Fıska düşen fasıkların özelliklerini bilirsek, mesele bir derece çözülür.
Emr-i tekvinîdir ki, fıtrî kanunlar ile âdetullahın tazammun ettiği emirlerdir.
Meselâ: ilmin i’tası, manen ameli emrediyor;
zekânın i’tası, ilmi emrediyor;
istidadın bulunması, zekâyı;
aklın verilmesi, marifetullahı;
kudretin verilmesi, çalışmayı;
cesaretin verilmesi, cihadı manen ve tekvinen emrediyor.
İşte o fâsıklar, bu gibi şeylerin arasında şer’an ve tekvinen tesis edilen muvasala hattını kesiyorlar. Meselâ akılları marifetullaha, zekâları ilme küs olduğu gibi; akrabalara ve mü’minlere dahi dargın olup, gidip gelmiyorlar.
Demek fıska düşenler Allah’ın kainatta ve şeriatta koyduğu kanunlara ve ikisine imtisal edilmesi için insanın fıtratına yerleştirilen hadsiz istidat ve kabiliyetleri, nefis ve enaniyet ve şeytan yolunda kullanan insanlardır. Tarihte çok net görülen ve bilinenler Firavun, Nemrut, Şeddad, Deccal ve Süfyanlar olduğu gibi.. Bilinmeyenler de hadsizdir. Amma her birimizin nefsinde de Firavniyet, Deccaliyet özelliği var. Her sabah ve akşam namazından sonra ettiğimiz:
Allahümme ecirna min şururin nüfusul emmaratil firavniyeh
duası bu manaya işaret ediyor.
Yine İşarat-ül İ’cazda “Sıratal Müstekim” cümlesi izah edilirken insanda kuvve-i şeheviye, gadabiye ve akliye bulunduğu… Bu kuvvelerin fıtri olarak sınırlandırılmadığı…. ancak şeriatla sınırlandırıldığı… İnsanın cüz’i ihtiyarisine (imtihan ve istidatların esfel-i safilinden ta ala-yı illiyyine kadar inkişafı için) bırakıldığından tefrit, vasat ve ifrat mertebelerine inkısam ettiğini… İfrat yani aşırılık ve hadden geçirmenin insanı Firavun, Nemrut, Şeddad, Deccal ve Süfyan-misal yapacağı anlatılır.
Öyleyse öncelikle kendimizi bu tehlikeden korumak için, imanımızı inkişaf ettirmenin yollarını bulacağız. İmanın tahkiki olarak inkişafı insanı tefekküre, acz ve fakra ve dolayısıyla ibadet ve kulluk manasına getirdiği gibi, kainatta konulan hikmet sırlarına ve sınırlarına bizi ulaştıracak.
Sonra Cenab-ı Hakk’ın emirlerine ve nehiylerine itaat ve inkıyadı tesis ve temin etmek için, Sâni’in azametini zihinlerde tesbit etmeye ihtiyaç vardır. Bu tesbit de ancak akaid ile, yani ahkâm-ı imaniyenin tecellisiyle olur. İmanî hükümlerin takviye ve inkişaf ettirilmesi, ancak tekrar ile teceddüd eden ibadetle olur.
İbadet, fikirleri Sâni’-i Hakîm’e çevirttirmek içindir. Abdin Sâni’-i Hakîm’e olan teveccühü, itaat ve inkıyadını intac eder. İtaat ve inkıyad ise, abdi intizam-ı ekmel altına idhal eder. Abdin intizam altına girmesiyle ve nizama ittiba etmesiyle, hikmetin sırrı tahakkuk eder. Hikmet ise, kâinat sahifelerinde parlayan san’at nakışlarıyla tebarüz eder.
Bu manalara vakıf olan insan ruhundaki hadsiz istidat, kabiliyet, meyil ve arzularını saadet-i ebediye yolunda istikametle sarfedecek. Yoldan inhiraf edince tevbe ve istiğfarla, acz ve fakrla tekrar yoluna devam edecek. Bu hal onu Muhibbiyet denilen ALLAH’IN MUHABBETİNE MAZHARİYET caddesine çıkaracak.
Bu yolda olan haliyle ve kaliyle örnek ve nümune olur. Hidayeti mümkün olan, kalbi, ruhu, vicdanı tefessüh etmeyenlerin istikameti bulmasına hizmet ederler. Fasıklardan onlara zarar gelmediği gibi, belki bir kısmının hidayetine, bir kısmının da zararlarının azaltılmasına sebep olurlar.
Vicdanında şefkat, merhamet, iyilik gibi müsbet mana kalmayanlar masum hayvan bile olamazlar. Üstad bunlar için canavar hayvan, cehennem ateşini karıştıran bir şeytan sıfatlarını kullanır. Bu bahiste de: arzda yırtıcı bir hayvan, ihtilali çıkarıp büyüten bir bela, fesadı durmayıp karıştıran bir afet kesilir. diyor. Böyle bir insandan ne beklenebilir ki…
Rabbimiz bizleri İman şuuru ve Kur’an nuru ile Rasulullahın yolunda ebediyyen daim ve muvaffak eylesin. Sevdiklerimizi de beraber eylesin.
Ahmet KATIN