Bir bahçeyi istediği gibi koca Kainatı isteyen hanesini istediği gibi ebedi Cennete aşk ile bağlı olan insanoğlu kendisine verilen cihazların farkında mı? Fark etmek yükselişin ilk basamağıdır. Kendisini bildirmesi ile bizlere şan ve şeref veren, alemlerimizi ve iç dünyamızı Kur’an ile tanıştıran Allah, kendisini bizlere fark ettirmiş ve kendi hakikatine bizleri muhatap kılmıştır.

Hem de ne muhataplık…

Zerre olmayı hak edecek vüsat ve genişlikte değil iken zerreleri toparlayıp Kainatın bir özeti halinde bizleri vücuda getirerek kendisiyle muhatap kılmıştır. Gayrına verilmeyen bir hususiyete sahip kılarak “Kendi ruhumdan üfledim” (Hicr, 15/28, 29) sırrına mazhar kılmıştır.

Bütün güzel hasletleri, harika vasıfları, ali gayeleri, alemi ahirete bakan uzun emelleri ve her şeyden önce kendisini tanımamızı sağlayacak istidatlar vererek şuurla tezyin eylemiştir. Şuuru takmakla mükafatlandıran Cenabı Allah, şuura kendisini bildirecek bir hususiyet vermekle ayrıca mükafatlandırmıştır. Acaba bu kadar neticeler ve gayelerle süslenen insan kendisini tanıyor mu? İnsanın kendisini tanıdığını iddia etmesi acaba ne ölçüde doğrudur?

Kendisini tanıdığını iddia eden insanın hali, uykunun en derin yerinde kendisini uyanık zannetmesidir.

Kendini tanıyan insan alemle tanışan insandır. Kendisiyle tanışan insan varlık alemiyle hasbihal edebilen insandır. Kendi hakikatini bilen insan, nurlu gözlerle Kainatı seyredebilen insandır. Kendisiyle alemin kapılarını açabilen insandır. O kutsi merhalelerde mevcudiyetinin farkında olan insandır.

Hayat bir sorgulama yolculuğudur. Rahmi maderden dünyaya oradan gençliğe, ihtiyarlığa, kabre, haşire, ebede giden yolculuk içerisinde daima soru sormak makamında var olan yine insan olmuştur. Sorgulayan insan olabilmek kendisiyle tanışabilmek için belki de en önemli merhale olacaktır. Soruyu kendisine ve Kainata yönlendirip kendisindeki esma-i İlahiye akislerini görebilmekle cevabını alacak ve kainatta ki hakikatlerle kendisini yorumlayacaktır.

Kendimize ve bu Kainatın teşrifatçısına şu 3 külli sual olan

1. Nereden geliyorsun?

2. Nereye gidiyorsun?

3. Bu dünyada ki vazifen nedir? sorularını yönelterek kendimizi tanımaya çalışmalıyız.

Elbette ki hiçbir hakikat tarif edicisi olmadan mana kazanamaz. Bir kitap muallimsiz olamaz. Bilmeceler ve harikalar diyarı olan şu muhteşem Kainat dahi tarifnamesiz ve rehbersiz olamaz. Bu Kainatın muallimi ve teşrifatçısı zatı Muhammed (ASM) dır. Bizler Kainatın en iyi tanıdığı bu zatı tanımaya çalışmalıyız. Onun lisanı haline sorular sorarak kendimizle tanışmalıyız. Alemi ebedideki uzun yolculuğumuzda yalnız kalmamak için bir üstada bağlılığın edasıyla onun nurani haline kalplerimizi bağlamalıyız.

Yani kendimizle tanışmadan önce zatı Muhammed (SAV) ile tanışmalıyız. Kendimizi tanımadan önce evvela onu tanımalı ve onun Kainatı nasıl yorumladığıyla tanışmalı ve o zatın, bizi kendimizle tanıştırmasını sağlamalıyız. Meçhule gitmeyen yolculukta bir nur arayan gönüllerimizi onun nuruyla doyururken dersleriyle irşad olmalıyız. Hayattaki en büyük gayemize bakan hakikatleri onun varlığıyla ders almalıyız. Bir an olsun ondan uzak kalmak kendimizden uzaklaşmak olduğunu bilmeli ve her dem onun ziyasıyla aydınlanmalıyız.

Gönüller nurlanırsa manalar canlanır. İnsan ise o manalarla Kainatı seyretmeye başlar.

Kainatı anlayan ve tanıyan insan kendisiyle hasbihal etmeye başlayacaktır. Resulü Ekrem (SAV) dan alınan derslerle gönüller aydınlanacak, Kainat anlam kazanacak ve onun mevcudiyetiyle aslında camid ve ölü gibi görünen hakikatlerin birer zakir olduğu görünecektir. Her şeye yabancı olan ve her şeyden korkup titreyen bu insan aslında gittiği memleketin bir seçkini olduğunu bilecek bir halife edasıyla ve vakarıyla seyreylediği Kainatın kendisiyle konuştuğunu işitecektir. Yalnız kaldığını düşünen gönüller Kainatla dost olacak kendisine düşman gibi gözüken cirimler onun nazarında bir taht-el bahir gemisi olacaktır. Gönüllerin nuruyla simalar nurlanacak ve bu mübarek meclisten aldığı dersleri ebedi aleme taşıyacaktır.

Anlamsız bir Kainat ve anlamı olmayan bir zenginliğin kıymeti ve ehemmiyeti ise yoktur. Nuruyla Kainatın anlam bulduğu zatı Ahmed (SAV)’i tanımak ve bilmek varlığı tanımak ve özümsemektir. Varlığı özümsemek ise bizleri alemlerin Rabbine ulaştırır. Adetullah kanunlarına en güzel riayet eden zatı kendimize rehber etmekle, o zatın zengin iç dünyasını denizden bir katre kadarda olsa kendimize taşımış oluruz ve ‘De ki Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah’ta sizi sevsin’(Ali İmran, 31) ayetinin güzel bir işaret edicisi oluruz.

Sabahları onu arayarak uyanıp, onun nurani halini hayale getirerek gönlün neşelenmesi bir abdi aziz için en büyük hedefi maksat olsa gerektir…

Meçhule Gitmeyen Yolcu

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir