Bütün KUR’AN-İ İLİMLERİ cem eden RİSALE-İ NUR’dan Bir Kelam dersi;
İNSAN üç cihetle ALLAH’IN İSİMLERİNE ayna olur:
• Zıddiyet cihetiyle.
• Hilkat itibariyle.
• Mazhariyet yönüyle.
Fiili isimlerin sayısız olması, nispet ve tecellilerin sayısız olmasından hasıl oluyor.
… İlahi Kudretin bir iş ile olan nispet ve tecellisinden meydana çıkıyor. –(İşârâtü’l-İ’câz )
Evvelâ,
• ZIDDİYET CİHETİYLE,
‘Allah’ Lafz-ı Celâli’nde bulunan sıfatlara ZIDDI itibariyle ayna olmaktır…
اَللهُ- Lâfza-i Celâl, Zât-ı Akdese delâlet eder
اَللهُ Lafza-i Celâl bütün kemal sıfatları içine alan, içi dışından dışı içinden görülebilen bir sadef.
Çünkü lafza-i Celâl, Zat-ı Akdes’e delildir. (O’ mukaddes Zat’ı ifade eder.)
Zât-ı Akdes de, bütün mükemmel sıfatları kuşatır, hepsini tek başına ifade eder.
Başka diğer İsimlerde bu kuşatıcılık ve kapsama yoktur. –, (İşârâtü’l-İ’câz )
Zıddiyet vechine gelince;
“Gecede zulümat nasıl nuru gösterir.
Öyle de, insan, zaaf ve acziyle, fakr ve hâcâtıyla, naks
ve kusuruyla bir Kadîr-i Zülcelâlin kudretini, kuvvetini, gınâsını, rahmetini bildiriyor,
ve hâkezâ, pek çok evsâf-ı İlâhiyeye bu suretle âyinedarlık ediyor.” (33.söz)
1-VÜCUT-
Yani Varlık sıfatına zıddı ile ayna olmak, yokluktur…
2-KIDEM-
Ezel-Evvel-önceliği olmayan– sıfatına zıddı ile ayna olmak, başlanğıcı olmak demektir
3-BEKÂ –
Ebediyet, ahiri olmayan– sıfatına zıddı ile ayna olmak, sonu ölüm olan faniyet demektir.
4-VAHDANİYET-
Bir olması, birlik sahibi olması sıfatına zıddı ile ayna olmak,
kesretten olmak, kesretle hareket etmek…
5-KIYAM Bİ’NEFSİHΖ
Varlığının devamının Zat’ından olmasıdır, başkasın yardımıyla olmamasıdır,
ve her yerde ve herşey de, isim ve sıfatlarının tecellisi ile hazır ve nazır olması,
varlığa varlıktan daha yakın olması sıfatına;
zıddı ile ayna olmak,
insanın, bir anda, bir mekan da, bir vücud da; sınırlı, mahdut, hadis ve madum olmasıdır.
Ve devamlılığının kendisini var edene muhtaç olmasıdır, O’nsuz var olamamasıdır…
6-MUHALEFETÜN LİL-HAVÂDİS
Hâlık’ın, ne zâtında, ne de sıfatlarında kendi yarattığı varlıklara benzememesi sıfatına;
zıddı ile ayna olmak ise,
insanın mahlukatın bütünüyle benzeşmesi
ve mevcudatın hayatiyetiyle var olmasıdır!..
Zira İnsanın maddi alemi olan bedeni kainatın bütün yapı taşı olan elementlerden hâlkedilmiştir…
Ruhu ise Emir âleminden bir emir olduğundan,
bütün mahlukatın emir dairesinde ki başlangıcıyle birdir…
“Ruh, bir kanun-u zîvücud-u haricîdir, bir namus-u zîşuurdur…
Mevcut ruh, mâkul kanunun kardeşidir. İkisi hem daimî, hem âlem-i emirden gelmişlerdir.
Şayet nevilerdeki kanunlara
( sevgi, şefkat, yer çekimi, maddeye ait nizam, sistem,
Kainat üzerindeki bütün adetullah kanunları…gibi…)
Kudret-i Ezeliye bir vücud-u haricî giydirseydi, ruh olurdu.
Eğer ruh, şuuru başından indirse, yine lâyemut bir kanun olurdu.”
(Hakikat çekirdek)
Efendimiz (ﷺ) bir gün ashabına şöyle dedi.
“Bir kimse bir mümine bir iyilik yapınca,
Allahü teâlâ bu iyilikten bir melek yaratır.
Bu melek, hep ibadet eder.
İbadetlerinin sevapları bu kimseye verilir.
Bu kimse ölüp, kabre konunca, bu melek nurlu ve sevimli olarak bunun kabrine gelir.
Meleği görünce ferahlanır, neşelenir.
‘Sen kimsin? ’der.
‘Ben, falanca kimseye yaptığın iyilik ve onun kalbine koyduğun ve neşeyim.
Allahü teâlâ beni bugün seni sevindirmek
ve kıyamet günü sana şefaat etmek
ve Cennetteki yerini sana göstermek için gönderdi.’ der.”
Et-tergib vet-terhib – [İ. Ebi-d-dünya]
2 (اَلرَّحْمٰنِ – ER RAHMAN
İkinci cihette, İnsan, Allah’ın Sübutî Sıfatlarına,
insanlık istidatların da ‘HİLKAT’ itibariyle ayinedir;
Bunu şöyle tanımlayabiliriz.
“İnsana verilen nümuneler nev’inden cüz’î ilim, kudret, basar, sem’, mâlikiyet,
hâkimiyet gibi cüz’iyatla, Kâinat Mâlikinin ilmine
ve kudretine, basarına, sem’ine, hâkimiyet-i rububiyetine âyinedarlık eder,
onları anlar, bildirir.”(33.söz)
1-HAYAT –
“Hem hayatın iki yüzü, yani mülk, melekût vecihleri parlaktır, kirsizdir, noksansızdır, ulvîdir.
Onun için, perdesiz, vasıtasız, doğrudan doğruya
-i kudret-i Rabbâniyeden çıktığını âşikâre göstermek için,
eşya gibi zâhirî esbabı, hayattaki tasarrufât-ı kudrete perde edilmemiş
bir müstesna mahlûktur.”(30.lem’a)
İnsan, bütün duyu ve hasselerinde sınırsız mertebelere (âlâ-i illiyine)
yükselme kabiliyetine sahiptir…
zira
İnsan HİLKAT- yaratılış- itibariyle
bütün isimlere ayine olmak hususunda istidat sahibi kılınmıştır…
“İnsan çendan bütün esmâya mazhar ve bütün kemâlâta müstâiddir!..
Lâkin,
iktidarı cüz’î, ihtiyarı cüz’î, istidadı muhtelif, arzuları mütefavit…” (24.söz)
2. İLİM-
“Ve Âdem’e bütün isimleri öğretti.” ( bakara,31)
“Nev-i beşere câmiiyet-i istidat -istidadın kapsamlılığı-
cihetiyle tâlim olunan hadsiz ulûm ve kâinatın envâına muhit pek çok fünun
ve Hâlıkın şuûnât ve evsâfına şâmil kesretli maarifin tâlimidir ki,
nev-i beşere, değil yalnız melâikelere, belki semâvât ve arz ve dağlara karşı emanet-i kübrâyı haml dâvâsında bir rüçhaniyet vermiş; (20.söz)
İfadesi, emaneti göklerin, yerin ve dağların değil de insanın yüklenmesiyle yakından alâkalıdır.
Nitekim Üstad Hazretleri
Onuncu Söz’ün On Birinci Hakikati’nde, bu büyük emaneti,
insanın yüklenmesini ondaki “istidat” ile izah etmiştir.
İnsanın câmi istidadı ona şu üç sahada inkişaf imkânı sağlamıştır:
Ulûm, fünun ve maarif…
Maarif denilince, öncelikle en büyük ilim olan marifetullah anlaşılır.
Allah’ın isimlerini, sıfatlarını, fiillerini ve esmâ tecellilerini tanıma konusunda
insana verilen istidat ve insana verilen ilim, irade, görme ve işitme gibi sıfatlar;
ikram, ihsan, merhamet ve gazap gibi duygular,
insanın İlâhî sıfatları ve şuûnatı bir derece bilmesi için birer dürbün vazifesi görüyor.
Üstad Hazretlerinin ifadesiyle
“insan şu kâinat ağacının en son ve en cemiyetli meyvesi”dir.
Bu meyve, küllî şuuruyla bütün ağacı temaşa edebilir…
Hatta şuuruyle beyan edebildiği gibi, ilmiyle de ifade edebilir…
3. İRADE
“kader, nefsi gururdan; ve cüz-ü ihtiyarî, adem-i mes’uliyetten kurtarmak içindir ki, mesâil-i imaniyeye girmişler.” (26.söz)
“Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemeyince, siz dileyemezsiniz.” (Tekvir,29.)
Gerçekte Allah irade etmeyince kul irade edemez.
Zira Allah kulun irade etmesini irade etmese idi,
İnsan da irade edemezdi…
Ehl-i sünnete göre Allah’ın külli iradesi ezelidir, sonsuzdur ve sınırsızdır.
İlahî irade herhangi bir şeye bağlı veya bağımlı değildir.
İnsanın iradesi ise sonlu ve sınırlıdır. Beşerî irade zamanla ve mekânla olduğu gibi diğer beşerî iradelerle de bağlantılıdır.
Kul iyi veya kötü yönden hangisini seçer ve iradesini hangisine yöneltirse,
Allah onu yaratır. Fiilde seçme serbestisi olduğu için de kul sorumludur.
Hayır işlemişse mükafatını, şer işlemişse cezasını görecektir…
Bu durun da insan için en isabetli irade, dileme;
Kendisini irade edip DİLEYENİ DİLEMESİDİR!..
4. KUDRET
“(Bütün) mülk(-ü tasarruf, ilâhi kudretinin) elinde bulunan (Allah)ın şânı ne yücedir.
O, her şeye hakkıyle kadirdir” (el-Mülk, 67/1).”Bunun sebebi şudur:
Çünkü Allah Hakkın ta kendisidir.
Ölüleri ancak O diriltiyor. O, şüphesiz her şeye hakkıyle kadirdir!..” (el-Hacc, 22/6).
“Eğer Allah sana bir belâ dokundurursa
onu kendisinden başka giderebilecek kimse yoktur.
Eğer sana bir hayır da dokundurursa…
İşte O, her şeye hakkıyle kadirdir.
O, kullarının üstünde (essiz) kahr (galebe ve tasarruf) sahibidir.
O, Yegane hüküm ve hikmet sahibidir, her şeyden hakkıyle haberdârdır”
(el-En’am, 6/17-18).
O halde kulu düşen şey,
kendi gücüne güvenmek değil,
KADİR-İ ZÜLCELÂL’e, tedbirden sonra tevekkül etmektir!..
6. BASAR (görme) – 5. SEM’ (işitme)
De ki: “O, sizi yaratan ve size (duyan) kulaklar, (gören) gözler
ve (hisseden) kalpler verendir. Ne kadar da az şükrediyorsunuz!..”
(Mülk,23)
“Basar masnuatı görüp de, basîret Sâni’i görmezse çok garip ve pek çirkin düşer!..”
(mesnevi-i nuriye)
“ …göz bir hassedir ki, ruh bu âlemi o pencere ile seyreder… Eğer gözü, gözün Sâni-i Basîrine satsan ve Onun hesabına ve izni dairesinde çalıştırsan,
o zaman şu göz, şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir mütalâacısı ve şu âlemdeki mucizat-ı san’at-ı Rabbaniyenin bir seyircisi ve şu küre-i arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin mübarek bir arısı derecesine çıkar.”(6.söz)
7. KELÂM
De ki: «Eğer Rabbimin kelimeleri için deniz mürekkep olsa, elbette Rabbimin kelimeleri tükenmeden deniz tükenir biter. Velev ki denizin bir mislini de yardımcı getirecek olsak.» (kehf,109)
Allahü Teâlâ’nın peygamberlerine dilediği şeyleri vahy ve ilham etmiş olması da bu Kelâm sıfatının bir tecellisidir.
Semavî kitablar hep bu Kelam sıfatı ile meydana gelmiştir.
Ve Rahmanirrahim olan Rabbimiz insanı bu Kelâm’ına MAZHAR kılmış,
Ona o kadim Kelâm’îyle hitap etmiş
ve ona insanlığını ve kulluğunu ifade edebileceği beyanı lütfetmiştir!..
“Kur’an’ı Rahmân öğretti. İnsanı O yarattı.
Ona anlama ve anlatmayı (beyanı) öğretti.” (Rahman,1,2,3,4)
8. TEKVİN (Yaratma, var etme.)
Mâtürîdî, tabiatın bütün yaratıkların ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde meydana getirilmesinin onun her şeye vâkıf bir zat tarafından halkedildiğini kanıtladığını söyler.
Mâtürîdî, duyulur âlemde kendisine engel olunamayacak derecede Kudret sahibi olan bir Zât’a ait fiilin bulunmamasının imkân dahiline girmediği
ve duyulur âlemin duyu ötesinin delilini teşkil ettiği
gerçeğinden hareketle Allah’ın fiil sahibi olduğuna işaret ederek
tekvin sıfatına aklî delil getirir.
(Kitâbü’t-Tevḥîd, s. 70-73;
Sonuç olarak Allah iradesiyle tercih etmekte, kudretiyle güç yetirmekte ve tekviniyle yaratmaktadır.
Tekvin mükevvenata taalluk edince tahlîk, rızka taalluk edince terzîk, hayata taalluk edince ihyâ, ölüme taalluk edince imâte gibi isimler alır. Bunlar müstakil sıfatlar değil tekvinin taalluklarıdır
(İbnü’l-Hümâm, s. 84-85).
İşte Kudret sahibi Rabbilalemin olan Rabbimiz, insana ihsan ettiği insanlık istidatlarını Tekvin sıfatına da mazhar kılmış,
İnsanın cüz’i iradesine, cüz’i kuvvelerine tesir ve marifet ihsan eylemiştir.
Bi’l kuvve, his, idrak ve duyularına, düşünce, fikir, sevgi, nefret, idrak, karar ve muhakeme…gibi şuur vermiş,
Bi’l fiil olarakta, bunların faaliyetine güç, kuvve ve beceri, marifetle faaliyet takdim etmiştir…
Yazmak, okumak, dikmek, yemek yapmak, konuşmak, beyan etmek, ifade etmek…
mimarlık, mühendislik, terzilik, işleme ve işçilik…
Sanaat, ziraat, teknik… v.s…
Ve İBADET…gibi…
“ Dedi ki: “Kendi ellerinizle yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?
Oysa sizi de yaptıklarınızı da Allah yarattı.” (sâffât,95,96)
“Elbette ve herhalde, o kalbin Fâtırı,
o kalbi işlettirmesini ve bilkuvve tavırdan bilfiil vaziyetine çıkarmasını
ve inkişafını ve hareketini irade etmiş ki, öyle yapmış.”
(29. Mektup)
“NAMAZIN MANASI, CENAB-I HAKK’I TESBİH VE TA’ZİM VE ŞÜKÜRDÜR!..”( 9.Söz)
Bu manayı örneklemek gerekirse;
“Yani, celaline karşı kavlen ve fiilen “Sübhanallah“
deyip takdis etmek” BİLKUVVE”dir.
Bunu ‘BİLFİİL’ vaziyetine getiren namazdaki “MÜDÂVEMET”dir.
Hem kemaline karşı, lafzan ve amelen “ALLAHU EKBER”
deyip ta’zim etmek ” “BİLKUVVE“dir.
Bunu ‘BİLFİİL’ vaziyetine getiren namazdaki “TÂDİL-İ ERKÂN”dır.
Hem cemaline karşı, kalben, lisanen ve bedenen “ELHAMDÜLİLLAH”
deyip şükretmek “BİLKUVVE“dir.
Bunu ‘BİLFİİL’ vaziyetine getiren namazdaki “MUHAFAZA ”dır.
(9.Söz, 29.Mektup, İşârâtü’l-İ’câz)
الرَّحِيمِ) –ER RAHİM-
İnsanın Allah’ın İsimlerine ayna olmak,
‘Allah’ın Rahimiyetin de bulunan ESMA-İ HÜSNA’sına
MAZHARİYET yönü ile ayine olmaktır…
“ mahiyet-i câmiasında nakışları zâhir olan yetmişten ziyade esmâ vardır.
Meselâ, yaratılışından Sâni, Hâlık ismini ve hüsn-ü takviminden
ve Rahîm isimlerini ve hüsn-ü terbiyesinden Kerîm, Lâtif isimlerini, ve hâkezâ,
bütün âzâ ve âlâtıyla, cihazat ve cevarihiyle, letâif ve mâneviyâtıyla,
havas ve hissiyatıyla ayrı ayrı esmânın ayrı ayrı nakışlarını gösteriyor.” (33.söz)
Mesela;
Allah’ın kudret sıfatı bir çekirdeğin açılmasında tecelli ederken Fettâh nâmını alıyor,
İnsanların da kaderinde, hayat yolunda, işlerinde, düşünce ve nasiplerin de daima yeni kapılar ve yollar açar!..
İnsana ve nesline bir hayat bahşederken alem de olduğu gibi insanda da Muhyî ismini tecelli ettirir, ölümlerinde de Mümit ismini!..
Kimin numarasını çevirdiyseniz telefonunuz ona ulaşır…
İşte bundan daha kolay ve basit bir şekilde,
bütün canlılara şaşırmadan, adrese ve adına özel rızık gönderirken Rezzâk nâmını tecelli ettirir!..
Şifa kapıları çok çeşitli ve farklı olsa da, kime açılacağı, şahsa göre nasiplenmiştir..
Kuddus ism-i tenzih ve naziftir… Alemin ferahı, pırıltısıdır…
lakin bir ‘sübhanallah’ın mukaddesatında mağfiret ve nezafeti,
halkın tesbihatını, Hâlık’ın muhabbetini kalplere derc etmiştir!..
Ve yine Meselâ;
KELÂM sıfatı üzerinde,
LÂTİF, MÜBEŞŞİR, MÜZEYYEN, MÜNEVVİR, CELÂL, CEMİL, GAFUR ve bazen de KAHHAR,
Esmalar’ının tecellesinin en güzel örneği sarfedilen sözlerdir!..
“Güzel söz sadakadır”
(Buhârî, Edeb 34, Cihâd 128; Müslim, Zekât 56)
Onun için Rasûl-i Ekrem (ﷺ) Efendimiz ötelerden bizi haberdar ediyor;
“Kul bazen içinde ne olduğu belli olmayan (yani kötülüğünü
ve ne sabit olacağını düşünmeden) bir söz söyler de,
o söz sebebiyle ateşin içinde,
güneşin doğduğu yer ile battığı yer arasında
daha uzak bir derinliğe kayıp gider!” (Buharî, Rikâk 23.)
Sözlerimiz ve akıbetimiz arasındaki ilişkiyi Allah Rasûlü(ﷺ)’nün
şu beyanından daha çarpıcı bir şekilde başka kim ifade edebilir:
“Bir kul, Allah’ın hoşnut olduğu kelimelerden bir kelimeyi
ehemmiyet vermeyerek söyler de Allah o kimseyi bu kelime sebebiyle
birçok derecelere yükseltir.
Bir kul da Allah’ı öfkelendirecek kelimelerden bir kelimeyi,
hiç ehemmiyet vermeden söyler de,
kendisi o kelime sebebiyle cehennemin içine düşer!” (Buharî, Rikâk, 23
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Güzel sözler ancak O’na yükselir. Salih ameli de güzel sözler yükseltir.” (Fâtır, 35/10)
Allah Rasûlü(ﷺ) sözün hayırlı olmasını o kadar vurguluyor ki,
bir keresinde
“Kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa ya hayır söylesin ya da sussun”
(Buharî, Rikâk 23) buyurarak
dikkatlerimizi sözümüzde bir hayır ve bereket yoksa
susmanın daha faydalı olacağına çekiyor.
Bu mealde bir başka hadislerinde
Efendimiz(ﷺ)
“İnsanoğlunun her sözü aleyhinedir;
ancak iyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak
yahut Allah Teala’yı zikretmek müstesnadır” (Tirmizî, Zühd 63) buyurmaktadır.
ve hâkeza…
Hulasa ESMA- HÜSNA’ya bir ömür MAZHARİYET kesbetmek istersen;
“Ey nefis!
Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen;
ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faideli görmek istersen;
ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalb etmeyi seversen,
SÜNNET-İ SENİYYEYE İTTİBÂ ET!..
Demek, Sünnet-i Seniyyeye tatbik-i amel etmekle,
bu fâni ömür, bâki meyveler verecek bir hayat-ı ebediyeye medar olacak olan
faideler elde edilir.
“Siz de Allah’a ve Resulüne iman edin ki,
O’ Ümmî Peygamber de Allah’a ve O’nun sözlerine iman etmiştir.
Ve O’na uyun-tâ ki doğru yolu bulmuş olasınız!.”
( A’râf, 158)
“fermanını dinle.
ve Sünnet-i Seniyyenin ahkâmları içinde cilveleri intişar eden
Esmâ-i HÜSNÂ’nın
herbir isminin feyz-i tecellîsine bir MAZHAR-I CÂMİ’ olmaya çalış!..”(24.söz)
Bab-ı Şefkat Nur