“ (Kārun:) “BU (SERVET) BANA ANCAK,
BENDE BULUNAN BİR BİLGİ SÂYESİNDE VERİLDİ” dedi.
Ama (o) bilmedi mi ki
şübhesiz Allah,
kendisinden önceki nesillerden,
ondan kuvvetçe daha güçlü
ve (mal) toplama cihetiyle daha
çok (varlıklı) olan kimseleri gerçekten helâk etmiştir.
(Kasas,78)
“İşte insan dahi Hâlıkının –yaratıcısının- rahmetini inkâr
ve hikmetini ittihâm edecek –suçlayacak- bir tarzda küfrân-ı ni‘met
-nankörlük– sûretinde Kārun gibi:
Yani: ‘Ben kendi ilmimle kendi iktidârımla kazandım’
dese elbette sille-i azâba -bir azab tokadına- kendini müstehak eder.
Demek şu meşhûd –görülen- saltanat-ı insâniyet ve terakkıyât-ı beşeriye
-insanlığın yükselmesi- ve kemâlât-ı medeniyet -medeniyetin gelişmeleri-
celb ile -kendine çekmekle- değil, galebe ile –kazanmakla- değil,
cidâl –mücâdele- ile değil,
belki ona onun za‘fı için teshîr edilmiş -hizmetkâr kılınmış-.
Onun aczi için ona muâvenet –yardım- edilmiş.
Onun fakrı için ona ihsân edilmiş.
Onun cehli (câhilliği) için ona ilhâm edilmiş.
Onun ihtiyâcı için ona ikrâm edilmiş.
Ve o saltanatın sebebi kuvvet ve iktidar-ı ilmî değil
belki şefkat ve re’fet-i Rabbâniye ve rahmet ve hikmet-i İlâhiyedir
-Allah’ın şefkati ve hikmeti- ki,
eşyâyı ona teshîr etmiştir -emrine vermiştir-.
Evet bir gözsüz akreb ve ayaksız bir yılan gibi
haşerâta mağlûb olan insana
bir küçük kurttan ipeği giydiren ve zehirli bir böcekten balı yediren
onun iktidârı değil belki onun za‘fının semeresi –meyvesi– olan
teshîr-i Rabbâniye ve ikrâm-ı Rahmânîdir.”
(Sözler, 23. Söz, 117)
Bab-ı Şefkat NUR