyada sevdikleri kaldığı müddetçe kıyamet kopmayacak.
Nur Talebeleri, istikbalde ihsan-ı İlâhi ile,
kemâl-i şa’şaa ile tezâhür edecek olan islâmiyet sefinesinin omurgası
ve hizmetkârı olmak emelindedir.
Bu asrın fırtınası, manen Nuh (a.s)’un zamanındaki fırtınadan daha tehlikelidir.
Üstad, lâhikaların satırları ile, sâdık Nur Talebelerinin vasıflarını ve modelini çiziyor.
İşte o modele kavuşup, o vasıflara benzemeliyiz.
“Ve sen yine denendiğinde.. Ve yine kalbin daraldığında..
Ve yine bütün kapılar kapandığında.. Ve yine ne yapman gerektiğini bilemediğinde..
Uzun uzun düşün.. Ve hatırla yaratanını!.. “ALLAH kuluna kafi değil mi?”
[Zümer Suresi – 36] –LAHİKALAR
***
Bab-ı Şefkat NUR