74-“Yine gittiler. Nihayet bir erkek çocuğa rastladıklarında Hızır hemen onu öldürdü.

Musa: “Kısas olmadan masum bir cana nasıl kıyarsın? Doğrusu sen çok fena bir şey yaptın” dedi.

75- Hızır dedi ki: “Doğrusu sen benimle asla sabredemezsin demedim mi sana?”

76- (Musa) dedi ki: “Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam bana arkadaş olma! Hakikaten benim tarafımdan ileri sürülebilecek son mazerete ulaştın.

78- Hızır dedi ki: “İşte bu, seninle benim aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana o sabredemediğin şeylerin içyüzünü haber vereceğim.”

80- “Oğlana gelince, onun ana-babası mümin kimselerdi. Çocuğun onları azgınlık ve inkâra sürüklemesinden korktuk.” (kehf suresi)

Yakın zamanda bir ilahiyatçı,

buradaki “korktuk” kelamını Allah’a atfederek,

Uluhiyete, kutsiyete, selbi sıfatlara karşı büyük bir cehalet örneği sergilemiştir…

Evvelâ bu ifadeler,

Hikmet peygamberi olan Hızır (a.s)’a ait olup,

yaşadığı olayın hikmetini bilemediğinden

şaşkınlığını gizleyemeyen

hakikat ve tebliğ peygamberi olan Musa Nebi (a.s)’a karşı

olayın içyüzünü ait, binler hikmetlerinden birisinin beyan edilmesidir!..

En önemlisi hiç unutulmamalıdır ki;

Bu olay da çocuğu öldüren,

Şehadet aleminin ehlinden olan Musa Nebi (a.s) değil,

gayb aleminin ehlinden olan,

vazifesi gereği Allah’ın hüküm ve hikmetlerini göstermek için,

bazen dünyada enbiya ve evliya ya görünen HIZIR (a.s)dır…

Gerçekte

bu çocuğu Musa Nebi, (a.s) öldürseydi,

şüphesiz katil olurdu,

ama bu Şehadet aleminin kayıt ve hükümlerine tabi olmayan,

HIZIR (a.s) bu işi yaparsa o takdirde bu iş;

açıkça, Allah’ın TAKDİR VE HİKMETİNE ait olup,

bu ayet, şimdiye kadar hiçbir müfessirin farklı bir yorumuna muhatap olmamıştır…

Eğer burada bu olayı

yarğılayacak olursak,

AZRAİL (a.s) Allah’ın takdiriyle vazifesi gereği,

çoluk çocuk,

masum zalım,

genç ihtiyar,

Veli nebi,

suçlu suçsuz v.s.

Allah’ın emriyle aldığı canların hesabını da mı soracağız ahmakça…

Yoksa Rahman ve Rahim olandan daha merhametli veya

Adil olan Allah’tan daha mı adaletli olacağız…

Hem de, şu kısır, aciz, evvel ahir, batın hakikatlerine muttali olamayan şu fani aklımızla…

İşte,

Bu ifade ile Hızır (a.s),

RAUF-U RAHİM olan Alemlerin

yaratıcısının kullarına karşı azim şefkatini anlatmak

Allah iman edenlerin velîsidir;

onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır!…” (Bakara,257)

ve

“Allah bununla beraber kulları hesabına küfre razı olmaz.

Eğer şükrederseniz sizin hesabınıza ona razı olur.” (Zümer,7)

(Demek Rahim olan Rabbimiz, kullarının isyan, tuğyan ve küfür ehli olmasını istemez,

ancak sabır ve şükür ehli olmalarını ister!..)

Ve bu Ayet-i Celileleri ile de,

Allah’ın kulları hakkında gayretinin tezahürünü nazara vermek ister.

İşte burada Risale-i Nur,

“İnsanı dalaletlere sürükleyen cihetlerden biri de şudur ki:

İsm-i Zâhir ile ism-i Bâtın’ın hükümleri ayrı ayrı oluyor;

bunları birbirine karıştırıp merci’lerini kaybetmek mahzurludur!..”

(Mesnevi-i Nuriye)

Öte yandan, “Hakikat-ı mutlaka mukayyed enzar ile ihata edilmez.”(25.söz,3.şule)”

demekle de insanın sınırlı aklının sonsuz

ve mutlak hakikatleri anlamaktan aciz olduğunu

ve bu aklın Bâtın olan Allah’ın kutsî mahiyetini ve hüküm

ve hikmetlerini, anlamaktan da aciz olduğunu ihtar ediyor.

“Kandaki küreyvat, kalbdeki hatırat ondan gizlenmez”(7.şua)

denilerek Allah’ın, batınların batınını bildiği nazara verilmekte,

Zâhir isminin hükmü,

Cenâb-ı Hakk’ın isimlerini ve sıfatlarını tecelli ettirmekle

her şeyde kendini göstermesi, her şey ile bilinmesi;

Bâtın isminin hükmü ise,

Hiç bir şeyin O’nun zâtını ve mahiyetini bildirme konusunda

insana bir şey söyleyememesidir.

İşte bu da aklın aciz kaldığı nokta…

Şu var ki aklın mürşidi Kur’an’dır:

“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün sürelerinin değişmesinde,

insanlara fayda sağlamak üzere denizlerde gemilerin süzülüşünde,

Allah’ın gökten indirip kendisiyle ölmüş yeri canlandırdığı yağmurda

ve yeryüzünde hayat verip yaydığı canlılarda,

rüzgarların yönlerini değiştirip durmasında,

gökle yer arasında emre hazır bulutların duruşunda,

elbette aklını çalıştıran kimseler için

Allah’ın varlığına ve birliğine nice deliller vardır!..”(Bakara, 2/164).

Demek ki rahmet varsa Rahman’ın,

Nimet varsa Munimin’in,

İkram varsa Kerim’in,

Rızk varsa Rezzak’ın,

Hayat varsa Hayy’ın… v.s varlığının delilidir!..

Meselâ;

Nefsim bir şeyi çok arzularken, kalbim hayırlısı diyor,

Hastalıkta dilim doktor doktor diye çağırırken,

kalbim Ya Şafî entel Şafî diye yalvarıyor!..

Bunda ikilik yok.. sebeplere müracaat Allah’ın emr…

Amma,

Emân ve tevekkül,

netice ve şifa,

hayır ve hikmet,

takdir ve ihsan Müsebbibi esbaba ait!..

İşte bu emir de diğer emirlerin de olduğu gibi,

bir şahsın zengin, diğerinin fakir

ve birinin hasta, diğerinin sağlıklı olmasını takdir eden,

kader defterlerinin sahibi Mukaddir olan Allah’a ait olması gibi…

Böyle OKUMUŞ ECHELLERİN durumu şu ayetler de açıkça bildirilmiştir;

“Bir sûre indirildiği zaman münafıklardan bazıları alaylı alaylı:

“Bu sûre hanginizin imanını artırdı?” diye sorar.

İman edenlere gelince, inen her sûre onların imanlarını kuvvetlendirir

ve onlar,

âyetlerde yer alan müjdelerle sevinirler.!..

Kalplerinde o çirkin nifak hastalığı bulunanlara gelince,

inen her sûre onların murdarlık ve küfürlerini kat kat artırır.

Sonunda kâfir olarak ölüp giderler!..”

(tevbe,124-125)

“…(bu kafirlerin hali,) üzerinde biraz toprak bulunan bir kayanın hâli gibidir ki, ona şiddetli bir yağmur isâbet etmiş de, onu çıplak bir hâlde bırakmıştır.

(Onlar) kazandıklarından bir şey elde edemezler.

Allah ise, kâfirler topluluğunu (inkârlarındaki ısrarları sebebiyle)

hidâyete erdirmez!..

(Bakara,264)

Resûlullah () şöyle buyurdu:

“Mümin taze ekin gibidir. Olgunlaşıncaya kadar rüzgâr onu eğip büker;

bazen yere yatırır, bazen de doğrultur (ama o kırılmaz)…”

( Müslim, Sıfâtü”l-münâfikîn, 59)

Vehbi bir ilim olan Ledün ilmi Kur’an’daki ayetten adını almış

ve Hz. Hızır’a ait olan özel bir gayb ve sır bilgisidir.

Ledün ilmi

veya İlm-i Ledün konusunda net bir tanım yapmak mümkün gözükmemektedir.

Sadece insanların bilmediği ve sadece Allah’ın seçtiği kullarına bahşettiği

bir sır ve gayb bilgisi ile yöntemidir.

Kur’an’da Hz. Musa’nın Hz. Hızır ile yolculuklarının anlatıldığı ayetlerde Hızır’a verilen ilimden ‘ledün’ olarak bahsedilmiştir.

Ayet şu şekildedir;

Derken kullarımızdan bir kul buldular ki,

biz ona katımızdan bir rahmet vermiş,

kendisine tarafımızdan bir ilim (ledün ilmi) öğretmiştik.”

(Kehf suresi, 65)

Ledün ilmi Kur’an’ı Kerim’de Hz. Musa ile Hz. Hızır’ın karşılaşmalarında tarif edilmiştir.

Peygamberimiz bu konuyla ilgili bir hadisinde şöyle buyurmuştur;

’Şayet bildiklerimi bilseydiniz; az güler, çok ağlardınız.”

(Buhari, Küsuf, 2; Müslim, Salat, 112)

Şimdi konuya geri dönersek; Bu durum da

Musa Nebi, (a.s)

bir HAKİKAT peygamberi olduğundan ZAHİR’e göre,

HIZIR (a.s) ise

bir HİKMET Resulü olduğundan BATIN’a göre hareket etmekle vazifelidir!..

Ledün ilmi Hz. Hızır’a ait olan bir ilim olmakla beraber

bazı Peygamberlere ve Allah dostlarına da verilmiştir.

Hatta Peygamberimiz, Muhammed ()’a da verilmiş olduğunu

şu ayet-i kerime de anlatılmıştır,

“Allah sana kitabı ve hikmeti indirmiş, bilmediğini sana öğretmiştir.

Sana Allah’ın lutfu gerçekten büyük olmuştur.”(Nisa,113)

Peygamber Efendimiz () şöyle buyurmuştur:

“Şunu iyi biliniz ki

bana Kur’an-ı Kerim ile birlikte onun bir benzeri-misli- de verilmiştir.

Dikkatli olun koltuğuna kurulan tok bir adamın size:

‘Sadece şu Kur’an lazımdır, onda bulduğunuz helali helal,

haramı da haram kabul ediniz yeter.’ diyeceği günler yakındır.”

Ebu Davud, Sünnet, 6, İmare 33; Tirmizi, İlim 10)

Ayrıca;

Hadislerden anlaşılacağı üzere,

ahir zamanda gelecek olan

Hz. Mehdi’nin de Hızır as ile bir bağlantısı olacak

ve ledün ilmini bilecek ve kullanacaktır!..

Bab-ı Şefkat Nur

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir