Sünnet itikadımız da imanın altıncı esasının

Kader rüknü olması,

Allah’ın Varlığına, Birliğine ve Ezeli ilmini kabul ve tasdik etmeye,

dolayısıyle,

iman kemalatına kavuşmaya önemli bir basamak olan,

zor, ama kuvvetli ve ulvi bir iman nurudur!..

Böyle sorular, Kadere imana dair ince ve hikmetli hakikatlerin

tam bilinmemesinden meydana gelen müşkül sorulardır…

Ama Risale-i nur bu müşkülleri kolay eylemiş, tam cevaplarını vermiştir…

İşârâtü’l-İ’câz, Bakara Suresi 7.Ayetin Tefsirin de;

Allah’ın her şeyi ezeli ilmi ile önceden bilmesi,

insan iradesinin özgür seçim yapmasında bir baskı bir cebir oluşturmaz mı

diye sorulan bir soruya;

Üstadımız da cevaben, Allah’ın her şeyi EZELİ İLMİ ile önceden bilmesi,

insan iradesinin özgür seçim yapmasında bir baskı bir cebir oluşturmaz.

Zira iradeyi baskı altına alıp işlevsiz hale getiren İLİM sıfatı değil KUDRET sıfatıdır.

Allah’ın kudret sıfatı ise âdetullah gereği insanın iradesine bağlanmış,

yani insan neyi isterse onu yaratıyor.

İLAHİ KUDRET, insan camiye gideceğim derse camiye,

meyhaneye gideceğim derse meyhaneye götürüyor.

Çiftçi tarlasını ekerse, Allah mahsulü yaratıyor…ekmezse yaratmıyor…

Demek burada seçimi insan, fiili Allah yaratıyor…

Kader konusunda bahsedilen,

“İlim maluma tabidir” sözünü akla yaklaştırmak için şöyle bir temsil verelim:

Basiretli olan bir hakim adliyeden dışarıyı seyrederken telaşla bir zatın geçtiğini görüyor

ve katibe diyor;

yaz, şu adam ileride haksız bir cinayet işleyecek ve cezası da şudur,

o katip hakimin hükmünü dosyalayıp rafa koyuyor.

Aynen dosyadaki gibi o adam gidip haksız bir cinayeti işleyip hakimin huzuruna çıkarılıyor. Hakim o adama hitaben

ben senin bu suçu işleyeceğini sezdiğim için dosyanı hazırladım, cezan şudur, diyor.

Şimdi o katil hakime,

“Sen bu dosyayı hazırladığın ve cezamı takdir ettiğin için ben bu suçu işledim”

dese ne kadar hakikatsiz olur değil mi…

İşte Allah’ın EZELİ İLMİ ile bizim ne yapacaklarımızı önceden bilip kaderde dosyalaması da bunun gibidir.

Yani, İmam-ı Mübin denilen KADER defterinde plan ve proğramını, EZELİ İLMİ ile bilip yazmış,

Kitab-ı Mübin denilen Kainat safhalarında KUDRET kalemiyle herşeyi yaratıp,

kayıt altına almış…

Burada insanın itiraz ve şikayete hakkı yoktur…

Zira Allah’ın ilmi ve olayları önceden bilip kadere yazması

cebir veya müdahele vasıtası değildir…

Bütün isim ve sıfatları gibi, İLİM sıfatının da EZELİ ve EBEDİ olmasındandır!..

Zaten herşeyi kuşatan bir ilme sahip olmaması bir yaratıcı için düşünülemez…

Özetle, her şeyin önceden bilinmesi, hatta bunun bir kayıt altına alınması insan iradesi üzerinde baskı kurmaz.

Baskı ancak fiili anlamda müdahale ile mümkün olur ki

ilim sıfatında böyle bir özellik bulunmuyor.

Hususan, Allah Varlığın kader defterine olmuş olacak işleri yazarken;

Böyle böyle olsun diye yazmamıştır, bilakis,

“böyle böyle OLACAK” diye yazmıştır!..

Bu durumu örnekleyecek olursak, meselâ; 26.söz’de bahsi geçen,

insana ait meyiller…

İnsana bu meyiller mecburiyet koşmak için verilmemiştir!..

Bilakis, onları kontrol altında tutabilecek bir irade bahşedilmiştir!..

İnsana, o meyilleri istediği yöne

suyun kolaylıkla yön değiştirmesi gibi-

basit bir irade ile tercih ve tasarruf etmek,

isterse vazgeçip terk etmek yetkisine ve gücüne sahip kılınmıştır!..

Zira bu manevi kuvvet ona akıl ve şuur ile verilmiştir,

İşte göz için ışık ne ise, akıl içinde iman nuru odur…

Baş gözünün görmesi için nasıl ışık yaratılmış ise, idrak ve duyuların,

Kainat üzerinde,

Allah’ın EVVEL yani başlanğıcı olmayan, AHİR sonu olmayan,

ZÂHİR görünen, bilinen BATÎN görünmeyen, bilinmeyen, sıfatlarını

Ve o sıfatların tecellilerine ait

rahmet, kudret, adalet ve hikmetli sebep ve neticeleri, tesir ve kuvveti,

Aklın feraset, kalbin basiret gözü ile görmesi için,

insan ruhunun iman nuruna ihtiyacı vardır!..

İşte iman nurunun kaynağı olan KUR’AN, aykırı isteklere karşı,

“meylettiğin de ona diyebilir ki, “Şu şerdir, yapma!..

Hiç kimse ‘benim meylim bu, ne yapayım’ diyemez!..

Haram haramdir!..

Böyle adi düşüş, İradesi olmayan hayvanlar da bile yoktur!..

İnsanın yaratılmasının

HİKMETİNE GELİNCE;

“O ki, hanginiz amelce daha güzeldir diye

sizi imtihân etmek için ölümü ve hayâtı yarattı.

Ve O, Azîz (kudreti dâimâ üstün gelen)dir, Gafûr (çok mağfiret eden)dir.”

(mülk, 2)

“Andolsun, içinizden cihad edenleri,

sabır ve sebat gösterenleri belirleyinceye / ortaya çıkarıncaya kadar sizi

deneyeceğiz/imtihan edeceğiz.”

(Muhammed, 47/31)

“Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir.

Ahiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur. Keşke bilselerdi!..”

(Ankebut 64)

“Ey îmân edenler! Allah’a itâat edin!

Peygambere de itâat edin! (Tâ ki) amellerinizi (imtihanınızı)boşa çıkarmayın!..

(muhammed,33)

Evet Cenâb-ı Hakk’a îmân eden, elbette O’na itâat edecek.

Ve itâat yolları içinde en makbûlü

ve en müstakimi yani en istikāmetli olanı ve en kısası,

şübhesiz Habîbullâh’ın, yani Allah’ın en sevgili kulu olan

Hz. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ın gösterdiği

ve ta‘kîb ettiği sünnet-i seniyyesidir!..

(11.lem‘a,)

Risale-i Nur’da bahsi geçen; Muhyiddin-i Arabî,

Ben gizli bir hazine idim.Bilinmek istedim, mahlukatı yarattım”

Kuds-i hadîs-i şerifinin beyanında, Cenab-ı Hakk’ın

“Mahlûkatı yarattım ki, Benim isimlerime bir ayna olsun

ve o aynada isim ve sıfatlarımın tecellilerini göreyim

demek istemiştir, diye beyan etmiştir…

Demek ki, insanoğlu için, Allah’ı tanımaktan ve O’na muhabbet edip,

O’nun rızasını aramaktan, O’nun yakınlığını talep ve

‘O ESMÂ-İ HÜSNA’SINA ŞAHİTLİK MÜŞERREFİYETİNE’

nail olmaktan daha önemli bir makam ve mesele yoktur!..

İşte herşeyi bize gösteren basar sıfatının tecellisi olan gözümüz,

Bu hakikatleri idrak etmemizi sağlayan

Hakim isminin bir tecellisi olan aklımız,

Kelâm sıfatının bir tecellisi olan dilimiz,

Rahim isminin bir tecellisi olan kalbimiz

Adl isminin bir tecellisi olan vicdanımız…v.s…

Gibi yaratılış vazifesine uygun yaşayan şuurlu şehadet azalarımız,

bizi yaratılışın yüksek gayesine çıkarıyor……

İşte bunun adı Allah katında,

makamları en yükseği olan, UBUDİYYET yani KULLUK makamıdır!..

“(Ben) cinleri ve insanları, ancak bana ibâdet –yani kulluk- etsinler diye yarattım!..”

Bu azîm âyetin sırrıyla,

insanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gāyesi;

Allah’ı tanımak ve îmân etmek, varlığını ve birliğini tasdîk etmektir!..

Bab-ı Şefkat NUR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir