“Mâlik-i hakikîden gaflet,
nefsin firavunluğuna sebep olur.
Evet, taht-ı tasarrufunda bulunan bütün eşyanın
Mâlik-i Hakikîsini unutan,
kendisini kendisine mâlik zannederek
hâkimiyet tevehhümünde bulunur.
Ve başkaları da bilhassa esbabı,
kendisine kıyasla
hâkim ve mâlik defterine kaydeder.
Ve bu vesileyle,
Allah’ın mülkünü,
malını kendilerine taksim ederek
ahkâm-ı İlâhiyeye karşı muaraza
ve mübarezeye başlar.”
“Halbuki, Cenab-ı Hak tarafından insanlara verilen
benlik ve hürriyet, ulûhiyet sıfatlarını fehmetmek
üzere bir vahid-i kıyasî vazifesini görüyor.
Maalesef, sû-i ihtiyarla hâkimiyet
ve istiklâliyete âlet ederek tam bir firavun olur.”
Ey nefs-i emmare!
Kat’iyen bil ki,
senin hususî ama pek geniş bir dünyan vardır ki,
âmâl, ümit, taallûkat, ihtiyacat üzerine bina edilmiştir.
En büyük temel taşı ve tek direği, senin vücudun ve senin hayatındır.
Halbuki o direk kurtludur.
O temel taşı da çürüktür-fanidir.-
Hülâsa, esastan fâsit ve zayıftır.
Daima harap olmaya hazırdır.”
“Evet, bu cisim ebedî değil, demirden değil,
taştan değil; ancak et ve kemikten ibaret birşeydir.
Âni olarak senin başına yıkılıyor,
altında kalıyorsun.
Bak zaman-ı mâzi,
senin gibi geçmiş olanlara geniş bir kabir olduğu gibi,
istikbal zamanı da geniş bir mezaristan olacaktır.
Bugün sen iki kabrin arasındasın;
artık sen bilirsin.”
“Arkadaş!
Bildiğimiz, gördüğümüz dünya bir iken,
insanlar adedince dünyaları hâvidir.
Çünkü,
her insanın tam mânâsıyla hayalî bir dünyası vardır.
Fakat öldüğü zaman dünyası yıkılır,
kıyameti kopar.”
(mesnevi-i Nuriye, katre)
“İnsanlar uykudadırlar, ölünce uyanırlar.”(Acluni,keşfu’l-hafa)
Bab-ı Şefkat NUR