NİMET VE LÜTFUNA MAZHAR ETTİKLERİNİN YOLUNA…
(Fatiha,7.)
“Kur’an’ın inci gibi lafızlarının dizilmesi
bir hayta,bir çeşide,
bir nakşa münhasır değildir.”
(İşârâtü’l-İ’caz)
Kur’an’a dair her bir kelâm’ın,
kendinden önceki kelâm ve kelimelerle ilişkili olacak şekilde
beyan etmek belagatta önemli bir sanat olarak bilinmektedir.
bir çeşide veya bir nakşa mahsus değildir.
Yani;
Söz konusu olan her cümlenin
kendi içinde bir manası veya anlamı vardır;
bununla birlikte, önceki ayet ve kelimelerle de bir bağı, ilişkisi
veya onlara bakan bir yönü veya aralarında bir anlam bütünlüğü vardır.
“Belki zuhurca, hafâca, yakınlıkça,
uzaklıkça mütefavit çok tenasüplerden hasıl olan
pek çok nakışlar üzerine dizilmişlerdir, nazmedilmişlerdir.
Zaten i’cazın esası,
ihtisar dan sonra ancak böyle nakışlardadır.”
(İşârâtü’l-İ’caz)
Kur’an lafızlarının;
-zuhurca -yani açık mana itibarıyla-
– Hafâca -yani gizli mana itibarıyla-
– Yakınlıkça -yani hemen önünde ve arkasında olan kelimelerle ilgi ve bağı cihetiyle-
– Uzaklıkça -yani kendinden uzak ayet ve kelimelerle
ilişkisi yönüyle- bir manası vardır.
İcaz’ın manası da zaten Üstadımızın deyimiyle;
“îcaz, yani az sözle çok mana yolunu tercih etmek…”
(kızıl icâz)
İşte Üstadımız,
bu nazmın bir misallerini صِرَاطَ الَّذٖينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ ayetinde gösteriyor.
Şöyle ki;
“Evet, صِرَاطَ الَّذٖينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ ile mâkablindeki
her bir kelime arasında bir münasebet vardır.
Mesela
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ -“Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü Allah’a mahsustur.”
(Fatiha,2)
ile münasebeti vardır.
Çünkü nimet, hamde delil ve karinedir.”
(İşârâtü’l-İ’caz)
Nimet hamdi gerektirir.
Zira hamd, nimetin bir neticesi ve varlık sebebidir.
“Bütün hamdler Allah’a mahsustur” ayeti arasında bir bağlantı vardır.
Bu bağ, nimet-hamd bağıdır.
“رَبِّ الْعَالَمٖينَ ile münasebettardır.
Çünkü terbiyenin kemali, nimetlerin tevali ve teakubu ile olur.”
(İşârâtü’l-İ’caz)
Terbiye her zaman cemâl’le değil, bazen de celâl’le de olur…
Yani nimetle olduğu gibi, belâ ve musibetlerle de
(-illet, kıllet, zillet…v.s.)
yoluyle de olur…
Zira cemâl ve Celâl’den kemal tezahür eder de;
Kişi için kamil iman, salih amel vücuda gelir!..
Terbiyenin nimetle yapılan kısmının kemâli,
nimetlerin devamına ve birbiri ardınca daimi bir şekilde,
ihsan edilmesine bağlıdır.
اَلاِنْسَانُ عَابِدُ الاِحْسَانِ “İnsan ihsanın kuludur”sırrınca,
insan kendisine nimet verene muhabbet besler,
ona karşı alakada peyda eder.
O yüzden Cennetin ve daimi rahmet ve saadetin
ihsanı çok mühimdir…
Ve yine,
Daimi ceza olan cehennemden de korkup kaçmak,
ebedi bir cenneti talep etmek her iman ehlinin şevk ve sevki için elzemdir…
“اَلرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ :
“Bütün âlemlerin Rabbi; Her bir varlığa
yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren,
onları terbiye eden; tedbir, tasarruf ve egemenliği altında bulunduran Allah!..”
(Fatiha, 2.)
ile alakadardır.
Çünkü “اَلَّذٖينَ : O kimseler ki” den irade edilen
“enbiya, şüheda, sûleha, ûlema” rahmettirler.”
(İşârâtü’l-İ’caz)
صِرَاطَ الَّذٖينَ “O kimselerin yoluna ki” demektir.
Burada الَّذٖينَ “O kimseler ki” ifadesiyle
peygamberler, şehitler, salihler ve âlimler kastedilmiştir.
Bu cihetle,
صِرَاطَ الَّذٖينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ “Üzerlerine nimet verdiklerinin yoluna”ayeti ile
اَلرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ “Rahman’dır ve Rahim’dir”arasında bir münasebet vardır.
Bu münasebet, kendilerine nimet verilen şahısların
-enbiya, şüheda, suleha ve ulemanın-
insanlar için bir rahmet olması
ve İsm-i Rahman ve Rahim ve Hâdî’nin tecellisiyle
gönderilmesidir!..
“مَالِكِ يَوْمِ الدّٖينِ :
“Hesap gününün
yegane sahibi, yöneticisi ve hakimi olan Allah!..”
(Fatiha Sûresi, 1:4.) ile alakası vardır.
Çünkü nimet-i kâmile ancak dindir.”
(İşârâtü’l-İ’caz)
En büyük nimet, İslâm…yani dindir, hak yoludur…
“kendilerine nimet verilen kullar” ise;
dinden hissesi ziyade olan kullardır.
Bu cihetle de صِرَاطَ الَّذٖينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ
“Üzerlerine nimet verdiklerinin yoluna” ayeti ile
مَالِكِ يَوْمِ الدّٖينِ “Din gününün sahibidir” ayeti arasında bir ilişki vardır.
Bu ilişki,
nimet ile nimet-i kâmile arasındaki bağlantıdır.
Ve,
“نَعْبُدُ “İbadet ederiz.”( Fatiha,)
ile alakası var.
Çünkü ibadette imamlar bunlardır.”
(İşârâtü’l-İ’caz)
“Üzerlerine nimet verilenler” ile
peygamberler, şehitler, salihler, âlimler kastedilmiştir ki
bunlar ibadette insanların imamlarıdır.
“Biz ibadet ederiz.” ayeti arasında bir münasebet vardır.
Bu münasebet, bütün iman eden Müslümanlar olarak
نَعْبُدُ diyerek ibadetlerini Allah’a arz etmeleridir.
Ve yine,
“نَسْتَعٖينُ “Yardım dileriz.” (Fatiha) ile var.
Çünkü tevfike ve ianeye mazhar bunlardır.”
(İşârâtü’l-İ’caz)
Allah’ın tevfik ve inayeti,
صِرَاطَ الَّذٖينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ ayetiyle işaret edilen kullaradır…
Zira münkir ve fasıkları mağlup edip,
hakkı üstün getirmeleri inayet-i Rabbaniye’ ye mazhar olmaları,
bu tevfik ve inayetin eseri olduğunu gösterir.
Bu cihetle,
صِرَاطَ الَّذٖينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ “Üzerlerine nimet verdiklerinin yoluna” ayeti ile
نَسْتَعٖينُ “Senden yardım dileriz.” ayeti arasında böyle kuvvetli, kopmaz bir bağ var.
Ve yine bu münasebet, ve vazgeçilmez bağ,
onların tevfik ve inayete mazhar olmalarının delil ve karinesidir.
“اِهْدِنَا “Bizi hidayet yoluna ulaştır.” (Fatiha) ile var.
Çünkü hidayette mukteda-bih onlardır.”
(İşârâtü’l-İ’caz)
Madem kastedilen
peygamberler, şehitler, salihler ve âlimler hidayette rehberdir
ve kendilerine tabi olunan kimselerdir…
O halde,
اِهْدِنَا “Bize hidayet ver.” demek,
“Bizi onlara tabi olmakla nasiplendir.
Bizi onların yoluna hidayet eyle.” demektir.
Bu cihetle de
صِرَاطَ الَّذٖينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ ayeti ile
اِهْدِنَا ayeti arasında da cemaat ve ümmet olmak babında,
mühim bir bağ ve bütünlük ilişkisi vardır.
Bu da, kendilerine nimet verilen
bu cemaat-i uzmanın
hidayette imam ve rehber olmalarının ehemmiyetini ortaya koyar!..
“صِرَاطَ الْمُسْتَقٖيمَ “En doğru ve istikametli yol.”
ile vardır.
Çünkü doğru yol ancak onların mesleğidir.”
(İşârâtü’l-İ’caz)
“Hikmet dolu Kur’an’a andolsun ki,
sen kesinlikle
dosdoğru bir yolda yürümek üzere gönderilmiş peygamberlerden birisin!…”
(yasin-2,4)
«İşte bana varan dosdoğru yol budur!..»
(hicr,41)
Hükm-ü celilesince;
‘Sırat’il- müstakim’; -Dosdoğru yol-
“Nebiyy-i Zîşânın (ﷺ) makam-ı mahmûd’u
İlâhî bir mâide ve Rabbânî bir sofra hükmündedir.
Evet, tevzi edilen lütuflar, feyizler, nimetler o sofradan akıyor…”
(Mesnevî-i Nuriye, Hubâb)
Demek;
صِرَاطَ الَّذٖينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ “Üzerlerine nimet verdiklerinin yoluna”
ayet-i kerimesi’nde
bahsedilen ‘nimet verdiklerinin yolu’;
işte, bu cemaatin yoludur, mezhebidir, mesleğidir, meşrebidir!..
Bab-ı Şefkat NUR