İSM-İ ZÂHİR İLE
İSM-İ BÂTIN’IN HÜKÜMLERİ AYRI AYRI OLUYOR…
Din; kelimesinden maksat ya cezadır,”
(İşârâtü’l-İcâz- fatiha)
Ceza burada yapılan amelin bedeli anlamındadır…
“Artık kim zerre kadar bir hayır yapıyorsa, onu görecek!..”
“Kim de zerre kadar bir şer işliyorsa, onu görecek!..”
(Zilzal, 7,8)
“ Bu insan zan eder mi ki başı boş kalacak?
Hâşâ! Belki insan, ebede meb‘ustur (gönderilmiştir)
ve saâdet-i ebediyeye (Cennete) ve şekāvet-i dâimeye (Cehenneme)namzeddir.
Küçük-büyük, az-çok her amelinden muhâsebe görecek (hesâba çekilecek).
Ya taltîf edilecek veya tokat yiyecek!”
(17.lem‘a,)
“çünkü o gün hayır ve şerlere ceza verilecek bir gündür;
veya hakaik-i diniyedir,
çünkü hakaik-i diniye o gün tam mânâsıyla meydana çıkar.”
(İşârâtü’l-İcâz- fatiha)
“Ve daire-i itikadın, daire-i esbaba galebe edeceği bir gündür.
Evet,
Cenâb-ı Hak, müsebbebatı esbaba bağlamakla,
intizamı temin eden bir nizamı kâinatta vaz etmiş.
Ve her şeyi, o nizama müraat etmeye
ve o nizamla kalmaya tevcih etmiştir.
Ve bilhassa insanı da,
o daire-i esbaba müraat ve merbutiyet etmeye mükellef kılmıştır.”
(İşârâtü’l-İcâz- fatiha)
“Ey îmân edenler!
Cum‘a günü namaz için seslenildiği (ezan okunduğu) zaman,
hemen Allah’ın zikrine koşun ve alış-verişi bırakın!
Eğer bilirseniz bu sizin için çok hayırlıdır. Nihâyet namaz bitince,
artık yeryüzünde dağılın
ve Allah’ın lütfundan (rızkınızı) arayın ve Allah’ı çok zikredin;
tâ ki kurtuluşa eresiniz!..”
(cum’a,9,10)
“Demek derd-i maîşet için namazını terk eden, o nefere (askere) benzer ki:
Ta‘lîmi ve siperini bırakıp, çarşıda dilencilik eder.
Fakat
namazını kıldıktan sonra Cenâb-ı Rezzâk-ı Kerîm’in
matbaha-i rahmetinden (rahmet mutfağından)
ta‘yînâtını (ona ayrılan rızkını) aramak,
başkalara bâr (yük) olmamak için
bizzat gitmek güzeldir, mertliktir, o dahi bir ibadettir!..”
(Sözler, 5. Söz, 12)
“Her ne kadar dünyada,
daire-i esbab daire-i itikada galip ise de,
âhirette hakaik-i itikadiye tamamen tecellî etmekle,
daire-i esbaba galebe edecektir.
Buna binaen, bu dairelerin herbirisi için ayrı ayrı makamlar,
ayrı ayrı hükümler vardır.”
(İşârâtü’l-İcâz- fatiha)
“İnsanı dalâletlere sürükleyen cihetlerden biri de şudur ki:
İsm-i Zâhir ile ism-i Bâtın’ın hükümleri ayrı ayrı oluyor;
bunları birbirine karıştırıp mercilerini kaybetmek mahzurludur.”
(mesnevi-i Nuriye)
Allah’u Teâlâ varlığı cihetiyle Zahir’dir.
Her şey O’nun varlığına bir şahittir.
Allahu Teâlâ varlığı cihetiyle Zahir iken,
varlığının mahiyeti, ilim ve sıfatlarının keyfiyeti cihetiyle Bâtın’dır.
O halde sebep ve vesileleri ondan bilmek,
Niyeti ve dileği Bâtın olan Allah’a,
Müracaatı O’nun Zahir olan sebep ve vesilelerine yapmak lazımdır…
“Kezâlik bunun gibi,
kudretin levazımıyla hikmetin levâzımı bir değildir.
Birisine ait levazımatı ötekisinden talep etmek hatadır.
Ve keza
daire-i esbabın iktizasıyla daire-i itikad ve tevhidin iktizası bir değildir
Onu bundan istememeli!..”
(mesnevi-i Nuriye)
“Ve her makamın iktiza ettiği hükme göre hareket lâzımdır.
Aksi takdirde, daire-i esbabda iken tabiatıyla,
vehmiyle, hayaliyle daire-i itikada bakan Mutezile olur ki,
tesiri esbaba verir.”
(İşârâtü’l-İcâz- fatiha)
“Dua iki kısımdır:
Biri fiilî ve hâlî, diğeri kalbî ve kàlîdir.”
(23.söz)
Sebeplere yapışmalı ancak neticeyi Allah’tan bilmeli.
Belki esbaba yapışmayı bir dua-yı manevi kabul edip,
esbaba yapışması neticesinde kendisine ihsan edilen nimeti,
lisan-ı hâliyle yaptığa duaya bir icabet kabul etmelidir.
Bu durumda, hem esbaba yapışmakla muvaffak olur
hem de neticeyi Allah’a havale etmekle tevhidin hakikatine ulaşır…
“Ve keza, daire-i itikadda iken, ruhuyla,
imaniyle daire-i esbaba bakan da,
esbaba kıymet vermeyerek Cebriye mezhebi gibi
tembelcesine bir tevekkülle nizâm-ı âleme muhalefet eder.”
(İşârâtü’l-İcâz- fatiha)
Ehl-i sünnet mezhebi, Cebiriyye ve Mutezilenin vasatıdır.
(Ehli sünnet;
peygamberimizin ve sahabilerin yolunda olan,
her türlü aşırılıktan uzak Müslümanlara verilen isim olup,
Cebiriyye, Mu’tezile,
Kaderiye, Müşebbihe, mürcie gibi batıl görüşlere karşı çıkmıştır.
Cebiriyye mezhebi ifrattır;
kulların fiillerinde insan iradesini tamamen devre dışı bırakır,
Mu’tezile mezhebi de tefrittir; tesiri insana verir.)
Ehli sünnet mezhebi vasattır.
Çünkü bu mezhep ikisi arasındadır.
Hidayeti Allah’a,
fiillerin başlangıcını (tercih ve kesb) yönünü kulun cüz’i iradesine ,
neticenin yaratılmasını (nasip-kısmet olarak)
yine Alemlerin Rabbinin Küllî iradesinin hikmetine bırakır…
Ve keza, itikadda da tevhid mezhebi de ta’til ve teşbihin vasatıdır
Meselâ;
batıl bir itikat mezhebi olan, ta’til olarak ifade edilen
Muattıla (cebriyye)
Allah’ı (haşa.!) sıfatlardan uzak görmekle,
Allah hakkında sıfatlarını kabul etmemek gibi ifrata düşmüştür,
Ve yine Batıl birer mezhep olan
Müşebbihe ve Mücessime, Allah’ın (haşa.!.) cisim olduğunu
ve insana benzediğini savunmakla-teşbih- tefrite düşmüşlerdir.
Ehli sünnet – itikadda Maturidi ve Eş’arî- mezhebi;
Allah hakkında sıfatları kabul etmekle birlikte
Allah’ı ve sıfatlarını insana veya başka bir varlığı benzetmemekle
(-tevhid- ) vasattır.
Hülâsa: Şu dokuz mertebenin altısı zulümdür,
üçü adl ve adalettir. Sırat-ı müstakimden murad, şu üç mertebedir.
(İşarat’ü-l icaz)
Yani”Sana emirolunduğu gibi
istikamet üzere-dosdoğru- ol!..” emrine tabi olmaktır.!..
Bu yol üzerinden geçen adam,
Cehennem üzerine yerleştirilmiş olan Sırat köprüsünden geçmiş olur.
Fâsıklar o kimselerdir ki;
Allah’a kesin söz verdikten sonra bundan dönmüşlerdir.
Allah’ın bulunmasını emrettiği (akrabalık) bağları keserler,
yeryüzünde fesat çıkarırlar.
İşte onlar zarar ve hüsrana uğrayanlardır.”
(Bakara 27)
Şu bir gerçektir ki;, ifrat ve tefrit,
toplumsal hayata karşı isyan ateşini yakan iki iştir..
Evet, bu işler sosyal hayatımızı
nizam ve intizam altına alan rabıtaları, kanunları keser, atar.
Evet, şehvet veya gazap, haddini aşarsa,
namusları ve ırzları ayaklar altına atar, İnsanların İffet ve İzzetini mahveder.
Bunların durumu; Nahl suresi,107. Ayette bahsedildiği gibi;
“O fâsıklar,
âhiretlerini verip dünyayı aldıkları gibi,
hidayeti dalâletleriyle seve seve değiştiren ahmak ve enayi kimselerdir!..”
(İşârâtü’l -İcâz)
Bab-ı Şefkat NUR