“ŞİMDİ BU VAKİTTE,
TALEBE-İ ULÛMUN EN HÂLİSLERİ (HAKİKİ) RİSALE-İ NUR TALEBELERİDİR!..”
-Yalçın BOSNALI Ağabeyimizin Hatıratına…
“Eski talebeliğim zamanında mevsuk zâtlardan,
onlar da mühim imamlardan naklederek işittim ki:
“Ciddî, müştak, hâlis talebe-i ulûm,
tahsilde iken vefat ettikleri zaman,
berzahta aynı tahsil misâli ve bir medrese-i mâneviyede bulunuyor gibi,
o âleme muvafık bir vaziyet ihsan ediliyor” diye,
o zaman talebe-i ulûm içinde çok defa medâr-ı bahs oluyordu.
Şimdi bu vakitte, talebe-i ulûmun en hâlisleri Risale-i Nur talebeleri olduğundan,
elbette merhum Mehmed Zühtü, Âsım
ve Lütfü gibi zâtların vazifeleri devam ediyor.
Defter-i a’mallerine hasenat yazmak için, manevî kalemleri inşaallah işliyorlar.”
(Kastamonu lhk.)
“Şimdi bu vakitte, talebe-i ulûmun en hâlisleri Risale-i Nur talebeleri olduğundan…”(Kastamonu lhk.)
Üstad Hazretlerinin bu ifadesinden,
bu zamanda Nur talebelerinin de ilim talebesi olduğunu anlıyoruz.
Öyle ise talebe-i ulum olmak için (hakiki, sadık ve muhlis), Nur talebesi olmak kâfidir!..
Vefat, VEFA’ dan gelir…
Sübhan olan Allah(c.c.),
kullarına sübhaniyet’ini idrak ettirmek için,
güzelliklerin karşılığında çirkinlikleri,
iyiliğin yanında kötülükleri,
şerrin arkasında büyük hayırları
Ölümün kapısında varlığı,
faniyetin ardında bakiyeti yaratmıştır.
Bediüzzaman Hazretleri -İcma da olduğu gibi- bunlara nisbi hakikatler;
“Bizzat kendileri için var olmaktan öte;
zıtları olan nisbî (izafî, göreceli) hakikatler için,
yani hayırların, mükemmelliklerin ve çoğalması,
açığa çıkması için o şer ve çirkinlikler birer başlangıç,
birer ölçü birimi olmak için yaratılmışlardır!..” Demektedir.
Hayatın en güzel taraflarından biri;
Alemlerinin Rabbi’nin, insanların sevdiklerinin acısıyle kalplerini genişletip,
sevgilerini büyütmesi ve mahbublarının kıymet ve muhabbetlerini bakî kılmasıdır!..
İşte bu O’nun Sübhaniyet’indeki CELÂL’ismi ile terbiyelerinden biridir.
O halde, bu terbiye o kadar azametlidir ki;
insan kalbindeki cevherin bilkuvve tavırdan bilfiil vaziyetine çıkarmasını
ve inkişafını…ve, imanlı gönülleri
ölümün hakikati ile, Sübhanallah’ın azametli Celâl’ine,
sabrın kuvveti ile, Allah’ü ekber’in azim ve mükemmel Kemâl’ına,
zikir ve şükür ile, Elhamdülillah’ın şükran-i Cemâl’ine müşerref eder!..
Hulasa;
Netice olarak bu tesbih, tazim ve şükürün
yüksek dereceleri çekirdek kuvvetindeki kalbin,
kainatı kuşatan koca bir ağaç olup,
bakî, alî ve uhrevî neticeleri meyve verecek derecede inkişaf
ve gelişimi göstermesi,
–iman ve sünnetin nuru ile-
insanın yaratılma gayesi olan Eşref-i Mâhluk’u açığa çıkarır!…
Bu durum da; VEFA,
Allah katında büyük bir nimet ve kıymettir!..
“Kim bir kimseyi hayra (hüda’ya) çağırırsa,
kendisine uyanların sevaplarının bir misli ona aittir.
Bu sevap (kendisine uyanların) sevaplarından bir şey eksiltmez.”
{Riyazu’s-Salihîn 20. bab. 174. hadis, s. 158, 161; ayrıca bk. Sunenu İbn-i Mâce (I, 74, 206)
“Kur’an tefsiri olan Risale-i Nur’ların neşriyatında
ve birçok dünya diline çevrilmesinde ve her türlü hadimiyetinde,
çok önemli hizmetler gören muhterem ağabeylerimizin,
kadri yüce, haseneleri azimdir!..
Bu nurlu yolda yürüyen veya yürümek isteyen bütün naşir
ve hadimlerin, okuyan istifade eden herkesin,
Üstadımızın deyimiyle;
“Öyle ise, mazide şükrünü eda etmediğin nimetlerin şükrünü kaza etmek lâzımdır.”
(29. Mektup)
kaidesince onlara karşı mükellef olduğumuz çok büyük minnet borçları için,
hürmet,
ve hayırla yad etmek
ve miraslarını muhafaza hususunda hakkaniyet ve hassiyet sahibi olmak elzemdir!..
“Allah, insanı Rahman suretinde yarattı.”
(Buharî, İsti’zân, 1; Müslim, Birr, 115, Cennet, 28)
“insanın suret-i câmiasında,
küçük bir mikyasta, zeminin siması
ve kâinatın siması gibi yine o ism-i Rahmân’ın cilve-i etemmini gösterir…”
(14.lem’a)
İşte İNSAN,
böyle hakiki ve uhrevî bir dostlara, bir kardeşlere sahip olmakla,
aslında dünyadaki,
ahiret için kazanılabilecek en büyük zenginliklerden birini kazandığını bilir…
Zira; “Kişi sevdiği ile beraberdir.” (Buhârî, Edeb, 96; Müslîm, Birr, 165)
Ve yine bilir ki;
ölüm bu hazineyi elinden alamaz, ancak ebediyete taşıyabilir!..
Ebû Hüreyre( r.h.)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (ﷺ) şöyle buyurdu:
Allah Teâlâ kıyâmet günü:
“Nerede benim rızâm için birbirlerini sevenler?
Gölgemden başka gölgenin bulunmadığı bugün onları,
kendi arşımın gölgesinde gölgelendireceğim”
buyurur. (Müslim, Birr 37. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 53)
“O-Allah Azze ve celle- bütün âlemleri
ve hâdiseleri her an görüp gözeten Şâhid
ve herşeyi bilen Âlim ve varlığı sonsuza kadar devam eden Bâkî olduğundan,
sevilen şeylerin dünyadan kaybolup gitmeleri üzüntüye sebebiyet vermez.
Çünkü onların varlığı, Ezelî Şahid’in ilim dairesinde ve nazarında BEKÀ bulmaktadır.
…..
O bütün mülk ve servetin ezelî ve ebedî sahibi olan Vâris,
bütün ölüleri haşirde tek bir emirle diriltip huzurunda toplayan Bâis
ve varlığı sonsuza kadar devam eden Bâkî olduğundan,
ahbâbın ayrılıklarından âh ü vâh etmek gerekmez.
Çünkü bütün onlar kendisine dönen ve onları tekrar diriltecek olan Zât, Bâkîdir!..”
(4. Şua)
“De ki:
“İster Allah deyin,
ister Rahman deyin,
hangisini derseniz deyin, en güzel isimler O’nundur.” (İsrâ,110)
Yâ Vafî… Yâ Kafî…Ya Muafî…Yâ Sadık’ıl-Vaad’il-Emin!..
“Dediler: Bizi buna eriştiren Allah’a hamd olsun; yoksa Allah hidayet etmeseydi,
biz kendiliğimizden buna erişemezdik.
Gerçekten Rabbimizin peygamberleri bize hakkı getirdiler.” A’râf Sûresi, 7:43.
“Ey kavmi içinde Nuh’un duasına icabet eden,
Ey düşmanlarına karşı İbrahim’e yardım eden,
Ey Yusuf’u tekrar Yakub’a kavuşturan,
Ey Eyyüb’den zararı kaldıran,
Ey Zekeriya’nın duasına cevap veren,
Ey Yunus ibni Mettâ’nın tevbesini kabul eden Allahım!
Bu müstecap duaların sahiplerinin hürmetine,
Bu hizmet-i Kur’an’iye de, Nurlar’ın neşrinde çalışarak ömrü vefa eden
Yalçın ağabey gibi büyüklerimizi, talebe-i ulûmun en hâlisleri makamına lütfeyle,
Kabirlerini cennet, makamlarını âlî,
komşularını ÜSTADIMIZ ve EFENDİMİZ (ﷺ) eyle!..
Bizi, bu risalelerin naşirlerini ve arkadaşlarını
ins ve cin şeytanlarının şerlerinden muhafaza etmeni,
düşmanlarımıza karşı bize nusret vermeni,
bizi nefislerimize terk etmemeni,
sıkıntılarımızı kaldırmanı
ve kalblerimizin ve onların kalblerinin hastalıklarına şifa vermeni Senden istiyoruz!..
Âmin, âmin, âmin.
Bab-ı Şefkat NUR