“İHLÂS İLE KULLUK EDENLER,
NİMETLERLE DOLU CENNET İÇİNDEDİR.
GÜNAHA DALAN KÂFİRLER İSE CEHENNEM ATEŞİNDEDİR!.”
İnfitar Sûresi, 82:13-14.
Yaşadığımız bu ıssız evrende varlığından haberdar dahi olamadığımız bunca vahşet yaşanırken;
“Allah’ım! Zalimlerin cezası bir gün verilecek mi ?..” (Haşir Risalesi)
Varlığından haberdar olamadığımız bazen müdahale edemediğimiz,
bazen de etmek istemediğimiz bu kadar kötülük yaşanırken,
yaşadığımız bu topraklarda,
bunların hesabı sorulacak mı?..
Sadece rıza-i ilahi için,
fıtratımızın bir gereği olarak yaptığımız çeşitli iyiliklerin,
karşılığını bir gün alacak mıyız?..
Kainatın sahibi tarafından
bu sevap-günah cetvelinin ağır basan kefesini tespit edebilmek için,
yeni bir diriliş bizi bekliyor mu?..
Benim ateist, agnostik veya Müslüman olmam fark eder mi?..
“O” da “ben” de ya da “bir başkası” da böyle düşünüyor…
Hangi insan;
başta peygamberimiz (ﷺ) olmak üzere,
tüm peygamberler gibi iman etmiş olsun ki imanı tam olsun.
Zaten öyle olsaydı hiç günah işler miydi insan?
Ya da olaya farklı bir bakış açısıyla ele alalım.
Şüpheleri olduğunu hatta daha da ileri gidelim
Hüdâ’nın yokluğundan ya da bazı temel kaidelerin olmadığını
iyi bildiğini zanneden ateist (tanrı tanımaz),
agnostik(bilinemezciliğe tabi),
deist(sadece bir yaratıcıya inanan),
pantesit(tüm tanrıcılığa tabi),
panenteist(kamusal tanrıcılığa tabi),
ignostik, letsist ya da hangi ideolojie olursa olsun,
o ideolojisine yüzde yüz sadık mı?..
Gerçekten bir ateist veya deist mi başka bir deyişle kocaman bir 0 mı?
Zihninden inancıyla ilgili herhangi bir şüphe hiç geçiyor mu?
Sözümüzün hülasası iman cephesinde Peygamberler hariç,
çok az kimsenin şuhud derecesinde bir imana sahip olduğu bilinmektedir.
Hepimizde kendi oranımızı bu anlamda bilemeyebiliriz.
Benliğimizin bir kısmında kâh ‘nemrutluk’ kâh ‘firavunluk’ kâh ‘münafıklık’ kâh da ’şeytanlık’ mevcut olabilir…
Belki %3 belki %20 belki %0.07 …
Dolayısıyla bizler kusurlarımızla ve noksanlarımızla yaşantımızın her anında sonsuz aralığı bulunan 1 ile 0 arasındaki değerlerde gidip gelmekteyiz.
İmanın ve istikametin ölçüsünde bu durum 1’e yaklaşırken mutedil bir seyir ile devam etmektedir.
İnişlerin ve çıkışların az görüldüğü daima imanın tarafında görünen ve bu tarafın hakikatini kendi iç aleminde yaşayan insanlar,
Kur’an’ın tarifiyle “dost doğru yola ilet” hakikatini yaşayanlardır.
Aklımıza gelen bu ve buna benzer birçok sorunun cevabını daima merak etmişizdir.
Şimdi ise bu soruların cevabına evvela aklımıza sonra da kalbimize hitap edecek şekilde sormaya çalışacağız.
Başka bir deyişle soruların iklimine girerek cevapların hakikatlerini ispatlayacağız.
Evvelâ ‘ıssız’ tabiriyle başlayacak olursak;
“…coğrafya ve kozmoğrafya fenlerinin kısacık kanunlarıyla
ve daracık düsturlarıyla ve küçücük mizanlarıyla
Kur’ân’ın semâvâtına çıkamadıklarından
ve âyâtın yıldızlarındaki yedi kat mânâları keşfedemediklerinden…
Hem cin ve ifrit ve sair muhtelif (vazifeler de ruhaniyet ve melaike misali)
zîşuur ve zîhayat mahlûkların âlemleri
ve meskenleri olduğu, çok kesretli ehl-i keşif
ve ashab-ı şuhudun (evliya va asfiyanın) şehadetiyle sabit yedi kat arzın âlemleri…
– mevcuttur!..…”(12.lem’a)
“Şu risalelerde teşbih ve temsilleri hikâyeler suretinde yazdığımın sebebi,
hem teshil,
hem hakaik-ı İslâmiye ne kadar makul,
mütenasip,
muhkem,
mütesanit olduğunu göstermektir.
Hikâyelerin mânâları, sonlarındaki hakikatlerdir.
Kinâiyat kabilinden, yalnız onlara delâlet ederler.
Demek hayalî hikâyeler değil, doğru hakikatlerdir.”(10 söz)
Diyerek giriş yaptığı,
Bu hakikatler öyle hakikatlerdir ki;
kökleri islâmın kaideleri ile yeryüzünde kök salmış, dal ve budakları,
velayet makamlarının kemâlatına yükselerek yayılıp dağılmış
ve bu dalların meyveleri iki cihan saadeti ile
bizi Kur’ân-ın Mu’cizevi hakikatlerindeki
hidayet nuruna ve mazhariyetine nail eylemiş!..
Şimdi, Onuncü Sözün (Sözler/ Haşir Risalesi) bir kısmına pencere açacağız.
1926 yılında Isparta’da yazılmış olan bu risale için Bedîüzzaman Said Nursi;
‘’Eğer baharın gelmesi gibi inanmaz isen gel parmağını gözüme sok’’
şeklinde muknî bir bahis açmıştır…
Bizim kendi ruh ve kalbimizi teneffüs ettirmek için açacağımızı ve öncesinde bahsetmiş olduğumuz pencerede
Allah’ın Hâkim ve Âdil ismi üzerine olacaktır.
O halde Risale-i Nur’a kulak verelim de Üstadın iddiası yerinde miymiş?
-Mihenge vuralım-…
….Sözler/ Onuncu Söz/ Üçüncü Hakikat
“Bâb-ı hikmet ve adalet olup, ism-i Hakîm ve Âdil’in cilvesidir.
Hiç mümkün müdür ki: …
Zerrelerden güneşlere kadar cereyan eden hikmet ve intizam,
adalet ve mizanla rububiyetin saltanatını gösteren Zât-ı Zülcelâl,
rububiyetin cenah-ı himayesine iltica eden
ve hikmet ve adalete iman ve ubudiyetle tevfik-i hareket eden
mü’minleri taltif etmesin
ve o hikmet ve adalete küfür ve tuğyan ile
isyan eden edebsizleri te’dib etmesin…”(10.söz,3.hakikat)
“Demek bir mahkeme-i kübraya, bir saadet-i uzmaya bırakılıyor.
Halbuki şu fâni dünyada kısa bir hayat geçiren insan,
öyle bir adaletin hakikatına mazhar olamaz ve olamıyor.
Belki bir mahkeme-i kübraya bırakılıyor.
Zira hakikî adalet ister ki:
Şu küçücük insan,
şu küçüklüğü nisbetinde değil,
belki cinayetinin büyüklüğü, mahiyetinin ehemmiyeti
ve vazifesinin azameti nisbetinde mükâfat ve mücazat görsün.
Madem şu fâni, geçici dünya;
ebed için halk olunan insan hususunda
öyle bir adalet ve hikmete mazhariyetten çok uzaktır.
Elbette âdil olan o Zât-ı Celil-i Zülcemâl’in
ve Hakîm olan o Zât-ı Cemil-i Zülcelâl’in daimî bir Cehennem’i
ve ebedî bir Cennet’i bulunacaktır!..”
(10.söz,3.hakikat)
O gün bütün mahlukat dirilir ve hesap meydanına getirilir.
İnanmayan kafirleri cehennem alır içine atar, inanlar için ise terazi kurulur,
hesap başlar belli bir müddetten sonra…
Nitekim,
Adaletin bir ciheti de mazlumların intikamını zâlimlerden almaktır.
Adâletin bu mânâsıyla da tarih sayfaları zâlimlerin feci akıbetleriyle doludur.
Firavunlar, Nemrutlar, Karunlar gibi nice zâlimlere Âdil ismi ile
semavî tokatlar vurulmuş ve mazlumların hakları onlardan alınmış olsa dahi;
“Amellerinizin KARŞILIĞI ise, ancak KIYAMET günü TAM olarak verilecektir!..”
(âlî-imrân,185)
Hükmünce, sabittir…
“Halbuki bu muvakkat dünyada
o hikmet, o adalete lâyık binden biri, insanda icra edilmiyor, tehir ediliyor.
Ehl-i dalâletin çoğu ceza almadan,
ehl-i hidayetin de çoğu mükâfat görmeden buradan göçüp gidiyorlar.”
(10.söz,3.hakikat)
“Şimdi, hiç mümkün müdür ki,
böyle en küçük bir mahlûkun
en küçük bir hâcetinin imdadına koşan bir adalet ve hikmet,
insan gibi en büyük bir mahlûkun BEKÀ gibi
en büyük bir hacetini mühmel bıraksın?
En büyük istimdadını ve en büyük sualini cevapsız bıraksın?
Rububiyetin haşmetini, ibâdının
hukukunu muhafaza etmekle, muhafaza etmesin?..”(10.söz,3.hakikat)
Yani;
Her an birçok nimetleriyle mahlukat için devamlılık sağlayan bir Zât-ı Zülcelâl, neden yapılan iyiliklerin mükafatını zamanı gelince vermesin?
Cansız varlıkları dahi en harika usta bir san’at ile yaratan bir Zât-ı Zülkemâl,
canlı, hayat ve şuur ehli kullarını neden başıboş bıraksın?
“Sizin yaratılmanız da, diriltilmeniz de, tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir.” (Lokman,28)
“Şimdi bak Allah’ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor. Bunu yapan, elbette ölüleri de öylece diriltecektir. O herşeye hakkıyla kadirdir.”
(Rum ,50)
.“Çürümüş kemikleri kim diriltecek?’ dedi. Sen de ki: ‘Onu ilk önce kim yaratmışsa tekrar O diriltecek. O herşeyin yaratılışını hakkıyla bilendir.”
(Yâsin,78-79)
“İhlâs ile kulluk edenler, nimetlerle dolu Cennet içindedir. Günaha dalan kâfirler ise Cehennem ateşindedir.”
(İnfitar ,13-14)
“Kim zerre kadar bir iyilik yaparsa onun mükâfatını görür. Kim zerre kadar bir kötülük yaparsa onun cezasını görür.” (Zilzâl,8)
Ateist (tanrı tanımaz), agnostik(bilinemezciliğe tabi), deist(sadece bir yaratıcıya inanan),
pantesit(tüm tanrıcılığa tabi), panenteist(kamusal tanrıcılığa tabi),
ignostik, letsist ya da hangi ideolojie ve bilmem hangi belâ olursa olsun;
Şu Ayet-i Celile’nin,
dehşetli tedibine hikmet ve adaletin gereğince müstehâk olmuştur…
“ Allah’ı ve peygamberlerini inkâr edenler, Allah ile peygamberlerini birbirinden ayırmak isteyenler, “Bir kısmına inanırız ama bir kısmına inanmayız” diyenler
ve bunlar arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu,
işte gerçek kâfirler bunlardır ve biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır!..”
﴾Nisâ,150-151﴿
“Allah’a ve peygamberlerine iman edip, onlardan hiçbirini diğerlerinden ayırmayanlara gelince; işte Allah bir gün onlara mükâfatlarını verecektir. Allah çok bağışlayıcıdır ve sonsuz rahmet sahibidir!..” ﴾Nisâ,152﴿
.
Tüm bu delilleri göz önüne alarak kainatın yaratılış gayesini anlamayanlara,
yaratılış gayesi üzerine biraz daha düşünmelerini öğütlüyoruz.
Zira her fani insan bilsin ki;
“Her şey helâk olup gidicidir; Ona bakan yüzü müstesnâ.” (kasas,88)
Fıtraten değil, sadece; İhlâs yani, rıza-i ilahi ile yapılan ameller müstesna…
Sözün özü:
Hesaba çekilmeden evvel nefsimizi hesaba çekmeliyiz..!
الْاَنَامِ وَذَرَّاتِ الْاَيَّامِ عَاشِرَاتِ بِعَدَدِ وَالسَّلَامُ الصَّلَاةُ وَصَحْبِهِ اٰلِه۪ وَعَلٰٓى عَلَيْه Günlerin âşireleri ve
mahlûkatın zerreleri sayısınca Ona ve âl ve ashabına salât ve selâm olsun
الْحَك۪يمُ الْعَل۪يمُ اَنْتَ اِنَّكَ عَلَّمْتَنَٓا مَا اِلَّا لَنَٓا عِلْمَ لَا سُبْحَانَكَ Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Alîm-i
Hakîmsin
(Bakara,32).
Mehmet Fatih OKUR