Takva Sahiplerine İlâhi İkram: “HİMMET”

Sünnet itikadın da Himmetin hakikati nedir..?

Himmet, kelime olarak, kıymetli, şerefli ve kıymetli yönelmek manasını taşıyor.

Kelime manasıyla düşündüğümüzde, her insanın azmettiği

ve gayretini yöneltiği bir hedefi mevcut.

İnsanların kimi sadece karnına, kimi de kalbine yöneliyor.

Herkesin kıymeti de yöneldiği şeye göre ölçülüyor.

Gaye-i hayal olmazsa

veyahut nisyan veya tenâsi edilse,

ezhan enelere dönüp etrafında gezerler.“-Hakikat çekirdekleri

İnsanın kıymetini tayin eden, mahiyetidir.

Mahiyetin değeri ise,

himmeti nisbetindedir.

Himmeti ise,

hedef ittihaz ettiği maksadın

–veya davanın- derece-i ehemmiyetine bakar.” –(İşaratü’l-İ’caz)

Kişinin kendini adamış olduğu şey, hak ve baki bir dava değilse,

zihin meşguliyeti nefs-i emaresinin enaniyet davasına döner,

artık oraya hizmet eder!..

Buradan hareketle, derdi yalnızca dünya olanın Allah katında hiçbir kıymeti olmaz…

Hedefi, gayesi Allah rızası olanın ise, kıymeti kelimelerle ölçülemez!…

İnsanlık, birbirine muhtaç bir halde yaratılmıştır.

Zayıflar güçlülere, fakirler zenginlere, hastalar doktorlara, cahiller alimlere muhtaç edilmiş; kendisine maddi-manevi imkan ve nimet verilenler de, onu muhtaçlara ulaştırmakla görevlendirilmiştir.

Zira; “Düstur-u teavünün şe’ni, birbirinin imdadına yetişmektir.

Dinin şe’ni uhuvvettir, incizaptır.”(12.söz)

Tasavvuf erbabına göre himmet;

“kulun kendisini veya başkasını bir hayra ulaştırmak, bir şerden korumak veya bir kemâli ele geçirmek için bütün ruhanî gücünü kullanarak kalbiyle Cenab-ı Hakk’a yönelmesidir.” (Cürcani)

Asrın iman konusunda Gavs-ı âzam’ı olan RİSALE-İ NUR’ bu hususta,

“Seyr-i sülûk-ü kalbî ile ve mücahede-i ruhî ile ve terakkiyât-ı mâneviye ile,

insan-ı kâmil olmak için çalışmak;

yani hakikî mü’min ve tam bir Müslüman olmak;

yani, yalnız surî değil, belki hakikat-i imanı ve hakikat-i İslâmı kazanmak;

yani, şu kâinat içinde ve bir cihette kâinat mümessili olarak,

doğrudan doğruya kâinatın Hâlık-ı Zülcelâline abd olmak

ve muhatap olmak ve dost olmak ve halil olmak ve ayna olmak

ve ahsen-i takvimde olduğunu göstermekle,

benî Âdemin melâikeye rüçhaniyetini ispat etmek

ve şeriatın imanî ve amelî cenahlarıyla makamât-ı âliye de uçmak!..”

(29.mektub,9.telvih)

Himmet, Allah’ın bir rahmetidir!

Himmet ehli, Allah’ın kullarına daha önceden, levh-i mahfuz’ da yazılı bir rahmetini yerine ulaştırmakla görevli Allah’ın dostudur.

Onlar, meleklerden ve kâmil müminlerden oluşur.

Cenab-ı Hak, onlar vasıtasıyla dilediklerine yardım edip, müşküllerini çözer.

Aslında kuluna destek veren ve müşkülünü çözen Allah’tır!…

Peygamber olsun, veli olsun, diğer varlıklar vasıtadan başka bir şey değildir…

Bu hakikati Efendimiz() şöyle ifade buyuruyor:

Asıl veren Allah’tır, ben ise verileni taksim edip yerine ulaştırmakla görevliyim.” (Buhari, Müslim)

Nitekim Rabbimizin Kadim Kelamı olan, Kur’an-ı Azimüşşan;”

-“Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri Bizim yanımızda olmasın. Herşeyi Biz, (İMAM-I MÜBİN dediğimiz Kader defterinde yani, levh-i mahfuz da takdir ve tayin edilmiş) belirli bir miktarla indiririz.” (Hicr,21) “Biz herşeyi İmam-ı Mübinde tek tek sayıp yazdık.” (Yâsin,12.)

Ayet-i Celileler’in de bu konuda

Tek ve Yekta hüküm sahibinin Kendisi Azze ve Celle olduğunu ferman etmiştir!..

“Kat’iyen bil ki, hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi,

iman-ı billâhtır!..

Ve insaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı,

iman-ı billâh içindeki marifetullahtır!..

Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti,

o marifetullah içindeki muhabbetullahtır!..” (20.mektup)

Müttakilere Allah tarafından verilen bir sermaye, ilahi bir emanettir himmet.

Allah’ın sevdiklerine ikramı, ilahi aşkın meyvesi, takva sahiplerine bir hediyedir!…

“Ey îmân edenler! Eğer Allah’dan sakınırsanız,

size furkan (hak ile bâtılı ayıracak bir anlayış) verir,

kötülüklerinizi örter ve size mağfiret eder.

Çünki Allah, (pek) büyük ihsan sâhibidir.” (Enfâl,29)

Allahu Tealâ, sevdiklerine yaptığı bu ihsan ve ikramı meşhur bir kudsi hadiste

şöyle bildiriyor:

“Ben, farz ve nafile ibadetlerle bana yaklaşan kulumu sevdiğim zaman,

onun gören gözü,

işiten kulağı,

tutan eli,

yürüyen ayağı olurum.

O benimle görür, benimle işitir, benimle tutar, benimle yürür.

Bana sığınırsa onu himaye ederim.

Benden bir şey isterse kendisine veririm.”

(Buhari, İbnu Mace, Ahmed)

İşte velilerin ulaştığı bütün keramet ve himmet bu hadiste özetleniyor.

Bu hadiste Allah dostlarına verilen imkan ve yetkilerin ne boyutta olduğunu büyük müfessir Fahruddin Razi’den dinleyelim:

“İnsan büyük bir bağlılık ve samimiyetle Allahu Tealâ’ya itaate devam ederse, Allah’ın, onun gözü ve kulağı olurum buyurduğu bir makama yükselir. Allah’ın Celâl nuru kul için bir kulak olunca, o yakını işittiği gibi uzağı da işitir. Bu nur onun için bir göz olunca, yakını gördüğü gibi uzağı da görür. Ve yine bu nur kul için bir el olunca, o elin zora, kolaya, yakındakine, uzaktakine, her şeye gücü yeter.” (Mefatihu’l-Gayb)

Bu demektir ki, böyle bir kişi de; Feraset, Basiret ve Marifet nurları zahir olur!..

Ve yine Risale-i Nur’lar da;

“Fenaf’il-ihvan” düsturunun tesir ve öneminin ihlâs ve uhuvvet sırrına havi

olduğu arzedilerek;

” Eğer sırr-ı uhuvvet ve ittihad-ı maksat ve ittifak-ı vazife ile tevafuk edip (uhuvvet, gaye ve vazife şuurun da birliğin) bir çizgi üstünde omuz omuza verseler,

o vakit dört bin dört yüz kırk dört kuvvetinde ve kıymetinde olduğu gibi,

hakikî sırr-ı ihlâs ile,

on altı fedakâr kardeşlerin kıymet ve kuvvet-i mâneviyesi

‘dört binden’ geçtiğine…”Lem’alar-

denilerek,

“ fenaf’il-ihvan” düsturunun Mahiyet ve ihyasında,

HİMMET’in

hakiki ve ulvi bir zuhuru olduğu açıkça beyan edilmiştir!..

Bir başka deyişle; Himmet samimiyet, ihlâs ve edebe Bağlıdır!..

HİMMET KADERLE SINIRLIDIR…

“Rasulüm de ki:

Ben, Allah’ın dilediğinden başka kendime herhangi bir fayda

ve zarar verecek güce sahip değilim.” (A’raf/188) ayet-i kerimesi,

her şeyin Yüce Allah’ın takdirinde olduğunu belirtiyor.

Büyük arif İbnu Atâ (K.S.) Hikem adlı eserinde der ki:

“Himmetler ne kadar büyük ve hızlı olursa olsun kader sınırlarını geçemez.”

Kâmil mürşid, müridin isteğine değil,

Allahu Tealâ’nın onun hakkındaki takdirine bakar.

Bir çeşit kader vardır ki onun gerçekleşmesi Allah tarafından kesin hükme bağlanmıştır.

Bu hükmü verilen şeyin gerçekleşmesi kaçınılmazdır

ve onu dua ve himmet değiştiremez.

Bir çeşit kader de vardır ki, onun gerçekleşmesi bazı sebeplere bağlıdır.

İşte dua, himmet ve sadaka bu kısımda fayda verir.

Hal böyle olunca, bazılarının:

benim mürşidim gavstır, Allahu Tealâ’dan her ne isterse olur;

bir bakışta kâfiri mümin, fasığı muttaki eder,

tek başına bir orduyu yener!

demesi doğru değildir…

Bu konuda büyük veli Mevlâna Halid Bağdadî (k.s.),

kendisinden neslinin devamı için dua

ve himmet isteyen Akka valisi Abdullah Paşa’ya şu cevabı gönderir:

Biz kendimizi himmet ehli görmüyoruz.

Ancak, öyle olsa bile, istenilen şeyin kaza-i muallak (meydana gelmesi sebeplere bağlanan bir kader) olduğu anlaşılmadan himmet kullanılmaz.

Kesin olan kaderi (kaza-i mübrem), değil veliler, peygamberlerin himmeti bile değiştiremez.

Onun sonucuna rıza gösterip Allahu Tealâ’ya teslim olmak gerekir.

Şunu belirtelim ki,

velileri inkardan sakınmak vacip olduğu gibi; onlar hakkında, imanı bozacak kabullenişlerden sakınmak da vaciptir.

Bu aşırı ve tehlikeli inanışlar, daha çok velilere güzel zan ve aşırı muhabbet besleyen kimselerde oluyor.

Unutmayın ki, şeytan hile ve düzen sahibidir; insanı helake götürecek her yolu dener.”

(Mektubat-ı Mevlâna Halid, 7. Mektup)

-HİMMET NEFSE DEĞİL, HİKMETE UYGUN OLUR

Kulun Allahu Tealâ’ya yaklaşması, nefsinin terbiyesine bağlıdır.

Bu terbiye bazen sıhhat ile, bazen de hastalık ile gerçekleşir.

Bazı kalb hastalıklarının tedavisi fakirlik, yalnızlık ve çaresizlik ile olur.

Kalp katılığı ve gafletin giderilmesi için bazen acı tecrübeler gerekir.

Mürid bunları bilmez ve bir sıkıntıya düşünce,

kurtulmak için mürşidinden himmet ve dua ister.

Halbuki mürşid-i kâmil,

Allahu Tealâ’dan o sıkıntının devamını istemektedir.

Çünkü, müritteki gafletin ilacı o sıkıntının içindedir.

Hastaya ilacını içirmemek dostluk değil, ihanet olur.

Ve yine Nurlar’ da bu husus çok manidar bir şekil de izah edilmiştir;

Sâni-i Zülcelâl sana, ey hasta, göz, kulak, akıl, kalb gibi nuranî duygularla murassâ olarak giydirdiği cisim gömleğini,

Esmâ-i Hüsnâsının nakışlarını göstermek için, çok hâlât içinde seni çevirir ve çok vaziyetlerde seni değiştirir.”

“Sen açlıkla onun Rezzâk ismini tanıdığın gibi, Şâfî ismini de hastalığında bil.

Elemler, musibetler bir kısım esmâsının ahkâmını gösterdikleri için,

onlarda hikmetten lem’alar ve rahmetten şuâlar ve o şuâât içinde çok güzellikler bulunuyor.” (lem’alar)

önce “himmet efendim! dedikçe, mürşid: “önce hizmet evladım!” der.

Arifler demişlerdir ki: Mürşidin himmeti, müridin gayretine göre olur.

Tarlasında güzel ekin isteyen bir kimseye düşen ilk iş, tarlayı temizlemek ve uygun tohumu oraya güzelce ekmek, peşinden de gerekli sulamayı yapmaktır.

Bundan sonrası elini açıp hayırlısını istemek zamanıdır.

Bunları yapmayan bir kimse,

dünyadaki bütün velileri dolaşsa ve iyi mahsul için dua talep etse,

tarlasında ekin değil, ancak diken biter.

“Demek, insan bu âleme ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir. Mahiyet ve istidat itibarıyla herşey ilme bağlıdır. Ve bütün ulûm-u hakikiyenin esası ve madeni ve nuru ve ruhu marifetullahtır ve onun üssü’l-esası da iman-ı billâhtır.”-sözler.

Selef-i sâlihînden İbn-i Abbas (r.a) “Ben cinleri ve insanları ancak Bana ibadet etsinler diye yarattım” mealindeki Kur’ân âyetini tefsir ederken, ‘li ya’budûn,’ yani

bana ibadet etsinler diye’ lâfzının ‘li ya’rifûn’ mânâsını içerdiğini hep ifade etmişlerdir

Yani, ibadet, marifet içindir.!..

O halde kulluk şuuruna kavuşmamış hiçbir kimse için himmete kavuşmanın suri olan görüntüsünden başka hiçbir faydası veya bakiyeti yoktur!..

Himmetin manası;

Kişinin bayağı şeylere tenezzül etmemesine, gözünün en iyide ve en yüksekte olmasına

“yüce himmet”

(ulüvv-i himmet, himmet-i bülend) denir.

Ulüvv-i himmet ilerlemeyi ve yükselmeyi sağlar,

insana iyi nitelikler kazandırır, onu zilletten kurtarır.

Mutasavvıflara göre insan keremi bol Allah’tan mânevî

ve yüce değerler isterken aza kanaat etmemelidir.

***Hacı Bektâş-ı Velî’nin Yûnus Emre’ye buğday yerine himmet vermeyi teklif etmesini, bunu kabul etmeyen Yûnus’un sonradan pişman olmasını anlatan menkıbe himmetin tarikatlarda ne kadar önemli olduğunu gösterir (Köprülü, s. 260).

“Halvete giren mürid bu mânevî yolculuğunda karşılaştığı zorlukları aşmak ve her belâyı defetmek için şeyhinin himmetini ister. Çünkü himmet onun kılavuzu ve en etkili silâhıdır.” (Necmeddîn-i Dâye, s. 285).

****Himmeti irade ve niyet olarak anlayan Hakîm et-Tirmizî’ye göre;

Himmeti din olanın bütün işleri ibadet, himmeti dünya olanın her ameli dünya olur.

Ebû Bekir eş-Şiblî’ye göre himmet iradenin güçlü bir şeklidir.

Ebû Ali ed-Dekkāk’a göre irade kulun ibadet etmesini,

himmet ise müşahede mertebesine ulaşmasını sağlar (a.g.e., s. 663, 665).

Netice Kelâm Hakikat ehli için;

ulüvv-i himmet” bürhan-ı tevhid olan Vicdanın tevhid şuâsı’ dır!..

“Vicdanın anâsır-ı erbaası ve ruhun dört havassı olan ‘irade, zihin, his, lâtife-i Rabbaniye’ her birinin bir gayetü’l gayâtı var:

İradenin –gayesi- ibadetullahtır. (Makamı rızaen-lillâhtır)

Zihnin, -gayesi -mârifetullahtır. Makamı (‘Arif’i-billah’ bir akıldır)

Hissin, -gayesi -muhabbetullahtır. Makamı (‘Hub’bu-lillah’ bir kalptir.)

Lâtifenin, -gayesi- müşahadetullahtır. (Makamı Fuad’dır)

Takva denilen ibadet-i kâmile, dördünü tazammun eder.

Şeriat, şunları hem tenmiye, hem tehzip, hem bu gayetü’l-gayâta sevk eder.”(-Şuâât)

Bab-ı Şefkat NUR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir