Nurlu Hizmet ailesi olarak bütün İslam aleminin Miraç kandilini kutluyoruz. Rabbim bu mübarek geceden istifade etmeyi nasip etsin.
Bediüzzaman Said Nursi’den Miraç gecesi tebriği:
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim; Leyle-i Mirac, ikinci bir Leyle-i Kadir hükmündedir. Bu gece mümkün oldukça çalışmakla kazanç birden bine çıkar. Şirket-i mâneviye sırrıyla, inşaallah her biriniz kırk bin dille tesbih eden bazı melekler gibi, kırk bin lisanla bu kıymettar gecede ve sevabı çok bu çilehanede ibadet ve dualar edeceksiniz. Ve hakkımızda gelen fırtınada binden bir zarar olmamasına mukabil, bu gecedeki ibadetle şükredersiniz. Hem sizin tam ihtiyatınızı tebrikle beraber, hakkımızda inâyet-i Rabbâniye pek zâhir bir surette tecelli ettiğini tebşir ederiz.
(Şualar, On Dördüncü Şua)
İsra ve Miraç Olayı Nedir?
Sözlükte “yukarı çıkmak, yükselmek” anlamındaki urûc kökünden türemiş bir ism-i âlet olan mi‘râc kelimesi “yukarı çıkma vasıtası, merdiven” demektir. Terim olarak Hz. Peygamber’in göğe yükselişini ve Allah katına çıkışını ifade eder. Olay, Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya gidiş ve oradan da yükseklere çıkış şeklinde yorumlandığından kaynaklarda daha çok “İsrâ ve Mi‘rac” şeklinde geçerse de Türkçe’de mi‘rac kelimesiyle her ikisi de kastedilir. İslâmî kaynaklarda genellikle ele alındığı şekliyle Mi‘rac hadisesi iki safhada meydana gelmiştir. Resûl-i Ekrem’in bir gece Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya yaptığı yolculuğa İsrâ, oradan göklere yükselmesine Mi‘rac denilmiştir. Literatürdeki bu ayırım her iki terimin naslarda zikredilmesinden ileri gelmektedir. Sery (geceleyin yürüme, gece yolculuğu yapma) kökünden türeyen isrâ’ Kur’an’da mâzi sîgasıyla yer almış ve sûreye ad olmuştur. Buna göre Allah, kudretinin işaretlerini göstermek için kuluna (Hz. Peygamber) Mescid-i Harâm’dan çevresi mübarek kılınan Mescid-i Aksâ’ya geceleyin bir seyahat yaptırmıştır (el-İsrâ 17/1). Mi‘rac kelimesi Kur’an’da geçmemekle birlikte çoğul şekli olan meâric “yükselme dereceleri” mânasında Allah’a nisbet edilmiştir (el-Meâric 70/3). Ayrıca “merdiven” anlamında meâric bir âyette ve urûc kökünden türemiş fiiller çeşitli âyetlerde yer almaktadır (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ʿarc” md.).
(TDV İslam Ansiklopedisi, Mi’rac Maddesi)
İsra ve Miraç’a dair ayetler:
Bir gece, kendisine bazı âyetlerimizi gösterelim diye kulunu Mescid-i Harâm’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah eksikliklerden münezzehtir. O, gerçekten her şeyi işitmekte ve görmektedir.
(İsrâ Suresi, 1. Ayet Meali)
Battığı sırada yıldıza andolsun ki bu arkadaşınız ne sapıtmış ne de eğri yola gitmiştir. Kişisel arzularına göre de konuşmamaktadır. O, kendisine indirilmiş vahiyden başka bir şey değildir. Onu, çok güçlü, üstün niteliklerle donatılmış biri (Cebrâil) öğretti. O, ufkun en yüce noktasındayken asıl şekliyle göründü. Sonra yaklaştıkça yaklaştı. Öyle ki, iki yay kadar hatta daha yakın oldu. Böylece Allah, kuluna vahyini iletti. Gözün gördüğünü kalp yalanlamadı. Şimdi siz şüpheye düşüp gördükleri hakkında onunla tartışmaya mı kalkışıyorsunuz? Andolsun ki onu (meleği) iniş esnasında en sondaki sidre ağacının yanında bir daha gördü. Ki onun yanında huzur içinde kalınacak cennet vardır. O an sidreyi bürüyen bürümüştü. Göz ne kaydı ne de hedefinden şaştı. Hiç kuşkusuz o, rabbinin âyetlerinden en büyüğünü görmüştü.
(Necm Suresi, 1-18. Ayet Meali)
İsra ve Miraç’a dair hadisler:
Hadis kaynakları ile siyer ve delâil kitaplarında isrâ ve mi‘racla ilgili birçok rivayet mevcuttur. Buhârî ve Müslim’de yer alan rivayetlerin ortak noktalarına göre olay şu şekilde cereyan etmiştir: Bir gece Resûlullah (sav), Kâbe’de Hicr veya Hatîm denilen yerde iken -bazı rivayetlerde uykuda bulunduğu sırada veya uyku ile uyanıklık arası bir halde- Cebrâil geldi; göğsünü açtı, zemzemle yıkadıktan sonra içine iman ve hikmet doldurup kapattı. Burak adlı bineğe bindirip Beytülmakdis’e götürdü. Resûl-i Ekrem (sav) Mescid-i Aksâ’da iki rek‘at namaz kılıp dışarı çıktığında Cebrâil biri süt, diğeri şarap dolu iki kap getirdi. Resûlullah (sav) süt dolu kabı seçince Cebrâil kendisine “fıtratı seçtin” dedi, ardından onu alıp dünya semasına yükseltti. Semaların her birinde sırasıyla Âdem, Îsâ, Yûsuf, İdrîs, Hârûn ve Mûsâ peygamberlerle görüştü; nihayet Beytülma‘mûr’un bulunduğu yedinci semada Hz. İbrâhim’le buluştu. Sidretü’l-müntehâ denilen yere vardıklarında yazıcı meleklerin kalem cızırtılarını duydu ve Allah’ın huzuruna çıktı. Burada Cenâb-ı Hak elli vakit namazı farz kıldı. Dönüşte Hz. Mûsâ, elli vakit namazın ümmetine ağır geleceğini söyleyip Allah’tan onu hafifletmesini istemesini tavsiye etti. Namaz beş vakte indirilinceye kadar Hz. Peygamber’in (sav) huzûr-i ilâhîye müracaatı ve Mûsâ ile diyalogu devam etti.
(Buhârî, “Ṣalât”, 1, “Tevḥîd”, 37, “Enbiyâʾ”, 5, “Bedʾü’l-ḫalḳ”, 7, “Menâḳıb”, 24, “Menâḳıbü’l-enṣâr”, 42; Müslim, “Îmân”, 259, 262-263, “Feżâʾil”, 164; değerlendirme için aş.bk.)
Ebû Hüreyre (ra) anlatıyor:
“Resûlullah (sav) İsrâ gecesi götürüldüğünde kendisine birinde şarap diğerinde süt olan iki bardak getirildi. Resûlullah onlara baktı ve sütü aldı. Bunun üzerine Cibrîl, ‘Seni fıtrata (insan tabiatına) uygun olanı almaya yönlendiren Allah’a hamdolsun. Eğer şarabı alsaydın ümmetin azgınlaşırdı.’ dedi.”
(N5660 Nesâî, Eşribe, 41)
Ebû Zer (ra) anlatıyor:
“Resûlullah’a (sav), ‘Rabbini gördün mü?’ diye sordum, ‘O bir nur, O’nu nasıl göreyim!’ buyurdu.”
(M443 Müslim, Îmân, 291)
Hz. Âişe (ra) şöyle demiştir:
“Her kim Muhammed Rabbini gördü derse yalan söylemiştir. Zira Allah, ‘Gözler O’nu göremez…’ (En’âm, 6/103) buyurmaktadır.”
(B7380 Buhârî, Tevhîd, 4)
Abdullah (b. Mes’ûd) (ra) şöyle demiştir:
“İsrâ olayı gerçekleştiğinde Resûlullah’a (sav) üç şey verilmiştir: Beş vakit namaz ve Bakara sûresinin son âyetleri verilmiş, ümmetinden Allah’a şirk koşmayanların büyük günahları mağfiret olunmuştur.”
(M431 Müslim, Îmân, 279)
Câbir b. Abdullah’tan (ra) nakledildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“(İsrâ ve Miraç) konusunda Kureyş beni yalanlayınca Hicr’de ayakta durdum. Allah, Beytü’l-Makdis’i gözümün önüne getirdi. Ben de ona bakarak özelliklerini Kureyş’e anlatmaya başladım.”
(B3886 Buhârî, Menâkıbü’l-ensâr, 41)
Câbir’den (ra) nakledildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“(Miraç Gecesi) bütün peygamberler bana gösterildi… İbrâhim’i (as) de gördüm. Gördüklerim arasında ona en çok benzeyen -kendisini kastederek- arkadaşınızdır…”
(M423 Müslim, Îmân, 271)
Peygamber Efendimiz (sav), İsrâ ve Miraç hâdisesini Kureyş müşriklerine haber vereceği zaman:
– Ey Cebrâîl! Kavmim beni tasdîk etmez! dedi. Cebrâîl (as):
– Ebû Bekir Sen’i tasdîk eder. O sıddîktır. buyurdu.
(İbn-i Sa‘d, I, 215)
Nitekim müşrikler, Miraç hâdisesini duyduklarında, derhâl Hazret-i Ebû Bekir’e koştular:
– Arkadaşın, bir gece içinde Mescid-i Aksâ’ya gittiğini, oradan da göklere çıkıp sabah olmadan tekrar Mekke’ye geldiğini söylüyor. Bakalım buna ne diyeceksin? dediler. Hz. Ebû Bekir (ra):
– O ne söylüyorsa doğrudur! Çünkü onun yalan söylemesine imkân ve ihtimâl yoktur! Ben, onun her getirdiğine peşinen inanırım… dedi. Müşrikler tekrar:
– Sen onu tasdîk ediyor ve bir gecede Beytü’l-Makdis’e gidip geldiğine inanıyor musun? dediler. Hz. Ebû Bekir (ra):
– Evet! Bunda şaşılacak ne var? Vallâhi O bana, gece veya gündüzün herhangi bir vaktinde kendisine Allah’tan haber geldiğini söylüyor da ben yine onu tereddütsüz tasdîk ediyorum, dedi. Daha sonra Ebû Bekir, o sırada Kâbe’de bulunan Peygamber Efendimiz’in (sav) yanına gitti. Olanları bizzat Efendimiz’in (sav) mübârek ağzından dinledi ve:
– Sadakte (doğru söyledin) yâ Rasûlâllah!.. dedi. Allah Rasûlü (sav) de onun bu tasdîkinden gâyet memnun kalarak cihânı aydınlatan tebessümüyle Hz. Ebû Bekir’e:
– Ey Ebû Bekir! Sen “Sıddîk”sın!.. buyurdular.
(İbn-i Hişâm, II, 5)
Risale-i Nur’da Miraç:
Risale-i Nur’da çeşitli yerlerde Miraç hadisesinden bahsedilmiştir. Özellikle Otuz Birinci Söz’de uzunca bahsedilmiştir. Oradan da bir alıntı yaparak yazımıza son veriyoruz:
Sual:
Miracın semerâtı ve faidesi nedir?
Elcevap:
Şu şecere-i tûbâ-i mâneviye olan Miracın beş yüzden fazla meyvelerinden, nümune olarak yalnız beş tanesini zikredeceğiz.
Birinci Meyve:
Erkân-ı imaniyenin hakaikini gözle görüp, melâikeyi, Cenneti, âhireti, hattâ Zât-ı Zülcelâli gözle müşahede etmek, kâinata ve beşere öyle bir hazine ve bir nur-u ezelî ve ebedî bir hediye getirmiştir ki, şu kâinatı perişan ve fâni karma karışık bir vaziyet-i mevhumeden çıkarıp, o nur ve o meyve ile, o kâinatı kudsî mektubât-ı Samedâniye, güzel âyine-i cemâl-i Zât-ı Ehadiye vaziyeti olan hakikatini göstermiş, kâinatı ve bütün zîşuuru sevindirip mesrur etmiş.
Hem o nur ve o meyve ile, beşeri müşevveş, perişan, âciz, fakir, hâcâtı hadsiz, a’dâsı nihayetsiz ve fâni, bekasız bir vaziyet-i dalâletkârâneden, o insanı o nur, o meyve-i kudsiye ile, ahsen-i takvimde bir mu’cize-i kudret-i Samedâniyesi ve mektubât-ı Samedâniyenin bir nüsha-i câmiası ve Sultan-ı Ezel ve Ebedin bir muhatabı, bir abd-i hassı ve kemâlâtının istihsancısı, halîli ve cemâlinin hayretkârı, habibi ve Cennet-i bâkiyesine namzet bir misafir-i azizi suret-i hakikîsinde göstermiş, insan olan bütün insanlara nihayetsiz bir sürur, hadsiz bir şevk vermiştir.
(Sözler, Otuz Birinci Söz)
İnsana kendi hakikatini bildiren ve öğreten Mirac-ı Nebevi, hakka’l yakin bir surette cennetle, ve ahiretle tanışmamıza kapılar aralamıştır. Miraç Gecesi öyle bir hediyedir ki kutsiyetini nur-u ezeli olan Cenab-ı Allah’tan alırken ulviyetini nübüvvetin delillerinden elde etmiştir. Cenab-ı Allah o gece kainatın umumi bir matem yeri olmadığını hakka’l yakin bir surette Hz. Muhammed’e (sav) göstermek suretiyle ispat etmiştir. Yukarıdaki bu dersler doğrultusunda Miraç ile insan; cismaniyetinin küçüklüğüne bakıp aldanmaması gerektiğini hissederek, hilafetin lezzetini Cenab-ı Hakk’ın izzetini görmek suretiyle ile tatmıştır.
Mirac-ı Nebeviye’nin nihayetsiz sırlarını akli ve mantıki deliller doğrultusunda izah eden yukarıdaki bu açıklamalar; hem şahsi hayatımıza, hem de sosyal hayatımıza program niteliğinde ölçütler sunmaktadır. Cenab-ı Allah bu kutsi hakikatler hürmetine hayatımızı iman ile hayatlandırmamızı, feraizle zinetlendirmemizi ve günahlardan çekilmek suretiyle muhafaza etmemizi nasip eylesin.
Nurlu Hizmet Ailesi