Ali Ulvi Kurucu Hoca şöyle anlatır:
1991 senesinde Medîne-i Münevvere’de terâvih namazı kılıyorduk.
İmâm Şıh Eyyûb idi.
Ürdün’lü yaşlı bir baba ve iki oğlu önümde namaz kılıyorlardı.
İmam, bayâtî makâmında
çok hazin bir sesle Şûrâ sûresinin başından okumaya başladı:
“Hâ. Mîm. Ayn. Sîn. Kaf. Azîz ve hakîm olan Allah, sana
ve senden öncekilere işte böyle vahyeder.
Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur.
O yücedir, uludur. Neredeyse yukarılarından gökler çatlayacak!
Melekler de Rablerini hamd ile tesbih ediyorlar
ve yeryüzündeki (mü’min)ler için mağfiret diliyorlar.
İyi bilin ki Allah çok mağfiret eden, çok merhamet edendir.”
(Şûrâ, 1-5)
İmâm 5. âyeti okuyunca önümdeki ihtiyar birden yere düştü…
İki oğlu selâm verip yandaki bidondan zemzem getirdiler.
Saftaki insanlar da “Acaba öldü mü?” diye endişelendiler.
İhtiyar zât, oğullarına:
“Namazınıza devam edin!” diye eliyle işaret etti.
Onu sağ tarafına yatırdılar.
Birisi, abasını çıkarıp başının altına koydu.
İhtiyar bir taraftan ağlıyordu. Namaz bitince herkes:
“–Geçmiş olsun, geçmiş olsun!” deyip gittiler.
Ben kaldım. İhtiyar, için için, sessiz sessiz ağlamaya devam ediyordu.
Yaklaştım:
“–Geçmiş olsun amca, hayırdır inşallah” dedikten sonra
yavaşça ve nezâketle sordum:
“–Amca, âyet-i kerîmeden mi müteessir oldunuz?
Hz. Ömer efendimize de böyle olmuştu.
Birisi «Ve’t-tûr» sûresini okuyormuş,
Hz. Ömer de böyle düşüp bayılmış.”
Ben böyle deyince ihtiyar amca ağlayarak şu cevabı verdi:
“–«Melekler de Rablerini hamd ile tesbih ediyorlar
ve yeryüzündeki (mü’min)ler için mağfiret diliyorlar.»
Şıh Eyyûb bu âyet-i kerîmeyi okurken,
baktım, mihrapta Peygamber-i Zîşânı gördüm:
«–Melekler ümmetime dua ederler, istiğfar ederler de ben etmem mi?»
diyor, mihrapta dua ediyordu…
Gözümün önünde öylece tecellî etti;
dayanamadım, ayaklarım taşıyamadı, yere yıkıldım.”
(M. Ertuğrul Düzdağ,
Üstad Ali Ulvi Kurucu, Hatıralar- 3, İstanbul 2007, s. 377-378)
*
BAB-I ŞEFKAT NUR