İ’lem eyyühe’l-aziz!
Kelime-i Tevhidin tekrar ile zikrine devam etmek,
kalbi pek çok şeylerle bağlayan bağları, ipleri kırmak içindir.
Ve nefsin tapacak derecede sanem ittihaz ettiği mahbuplardan yüzünü çevirtmektir.
Maahaza, zâkir olan zâtta bulunan hâsse ve lâtifelerin
ayrı ayrı tevhidleri olduğuna işaret olduğu gibi,
onların da, onlara münâsip şerikleriyle olan alâkalarını kesmek içindir!..”
(mesnevi-i nuriye-hubab)
Allah ismi Cenâb-ı Hakk’ın Zât’ına unvan ve âlemdir. Bunun içindir ki
“Lâ ilahe illallah” kelamında esmâ-i İlâhîye adedince tevhidler vardır;
“lâ Razike illallah, lâ Kâdire illallah, lâ Malike illallah” gibi.
Tevhid in Devamlı tekrarları hakikatte tekrar değil, te’sis olduğunu ifade ediyor ;
Üstadımız…
Buna göre, bir binanın inşasında sıra sıra örülen duvarlar tekrar değildir,
o bina bu tekrarlarla inşa edilmektedir.
Zikirlerin, tesbihlerin ve Kur’ân-ı Kerîm’deki bazı kıssaların tekrarı da bu mânada birer te’sistirler.
“Tekrar etmekle daha melûf –bilinen- ve menus – alışılan- olduğundan lezzeti artar.
İrşadın gayelerine isal için tekrarları, tahkik -tecvid ve tertil ile okunması-
ve takriri -Efendimizin uygun gördüğü- ifade eder.
Maahaza, tekrarları halel vermez. İadesi, zevki izale etmez.
Tekerrür ettikçe misk gibi kokar.
Kur’ân kalblere kuvvet ve gıdadır, ruhlara şifâdır.
Gıdanın tekrarı, kuvveti arttırır.
“Hem nasıl ki insan maddî hayatında her an havaya,
her vakit suya, her gün gıdaya ve her hafta -ekseriyetle ziyaya- muhtaçdır.
Şu hâlde bunların tekrarı tekrar değil, belki ihtiyacın tekerrüründen tekrarlanırlar.
Öyle de insan, ruhanî hayatı cihetiyle dahi,
Kur’andaki mânevi gıdaların çok çeşitlerine muhtaç oluyor.
Bazısınaân-ı seyyâledeki her bir dakika ona muhtaç olup ruh onunla teneffüs eyler.
‘hüve, bismillâh’ gibi.. ve bazısına her saat muhtaçtır,
‘bismillâh’ gibi, ve bazısına her vakit ve bazısına her zaman muhtaçdır.
İhtiyacın derecâtına göre, bunlar Kur’anda dercedilmiştir.
Kur’an ise insanın hayat-ı kalbiyesinin iktiza ettiği derecede tekrar eder.
Meselâ, ‘bismillah’ hava-yı nesîmi gibi dâhile girip bâtını tathîr ettiği misillû
senin cisminde nefesin gibi hârice çıktığı vakit nefsin içinde semere verir.”
(mesnevi-i nuriye)
“Evvelen:
Âsâra bakıp, gaibâne muamele suretinde,
saltanat-ı Rububiyetin mehâsinine temâşâger makamında
kendilerini gördüklerinden,
tekbir ve tesbih vazifesini eda edip Allahu ekber dediler.
Saniyen:
Esmâ-i kudsiye-i İlâhiyenin cilveleri olan bedâyiine
ve parlak eserlerine dellâllık makamında görünmekle,
Sübhanallah Velhamdülillâh diyerek takdis ve tahmid vazifesini ifa ettiler.
Salisen:
Rahmet-i İlâhiyenin hazinelerinde iddihar edilen nimetlerini zâhir ve bâtın duygularla
tadıp anlamak makamında şükür ve senâ vazifesini edaya başladılar.
Rabian:
Esmâ-i İlâhiyenin definelerindeki cevherleri,
mânevî cihazat mizanlarıyla tartıp bilmek makamında
tenzih ve medih vazifesine başladılar….
Demek,
kâinata ve âsâra bakıp,
gaibâne muamele-i ubudiyetle mezkûr makamatta mezkûr vezâifi eda ettikten sonra,
Sâni-i Hakîmin dahi muamelesine ve ef’âline bakmak derecesine çıktılar ki,
hazırâne bir muamele suretinde evvelâ
Hâlık-ı Zülcelâlin kendi san’atının mucizeleriyle kendini zîşuura tanıttırmasına karşı
hayret içinde bir marifet ile mukabele ederek dediler.
“Senin tarif edicilerin, bütün masnuatındaki mucizelerindir.”
Sonra,
o Rahmân’ın, kendi rahmetinin güzel meyveleriyle kendini sevdirmesine karşı,
muhabbet ve aşk ile mukabele edip dediler.
Sonra, o Mün’im-i Hakikînin, tatlı nimetleriyle terahhum
ve şefkatini göstermesine karşı, şükür ve hamd ile mukabele ettiler, dediler:
“Senin hak şükrünü nasıl eda edebiliriz? Sen öyle şükre lâyık bir meşkûrsun ki,
bütün kâinata serilmiş bütün ihsânâtın açık lisan-ı halleri, şükür ve senânızı okuyorlar.
Hem, âlem çarşısında dizilmiş
ve zeminin yüzüne serpilmiş bütün nimetlerin ilânâtıyla hamd ve medhinizi bildiriyorlar.
Hem, rahmet ve nimetin manzum meyveleri ve mevzun yemişleri,
Senin cûd ve keremine şehadet etmekle,
Senin şükrünü enzâr-ı mahlûkat önünde ifa ederler.”
Sonra, şu kâinatın yüzlerinde değişen mevcudat aynalarında cemal
ve celâl ve kemal ve kibriyasının izharına karşı Allahu ekber deyip,
tazim içinde bir aczle rükûa gidip, mahviyet içinde bir muhabbet
ve hayretle secde edip mukabele ettiler.
….Bütün mahlûkat üstünde bir mertebeye çıktılar ki,
yümn-ü iman ile emn ü emanet ile mücehhez, emin bir halife-i arz oldular.
Ve şu meydan-ı tecrübe ve şu destgâh-ı imtihandan sonra,
onların Rabb-i Kerîmi,
onları, imanlarına mükâfat olarak saadet-i ebediyeye
ve İslâmiyetlerine ücret olarak dârüsselâma davet ederek öyle bir ikram etti ve eder ki,
hiç göz görmemiş ve kulak işitmemiş
ve kalb-i beşere hutur etmemiş derecede parlak bir tarzda rahmetine mazhar etti
ve onlara ebediyet ve beka verdi.
Çünkü ebedî ve sermedî olan bir cemâlin seyirci müştâkı
ve âyinedar âşıkı, elbette bâki kalıp ebede gidecektir.
İşte Kur’ân şakirtlerinin akıbetleri böyledir.
Cenâb-ı Hak bizleri onlardan eylesin.
Âmin!
Siz dahi tatmakla tanıyarak iman getirmelisiniz.
İşte, bu iki esas üzerine kemâlât-ı insaniye neşvünemâ bulur.
Bununla insan, İNSAN olur.
حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ Hasbünallahü Ve Ni’mel Vekil
O’ varlıkları icad eden Mûcid,
varlığı sonsuza kadar devam eden Bâkî olduğundan,
varlıkların geçip gitmelerinde bir beis yoktur.
Çünkü mahbubun varlığı daimîdir.
O’ her şeyi san’atla yapan Sâni, herşeyi benzersiz ve yoktan var eden Fâtır
ve varlığı sonsuza kadar devam eden Bâkî olduğundan,
san’at eserlerinin geçip gitmeleri üzüntüyü gerektirecek bir hal değildir.
Çünkü muhabbet kaynağı olan, onların San’atkârının isim ve sıfatları bâkîdir.
O’ her şeyin mülkü tamamen kendisine ait Melik,
Her şeyin sahibi Mâlik ve varlığı sonsuza kadar devam eden
Bâkî olduğundan, mülkün zevâl ve gidiş gelişlerle yenilenmesinde
esef duyulacak bir hal yoktur.
O’ bütün âlemleri ve hâdiseleri her an görüp gözeten Şâhid
ve her şeyi bilen Âlim ve varlığı sonsuza kadar devam eden Bâkî olduğundan,
sevilen şeylerin dünyadan kaybolup gitmeleri üzüntüye sebebiyet vermez.
Çünkü o sevgililerin varlığı,
Ezelî Şahid’in ilim dairesinde ve nazarında bekà bulmaktadır.
O’ herşeye Sahib,
Her şeyi yaratan Fâtır ve varlığı sonsuza kadar devam eden Bâkî olduğundan,
güzel şeylerin geçip gitmesi keder vermez.
Çünkü onların güzelliklerinin kaynağı olan Yaratıcılarının isimleri bâkîdirler.
O’ bütün mülk ve servetin ezelî ve ebedî sahibi olan Vâris,
bütün ölüleri haşirde tek bir emirle diriltip huzurunda toplayan Bâis
ve varlığı sonsuza kadar devam eden Bâkî olduğundan,
ahbâbın ayrılıklarından âh ü vâh etmek gerekmez.
Çünkü bütün onlar kendisine dönen ve onları tekrar diriltecek olan Zât Bâkî’dir.
O’ sıfatlarının ve isimlerinin tecellisinde güzelliğin sonsuz mertebeleri bulunan
ve kâinattaki bütün güzelliklerin kaynağı olan Cemîl,
sonsuz haşmet ve yüceliğine lâyık sıfatları olan
ve haşmetini varlıklar üzerinde gösteren Celîl
ve varlığı sonsuza kadar devam eden Bâkî olduğundan,
güzel şeylerin zevâliyle mahzun olmak gerekmez.
Çünkü o güzeller, güzel olan İlâhî isimlerin aynalarıdırlar;
İsimler ise, aynaların zevâlinden sonra, kendi güzellikleriyle beraber Bâkî’ dir.
O’ Kendisine ibadet eden bütün varlıkların tek ilâhı olan Mâbud,
Kendisini seven âşıkların tek sevgilisi olan
ve kâinattan sonsuz sevgiyle sevilen Mahbub
ve varlığı sonsuza kadar devam eden Bâkî olduğundan,
mecazî sevgililerin geçip gitmesinden elem çekilmez.
Çünkü hakiki sevgili olan Mahbub bâkîdir.
O’ rahmeti bütün varlıkları kuşatan Rahmân,
her bir varlık üzerinden hususi rahmet tecellisi olan Rahîm,
yarattığı varlıkları çok seven ve onlara da Kendisini her vesileyle sevdiren Vedûd
ve her bir canlıya hususî şefkat ve ihsanı olan
ve onlar üzerinde iltifatının incelikleri görünen Raûf
ve varlığı sonsuza kadar devam eden Bâkî olduğundan,
zâhirî nimet verici ve şefkat edicilerin geçip gitmelerinin ehemmiyeti yoktur;
onlar için gam çekilmez ve ye’se düşülmez.
Çünkü rahmet ve şefkati herşeyi kaplayan Zât Bâkîdir.
Bab-ı Şefkat NUR