Soru; “Yüksek iman ve ihlâs şuuruna malik olan insan,
hiç şüphesiz ki,
zaman ve mekân mefhumlarının fâniler üzerinde bıraktığı
yaldızlı tesirleri kesif madde âleminde bırakarak,
ruhuyla mâneviyat âleminin pırıl pırıl nurlar saçan ufuklarına yükselmiş bir haldedir.”
(t.hayat) – vecizesini nasıl anlamalıyız…
Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi (r.a) hakkında beyan edilen bu ifadeler…
“Yüksek iman ve ihlâs şuuruna malik olan insan…”
tabiri ile evvelâ;
bize zakir ve şakir vasıflı alim, asfiya ve evliyaların ulvi mazhariyetlerini hatırlatır;
“Ve “اَلطَّيِّبَاتُ “(tayyibat)
kelimesiyle de zîruhun hülâsaları olan
kâmil insanların
ve melâike-i mukarrebînin,
salâvatın hülâsası olan tayyibat ile
nuranî ve yüksek ibadetlerini irade ederek Mâbuduna tahsis ve takdim eder.”(6.Şua)
“-O gece de- Resul-i Ekrem (ﷺ)’ın,…. o selâma mukabil
-“Salihlerin üzerine de olsun!..”
–demesi istikbalde muazzam ümmeti ve ümmetinin salihleri,
selâm-ı İlâhîyi temsil eden İslâmiyete mazhar olmasını…”
(6.şua)
Böylece mü’minlerin İlahi selam’ın mazhariyeti ile şereflenmesi;
Sünnet-i Nebi edebine tabiiyetiyle müyesser olmasındandır!..
‘Efendimiz’e (ﷺ)Miraç’ta NEBİ’ vasfıyle hitab edilmesi,
Sıfat itibariyle hitap manasıyle,
Muhatabın yani, o Nebi’nin yükseklik ve ulviyetine işarettir!..
“Rabbim bana edebi güzel bir surette ihsan etmiş, edeplendirmiş.”
(el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1:70.) (11.lem’a)
“Sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.”
(Kalem,4)
“Evet, siyer-i Nebevi’ye ye dikkat eden ve Sünnet-i Seniyye’yi bilen,
kat’iyen anlar ki,
edebin envâını, Cenâb-ı Hak, Habibinde cem etmiştir!.”
(11.Lem’a)
“Mü’minin ferasetinden çekinin, çünkü o Allah’ın nuru ile bakar”
(Tirmizi, Tefsiru’l-Kur’an, 16, Suyûtî, elĞCâmiu’sĞSağir, 1, 24)
Zira; Allah’ın nuruyle bakan mü’min,
hayrı şerri,
hakkı batılı basiret ve ferasetiyle görür…
“zaman ve mekân mefhumlarının fâniler üzerinde bıraktığı
yaldızlı tesirleri kesif madde âleminde bırakarak,”
(t.hayat)
Yani; içinde bulunduğu zaman ve mekanın tesirin de kalmadan,
zaman ve mekana kalbini bağlamadan,
Zamanın baskın fikir ve düşüncelerini, akımlarını,
İlahi vahyin üstüne çıkarmadan,
Mal, şan, şöhret, enaniyet, hırs v.s gibi nefsani davalardan beri olarak,
“(Ey mü’minler! Âhiret için) azık edinin!
Bilin ki azığın en hayırlısı takvâ azığıdır.
Ey akıl sahipleri! Bana karşı takvâ sahibi olun!”
(Bakara 2/197)
Takvayı azık edinen,
O takva ile emr-i maruf yapan için;
Allah’ın -Resulullah (ﷺ) şöyle buyurmuştur:
“Kim iyiliği emreder ve kötülükten sakındırırsa
Allah’ın ve Resulünün yer yüzündeki halifesidir!..“
(-Müstedrek’ül-Vesail, c. 12, s. 179)
Yeryüzünün halifesi, Maneviyat aleminin evliyası, asfiyasıdır.
Evet takva “ruhuyla mâneviyat âleminin
pırıl pırıl nurlar saçan ufuklarına yükselmiş bir haldedir.”
(t.hayat)
Hulâsa;
“Şübhesiz ki âkıbet müttakilerin yani takvâ sâhiblerinindir!..”
(Hud,49)
“Allah Teâlâ müttakî, gönlü zengin,
kendi hâlinde işiyle ve ibadetiyle meşgul olan kulunu sever.”
(Müslim, Zühd,11)
Ebû Hüreyre (r.a.) der ki:
Peygamber Efendimiz’(ﷺ)e :
“–Ey Allah’ın Resûlü! (ﷺ) İnsanların en keremlisi (hayırlısı, şereflisi ve değerlisi) kimdir?”
diye soruldu. Resûlullah(ﷺ):
“–En çok takvâ sahibi olanlarıdır” buyurdu.
(Buhârî,Enbiyâ, 8, 14, 19)
Bediüzzaman Hazretleri de
verâset-i Muhammediye (ﷺ) makamında olan bir zât-ı âlî-kadr’dır.
( yani, göklerde ve yerde kıymeti âlî ve ulvi bir zat-ı şerif)
Vazifesi ise verese-i nübüvvet ve hamele-i şeriat-ı Ahmediye’(ﷺ)dir!.”
(Sözler)
Âlem-i İslâmda
Ehl-i Sünnet ve Cemaat denilen
ehl-i hak ve istikamet fırka-i azîmesi,
hakaik-i Kur’âniyeyi ve imaniyeyi, istikamet dairesinde,
hüve hüvesine (en küçük bir kaidesine kadar)
Sünnet-i Seniyyeye ittibâ ederek muhafaza etmişler.
Ehl-i velâyetin ekseriyet-i mutlakası o daireden neş’et etmişler.
(Tarihçe-i Hayat)
“Âlimler nebîlerin varisleridir.”
Hadis-i şerifi’nin mazhariyetine delildir!..
İşte ÜSTAD’ımıza atfedilen bu ifadeler
medih, övgü değil, hakikatin ta kendisidir…
O’na talebe olmak isteyenlere düşen de takvaya dikkat etmekle,
müttakî vasfını kazanabilmek
ve hayatını Efendimiz(ﷺ)’in sünneti ile ihya eden bu
asrın imamı olan Üstadının niyazıyle niyaz etmek
yolu ve davasıyle hemhal olmaktır!..
Zeyd bin Erkam (r.a.) der ki:
Nebiyy-i Ekrem(ﷺ) şöyle dua ederdi:
“…Allah’ım! Nefsime takvâsını ver
ve onu tezkiye et!..
(terbiye et ve bağışla…)
Sen onu en iyi tezkiye edensin…
Sen onun velîsi ve Mevlâ’sısın…” (Müslim, Zikir, 73) -Amennâ!..
Hasbü’n Allah ve nimel vekil, nime’l mevlâ ve nine’n nasir…(âl-î imrân,173)
Bab-ı Şefkat NUR