“İsraf,
hırsı intâc eder. Hırs üç neticeyi verir:
BİRİNCİSİ:
Kanaatsizliktir. Kanaatsizlik ise sa’ye, çalışmaya şevki kırar.
Şükür yerine şekva ettirir, tembelliğe atar.
Ve meşrû, helâl az malı terk edip, gayr-i meşrû, külfetsiz bir malı arar.
Ve o yolda izzetini, belki haysiyetini feda eder!..”
(19.lem’a)
“Hem hayvânat dairesi içinde zaaf ve acz lisan-ı haliyle
tevekkül eden yavruların meşru
ve mükemmel ve lâtif rızıkları hazine-i rahmetten verilmesi;
ve hırsla rızıklarına saldıran canavarların gayr-ı meşru ve pek çok zahmetle kazandıkları nâhoş rızıkları gösteriyor ki,
hırs sebeb-i mahrumiyettir;
tevekkül ve kanaat ise vesile-i rahmettir…
Hem daire-i insaniye içinde her milletten ziyade hırsla dünyaya yapışan
ve aşk ile hayat-ı dünyeviyeye bağlanan Yahudi milleti,
pek çok zahmetle kazandığı, kendine faidesi az, yalnız hazinedarlık ettiği
gayr-ı meşru bir servet-i ribâ ile bütün milletlerden yedikleri
sille-i zillet ve sefalet,
katl ve ihanet gösteriyor ki, hırs maden-i zillet ve hasârettir!..”
(22.mektup, 2. mebhas)
“Yetimleri, nikaha erişecekleri çağa kadar deneyin;
şayet kendilerinde bir (rüşd) olgunlaşma gördünüz mü,
hemen onlara mallarını verin.
Büyüyecekler diye israf ile çarçabuk yemeyin.
Zengin olan iffetli olmaya çalışsın,
yoksul olan da artık maruf (ihtiyaca ve örfe uygun) bir şekilde yesin.
Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman, onlara karşı şahid bulundurun.
Hesap görücü olarak Allah yeter.”
(nisa,6)
“Şüphesiz ki rızık veren, mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan ancak Allah’tır.”
(Zâriyat,58)
“Hırs, hasâret ve muvaffakiyetsizliğin sebebidir” darb-ı mesel hükmüne geçmiş, umumun nazarında bir hakikat-i âmme olarak kabul edilmiştir.
Madem öyledir. Eğer malı çok seversen,
hırsla değil, belki kanaatle malı talep et, tâ çok gelsin.
Ehl-i kanaat ile ehl-i hırs, iki şahsa benzer ki, büyük bir zâtın divanhanesine giriyorlar.
Birisi kalbinden der:
“Beni yalnız kabul etsin; dışarıdaki soğuktan kurtulsam bana kâfidir.
En aşağıdaki iskemleyi de bana verseler, lütuftur.”
İkinci adam,
güya bir hakkı varmış gibi
ve herkes ona hürmet etmeye mecburmuş gibi,
mağrurâne der ki: “Bana en yukarı iskemleyi vermeli.”
O hırsla girer, gözünü yukarı mevkilere diker, onlara gitmek ister.
Fakat divanhane sahibi onu geri döndürüp aşağı oturtur.
Ona teşekkür lâzımken, teşekküre bedel kalbinden kızıyor.
Teşekkür değil, bilâkis hane sahibini tenkit ediyor.
Hane sahibi de ondan istiskal -çekiniyor, uzaklaşıyor- ediyor.
Birinci adam
mütevaziâne giriyor, en aşağıdaki iskemleye oturmak istiyor.
Onun o kanaati, divanhane sahibinin hoşuna gidiyor.
“Daha yukarı iskemleye buyurun” der.
O da gittikçe teşekkürâtını ziyadeleştirir; memnuniyeti tezayüd eder.
İşte, dünya bir divanhane-i Rahmân’dır.
Zemin yüzü bir sofra-i rahmettir.
Derecât-ı erzak ve merâtib-i nimet dahi iskemleler hükmündedir.”
(22.mektup,2. mebhas)
“Haksızlıkla yetimlerin mallarını yiyenler
hiç şüphesiz karınlarına ancak ateş doldurmuş olurlar.
Zaten onlar alevlenmiş ateşe gireceklerdir.” (Nisâ sûresi, 10)
Ebû Hüreyre (r.a)’den rivayet edildiğine göre Nebî (ﷺ) şöyle buyurdu:
– “Yedi helâk ediciden kaçının!”
Sahâbîler:
– Ey Allahın Resûlü! Bunlar nelerdir? diye sordular.
Hz. Peygamber:
– “Allah’a ortak koşmak, sihir (büyü) yapmak,
Allah’ın haram kıldığı bir nefsi haksız yere öldürmek,
faiz yemek,
yetim malı yemek,
savaş meydanından kaçmak,
evli, namuslu ve hiç bir şeyden haberi olmayan kadınlara
zina isnad etmektir,” buyurdu.
(Buhârî, Vasâyâ 23, Tıb 38, Hudûd 44; Müslim, Îmân 145. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vasâyâ 10; Nesâî, Vasâyâ 12)
“Yetimlere mallarını verin
ve murdar olanla temiz olanı değiştirmeyin.
Onların mallarını mallarınıza katarak yemeyin. Çünkü bu, büyük bir günahtır!..”
(nisa,2)
Bab-ı Şefkat NUR