Bu sorunun cevabını iki cihette aramak lazım;
Birinci cihet RAHMET,
İkinci cihet HİKMET…
Birinci yönden meseleye bakılırsa; İnsanın yaratılış mahiyeti, bu sorunun önemli bir cevabını bize vermektedir… Evvelâ, İnsan, kainatın yaratıcısının bir sanatı ve diğer mahlukat gibi O’nun eseri olmakla beraber bir takım özellikler ve üstünlüklerle diğer mahlukattan ayrılmıştır.
Zira Kuds-i Hadis’te Rabbimiz; “Ben insanı Rahman suretinde yarattım ” buyurmuştur!.. “Andolsun biz Âdemoğluna şan, şeref ve nimetler verdik; onları karada ve denizde taşıdık,
kendilerine güzel güzel rızıklar verdik ve onları yarattıklarımızın çoğundan üstün kıldık. (isra,70) ayet-i kerimesinde dediği gibi, Allah yeryüzünü ve yeryüzündeki tüm vasıtaları insanın emrine vermiştir. Güneşi, ayı yıldızları ona hizmetkâr eylemiştir… Karada ve denizde kendisini taşıyacak vasıtalar vermiştir ve İnsana, bütün duyu ve hasselerinde sınırsız mertebelere (âlâ-i illiyine) yükselme kabiliyeti vermiştir… İnsanın istidadı ona şu üç sahada inkişaf (gelişim) imkânı sağlamıştır:
İlim, fen, teknik ve marifet… Allah’ın isimlerini, sıfatlarını, fiillerini ve esmâ tecellilerini tanıma konusunda insana verilen istidat ve insana verilen ilim, irade, görme ve işitme gibi sıfatlar; ikram, ihsan, merhamet ve gazap gibi duygular, insanın İlâhî sıfatları ve şuûnatı bir derece bilmesi için birer dürbün vazifesi görmektedir.
Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin ifadesiyle
“insan şu kâinat ağacının en son ve en güzel meyvesidir. Bu istidat ve kabiliyetlerden dolayıdır ki İnsan iman ve akıl ile Kainata SULTAN/HALİFE olmuştur.. İşte bu özellikler ALLAH’IN BİR RAHMETİ’ dir!..
İkinci vecih olan HİKMET hususuna gelince; Aynen bu istidat ve kabiliyetler insan için rahmet olduğu gibi, fıtraten yaratılışından gelen, insanın gücünün yetmediği yerde aciz kalması,
ihtiyaçlarının sınırsızlığı karşısında fakirliğini görmesi, zaafları karşısında zayıf düşmesi de insan için bir nimettir…
Bu hali ile bile insanı, Cenab-ı Hak isimlerine zıddıyeti itibariyle de ayna yapmıştır.
33.söz’de beyan edildiği gibi;
“Gecede zulümatta,
–yani karanlık- nasıl nuru-ışığı daha kuvvetli- gösterir. Öyle de, insan, zaaf ve acziyle, fakr ve hâcâtıyla, naks ve kusuruyla bir Kadîr-i Zülcelâlin kudretini, kuvvetini, gınâsını, rahmetini bildiriyor”
Bilirsiniz, aynalar tersini gösterir… Yani, İnsan fani olmakla, kendi aynasın da baki olan bir varlığı, ihtiyaç sahibi olmakla, sonsuz rahmet sahibi bir RAHMAN’ı,
istek ve emelleri, düşman ve ölüm karşısında bir kudret sahibi KADİR’i tanır, bilir, anlar…
Yaratılış gerçeğini düşünür, hayat sahnesine de nasıl bir rol aldığını anlar… Zira bütün yaratılmış varlıklara karşı, Bu üstün vasıflarla, yaratılmışlara SULTAN olmak, Bir aile babası gibi insana, İradesi ve gayreti kuvvetince, Kainata karşı bir sorumluluk yüklediğini anlar!.. Bu sorumluluğu taşımak, maddi manevi bütün istidad ve kabiliyetlerinin etki ve yetki alanlarını kullanmakla olacağını bilir…
Bu yüzden; RAHMAN’ın varlığına hamdeder, KADİR’in varlığına şükreder…
BAKÎ olan bu kudreti ruhunun ufkuna gaye, gönlünün emellerine umut eyler!..
Amma velâkin, Insanı yaratan kudret sahibi Rabbi, ona bu üstünlüğü,
Ahiret kazancına dair imtihanın gereği olan, hayatın neticeleri itibariyle vermiştir…
Allah’ü Teâlâ buyuruyor ki ;
“Sizi sırf boş yere yarattığımızı ve sizin artık huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?..”
(mü’min,115)
İnsanlar, denenip sınavdan geçirilmeden, “İman ettik” demekle bırakılacaklarını mı sanıyorlar?..
(Ankebut,2)
Her can ölümü tadacaktır. Denemek için sizi kötü ve iyi durumlarla imtihan ederiz. Sonunda bize geleceksiniz!..
(Enbiya,35)
İnsan için hayat mücadele demektir… Bu sebepten Allah Azze ve Celle, insana CİHADı emretmiştir…
Buhârî, Itk 2; Müslim, Îmân 136’ de geçen bir hadis-i şerif’te;
Ebû Zer Cündeb İbni Cünâde radıyallahu anh şöyle dedi:
– Ey Allah’ın Resûlü! (ﷺ) Hangi amel daha üstündür? dedim.
– “Allah’a iman ve Allah yolunda cihaddır” buyurdu.
Cihad iki çeşittir;
Küçük cihad, Büyük cihad,
Müsned, VI, 20; Tirmizî, yeralan bir hadis-i şerifte Efendimiz(ﷺ);
“Mücâhid, nefsiyle cihâd (büyük cihad) eden kişidir.” buyurmustur…
Kur’an-ı Kerim’de Allah Tealâ
“Nefsini arındırıp temizleyen kurtuldu. Onu kötülüklere gömüp kirleten kimse de ziyana uğradı.”
(Şems 9-10)
Ayet-i Celilesi insanı fani dünya sevgisi ve bağımlılığına karşı uyarıyor…
Tembellik, israf, mal, altın, gümüş biriktirme, kul hakkı, gıybet, ve fitnenin başının dünya sevgisi olması, insanın dünyaya gönderilesinin asıl sebebi, asli görevi olan imtihanın unutulmasına ve kaybedilmesine sebep olduğunu hatırlatıyor… Ama ne yazık ki insanlar, hem kendi nefisleri için, hem de yakınları için, Allah’ın emir ve rızasını aramaktan ziyade, İnsanların beğenmesi, ve daha uzun, daha rahat dünya ve dünyalıklar için bütün gayretlerini sarfettiklerinden nefisperest, dünyaperst, bencil, menfaatpersT ve diğer insanları karşı ötekileştiren bir gamsızlık gösterdiklerinden, dünya imtihanını kaybediyorlar…
Casiye suresi 23.ayet-i celilesin de beyan edildiği; “Hevâsını (nefsânî arzularını) kendisine ilâh edinen kimseyi gördün mü?” Sözler de bahsedildiği gibi;
“İnsan, cibilliyeti ve fıtratı (yaratılışı) hasebiyle (cihetiyle) nefsini sever. Belki evvelen ve bizzat yalnız zâtını sever, başka herşeyi nefsine fedâ eder. Ma‘bûd’a (Allah’a) lâyık bir tarzda nefsini medheder. Ma‘bûd’a lâyık bir tenzîh ile nefsini ayıblardan ve çirkinliklerden uzak görür. Elden geldiği kadar kusurları kendine lâyık görmez ve kabûl etmez. Nefsini kusursuzmuş gibi müdafaa eder. Bütün gayret ve himmetini nefsini övmeye, kendini daha iyi gösterip, beğendirmeye harcar… Bir müddet sonra hep ben ben diye, Rabbine zikri unutur, kendini zikreder. [Hevâsını (nefsânî arzularını) kendisine ilâh edinen kimse] (âyetinin) sırrına mazhar olur, lkendini görür, kendine güvenir, kendini beğenir.”
Bu hadeki insanlar hem nefis hem de küfür cihadını terk ettiklerinden, Allah’ın rızası da onları terk eder!..” “Mü’minler ancak kardeştirler; siz de kardeşlerinizin arasını düzeltin.”
Hucurat Sûresi, 49:10.
3 : “Kötülüğe iyiliğin en güzeliyle karşılık ver.
Bir de bakarsın,
aranızda düşmanlık bulunan kimse candan bir dost oluvermiştir.” Fussılet,34.
“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah gönüllerinizi birleştirdi
ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz.” (Âl-î Îmrân,103)
“Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.”
(Nahl,90)
“Öyleyse, Emredildiğin gibi dosdoğru ol!..”
(hud,112)
İnsanın yaratılış sebebi olan bu Emr-i Celile lere zıt davranıldığı vakit; İşte bu hal, insanı, Allah’ın rahmetini, rızasını değil, bilakis Öfke ve gazabına düçar eder… “Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz!..”
(Âl-i İmran, 3/139)
Müslümanları cihada teşvik eden bunun gibi ayetlerle cihada devam ederlerse, Allah’ın onlara yardım ve vaadi gerçekleşir… Cihadı ve mücadeleyi bırakırlarsa, üstünlüklerini kaybetmiş olurlar…
Zulme ve aşağılanmaya maruz kalırlar,
Zira;
“Ümmet-i Muhammed cezalandırılmayı hak ettiğinde Allah, onları terbiye etmek için zalimleri onlara musallat eder.” (Hadis-i şerif meali)
Fakat bu hal bile HİKMETE tabi olup, Pişman olup, HAKKA dönenler için, sonun başlanğıcı olur…
Ve Yine Alemlerin Rabbi, Merhametlilerin en merhametlisi olduğunu gösterir… Pişmanlık gösterene, hakka geri dönene, kötülükten sonra iyiliğe dönene RAUF-U RAHİM’dir
Şefkat eder, mağfiretiyle affeder… “Ancak, kim (nefsine) zulmeder, sonra (bu amelini) kötülüğün ardından iyiliğe çevirirse, o takdirde (bilsin ki) şübhesiz ben, GAFÛR (çok bağışlayan)ım, RAHÎM (çok merhamet eden)im…” (Neml,11).
Bab-ı Şefkat Nur