“KUR’ÂN-I KERİM OKUNURKEN,
İSTİMÂINDA BULUNDUĞUN ZAMAN
MUHTELİF ŞEKİLLERDE DİNLEYEBİLİRSİN…”
Birincisi;.
Resul-i Ekrem (ﷺ), nübüvvet kürsüsüne çıkıp nev-i beşere hitaben
Kur’ân’ın âyetlerini tebliğ ederken,
kıraatini kalben ve hayalen dinlemek için kulağını o zamana gönder.
O fem-i mübarekinden çıkar gibi dinlemiş olursun!...
…Öncelikle ülfet denilen hastalıktan sıyrılmak gerek.
Bunun için kuvvetli teffekkürî bir amaliyat-ı cerrahiye şarttır.”
(Mesnevi-i Nuriye)
Eğer istersen, gel, Asr-ı Saadete, Ceziretü’l-Araba gideriz.
Hayalen olsun, O(ﷺ)’nu vazife başında görüp ziyaret ederiz…
İşte, bak: ,
Hüsn-ü sîret ve cemâl-i suretle mümtaz bir zâtı görüyoruz ki,
elinde mu’ciznümâ bir kitap, lisanında hakaik-âşinâ bir hitap,
bütün benî Âdeme, belki cin ve inse ve meleğe,
belki bütün mevcudata karşı bir hutbe-i ezeliyeyi tebliğ ediyor.
…bütün ukulü hayret içinde meşgul eden üç müşkül
ve müthiş sual-i azîm olan
“Necisin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun?”
suallerine mukni, makbul cevap verir!..
.”(sözler)
“Bil ki, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın ifadesinde
çok şefkat ve merhamet var.
Çünkü muhataplarının ekserîsi cumhur-u avamdır.
Onların zihinleri basittir.
Nazarları dahi dakik şeyleri görmediğinden,
onların besatet-i efkârını okşamak için, tekrar ile,
semavat ve arzın yüzlerine yazılan âyetleri tekrar ediyor.
O büyük harfleri kolaylıkla okutturuyor.
(Mesnevi-i Nuriye)
İkincisi;
“Veya Cebrâil (a.s.) Hazret-i Muhammed’e (ﷺ) tebliğ ederken,
her iki hazretin arasında yapılan tebliğ-tebellüğ vaziyetini dinler gibi ol…”
“…kulaktaki zar,
nur-u iman ile ışıklandığı zaman, kâinattan gelen mânevî nidaları işitir.
Lisan-ı hal ile yapılan zikirleri, tesbihatları fehmeder.
Hattâ o nur-u iman sayesinde
rüzgârların terennümatını,
bulutların nâralarını,
denizlerin dalgalarının nağamatını
ve hâkezâ
yağmur, kuş ve saire gibi her neviden
Rabbânî kelâmları ve ulvî tesbihatı işitir.
Sanki kâinat, İlâhî bir musikî dairesidir.”
“Türlü türlü avazlarla, çeşit çeşit terennümatla kalblere hüzünleri
ve Rabbânî aşkları intiba ettirmekle kalbleri, ruhları,
nuranî âlemlere götürür, pek garip misalî levhaları göstermekle
o ruhları ve kalbleri lezzetlere, zevklere garkeder!..”
(İşârâtü’l-İcâz)
Üçüncüsü;
“Veya Kab-ı Kavseyn makamında,
yetmiş bin perde arkasında
Mütekellim-i Ezelînin Resul-i Ekrem (ﷺ)’a olan
tekellümünü dinler gibi hayalî bir vaziyete gir!..”
(Mesnevi-i Nuriye)
“İşte, o zamanda zihinler, kalbler, ruhlar,
bütün kuvvetleriyle Yerler ve Gökler
Rabbinin marziyâtını anlamaya müteveccih olduğundan,
içtimaiyât-ı beşeriyenin
sohbetleri,
muhavereleri,
vukuatları,
ahvalleri ona bakıyordu.
Ona göre cereyan ettiğinden,
her kimin güzelce bir istidadı bulunsa,
onun kalbi ve fıtratı,
şuursuz olarak her şeyden bir ders-i marifet alır,
o zamanda cereyan eden ahval
ve vukuat ve muhaverattan taallüm ediyordu.
ya herbir şey ona bir muallim hükmüne geçip,
onun fıtrat ve istidadına, içtihada bir istidat ihzarını telkin ediyordu.
Hattâ o derece şu fıtrî ders tenvir ediyordu ki,
yakın idi ki kisbsiz içtihada kabiliyeti ola, Gü
ateşsiz nurlana…”
“İşte, şu tarzda fıtrî bir ders alan bir müstaid,
içtihada çalışmaya başladığı vakit,
kibrit hükmüne geçen istidadı,
‘NURUN ALA NUR’
sırrına mazhar olur!..” (sözler)
Bab-ı Şefkat NUR