EĞER TAKVÂ VE AMEL-İ SALİH İLE

HÂLIKINI RAZI ETTİYSEN,

HALKIN RIZASINI TAHSİLE LÜZUM YOKTUR; O’ KÂFİDİR!..”

 (mesnevi-i Nuriye)

“Gerçekten, “Rabbimiz Allah’dır!” deyip,

sonra da dosdoğru olan kimseler var ya,

onlara artık korku yoktur ve onlar mahzun (da) olmayacaklardır.”

“İşte onlar, Cennet ehlidirler; yapmakta olduklarına 

(Allah’ın lütfundan) bir karşılık olarak, orada ebediyen kalıcıdırlar!..”

(Ahkâf,13,14)

“Eğer halk da,

Allah’ın hesabına rıza ve muhabbet gösterirlerse, iyidir.

Şayet onlarınki dünya hesabına olursa, kıymeti yoktur.

Çünkü onlar da senin gibi âciz kullardır. 

Maahaza, ikinci şıkkı takip etmekte 

şirk-i hafî olduğu gibi, tahsili de mümkün değildir.”

(mesnevi-i Nuriye)

 “(Allah ) onları sever; ve (onlar da) Allah’ı severler; 

(o bahtiyâr insanlar) 

mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı şiddetlidirler!

Allah yolunda cihâd ederler

ve hiçbir dil uzatanın kınamasından korkmazlar!”

 (Maide,54)

Bunlar; Allah yolunda cihad ederler,

yani Allah rızâsını kazanmak için hakkı

ve adaleti gerçekleştirmeye gayret ederler;

bu uğurda başlarına gelecek her türlü sıkıntıya katlanırlar;

mal ve canlarını Allah yolunda harcamaktan çekinmezler.

Cihad,

samimi müminlerin

en önemli özelliklerinden ve ayırıcı vasıflarındandır.

Hak uğrunda cihad ederken

içbir kimsenin kınamasından korkmazlar;

varlığına ve birliğine inandıkları Allah yolunda yürürler,

O’nun hükümleriyle hükmederler, karşıtlarının

– aileleri veya yakınları veya fayda sağladıkları kimseler bile olsa-

muhalefet, eleştiri, itiraz ve alaylarına aldırış etmezler.

Sa’d bin Ebî Vakkas, (r.a) bu konuda en güzel örnektir.

Müslüman olduğu zaman annesi ona;

 “Yâ Sa’d,” dedi. 

“Vallahi, sen Muhammed’in getirdiklerini inkâr etmedikçe,

ben açlık ve susuzluktan helâk oluncaya kadar

ağzıma hiçbir şey almayacağım.

Sen de bu yüzden anne katili olarak insanlarca ayıplanacaksın…”

O güne kadar, Hz. Sa’d, annesinin her isteğine boyun eğmişti.

Bir dediğini iki etmemişti. Fakat, artık o, Allah’a îmân etmiş

ve Resûlüne kalbinin bütün samimiyetiyle teslim olmuştu.

Elbette, her şeyini bu îmân ölçüsü içinde değerlendirecekti.

Annesinin yememekte ve içmemekte inad ettiğini görünce

yanına vardı ve “Ey anne,” dedi. “Senin yüz canın olsa

ve her birini İslâmiyeti bırakmam için versen,

ben yine dinimde sabit kalırım. Artık ister ye, ister yeme!..”

(İbn Hacer, İsâbe, 2/31; Halebi, İnsanü’l-Uyun, 1/280.)

Çünkü bunlar yaptıklarına karşılık olarak

insanlardan ne bir ödül ne de övgü beklerler;

sadece hakkı gerçekleştirmek,

bâtılı yok etmek, iyiliği ve güzelliği yaymak,

kötülüğü ve çirkinliği önlemek,

böylece Allah’ın rızâsını kazanmak için çaba harcarlar.

“Kim insanların gücenmesini göze alarak (insanlar gücense bile)

Allah’ın rızasını gözetirse,

insanlardan gelen sıkıntılara karşı Allah ona yeter.

Kim de Allah’ın gücenmesini göze alarak (Allah gücense bile)

insanların rızasını gözetirse,

Allah, onu insanlar(ın insafın)a bırakır.”

(Tirmizi, Zühd, 64; Kenzu’l-Ummal, h. no: 43034)

“Evet, bir maslahat için sultana müracaat eden adam

sultanı irzâ etmiş ise, o iş görülür.”

 (mesnevi-i Nuriye)

 “Amelinizde rıza-yı İlahî olmalı. “Eğer O’ razı olsa,

bütün dünya küsse ehemmiyeti yok.

Eğer o kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok. 

 (21.lem’a)

Bab-ı Şefkat NUR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir