“Acib bir riyakârlık olan şöhretperestlik ve câzibedar bir hodfuruşluk olan
tarihlere şâşaalı geçmek,
(bu ilk paranteze kadar güzel hoş lâkin…)
“ve insanlara iyi görünmek ise, Nurun bir esası ve mesleği olan ihlâsa zıttır ve münafidir.” Emirdağ Lâhikası-I sh: 195
(bu ikinci paranteze mana veremedim?..)
Nitekim Hz.Ali r.a “insanlara öyle iyi davranın ki düşmanlarınız bile ölümünüze ağlasınlar!..”
Buyuruyor, bu durum da istikametimiz nasıl olmalıdır?..
“Evvelâ rıza-yı İlâhî ve iltifat-ı Rahmânî ve kabul-ü Rabbânî
öyle bir makamdır ki,
insanların teveccühü ve istihsânı,
ona nisbeten bir zerre hükmündedir…
Eğer teveccüh-ü rahmet varsa, yeter.
İnsanların teveccühü,
o teveccüh-ü rahmetin in’ikâsı ve gölgesi olmak cihetiyle makbuldür,
yoksa arzu edilecek birşey değildir.
Çünkü kabir kapısında söner, beş para etmez!..
Hubb-u cah hissi eğer susturulmazsa ve izale edilmezse,
yüzünü başka cihete çevirmek lâzımdır.(Mektubat-6.kısım)
Şöyle ki:
“İnsanların takdiri, istihsanı,
Eğer böyle işte,
böyle amel-i uhrevîde illet ise, o ameli iptal eder.
Eğer müreccih ise, o ameldeki ihlâsı kırar.
Eğer müşevvik ise saffetini izale eder.
Eğer sırf alâmet-i makbuliyet olarak,
istemeyerek,
Cenab-ı Hak ihsan etse,
o amelin ve ilmin insanlarda hüsn-ü tesîri namına,
“Vesile olan yapan gibidir!..” (Tirmizi,ilm)
ve
“Bir iyiliğe öncülük eden kimseye o iyiliği yapanın ecri gibi sevap vardır.”
(Müslim, İmâre 133.)
Hadis-i şerif’i mucibince, kabul etmek güzeldir ki,
İbrahim (a.s) dediği gibi;
[“Bana, arkamdan hayırla yâd edilmeyi nasip et.”) Şuarâ Sûresi, 26:84 ]
buna işarettir.” (barla lahikası)
Bu kimseleri örneklemek gerekirse;
“İnsanların takdiri, istihsanı,
Eğer böyle işte,
böyle amel-i uhrevîde illet ise, o ameli iptal eder.” (barla lahikası)
bu kişi avamdandır, amelini ifa ederken, eline diline sahip olmaz, tek gayesi insanlar arasında ‘dindar’ olarak anılmaktır!..
“Eğer müreccih ise, o ameldeki ihlâsı kırar.” (barla lahikası)
bu kişi de kendini salih bildiğinden, insanlar arasında iyilerden olarak anılmak için gayret gösterir!..
“Eğer müşevvik ise saffetini izale eder.” (barla lahikası)
Bu kişi de havastır ki; İnsanlar ona yönelmiştir, insanların yönelmesini teşvik için o da kendini teşvik eder!..
“Eğer sırf alâmet-i makbuliyet olarak, istemeyerek, Cenab-ı Hak ihsan etse, o amelin ve ilmin insanlarda hüsn-ü tesîri namına…”(barla lahikası)
“Bir muhabbet, bir iştiyak, bir lezzet vardır ki, hararetle o vazifeyi yaptırıyor ki, ona “dâi ve muktazî” tabir edilir.” (18.Mektup)
“Dâi ve muktazi” hizmet ehli açısından ne ifade ediyor denilirse;
“DÂİ”; “Bir muhabbet, bir iştiyak, bir lezzet vardır ki, hararetle o vazifeyi yaptırıyor.”-(18.mektup)
Kaidesince Hizmet ehlinin muhabbet nuru ile verilen ücreti ve fuyuzatı çok yüksektir!..
O vazifeyi gayret ve himmetle yaptırır!..
“MUKTAZİ” ise; “…ölen açık bir delille ölsün, yaşayan da açık bir delille yaşasın.”(-enfâl-42-) Hükmü celilesince, Emr-i maruf farziyetini
(Âl-i İmran-104-)‘muktaz-i delil bilmek’
“Sizin en hayırlınız, Kur’an’ı okuyan ve öğretendir” (Buhari)
Hadis-i Şerifine Mazhariyeti, “ille-i gaiye” yapmaktır!..
İşte, bu kişi Havass’ul-Havas’tır ki; Emr-i maruf farziyeti mucibince hareket eder!..
İnsanların takdiri ve övgüsünü düşünmez…
Bu yüzden onun çoğunlukla halklar nezdinde şöhreti yoktur…
Gayreti ve himmeti sadece; ‘Tevfik-i İlahiye’ refik olmaktır!..
Konumuza tekrar dönecek olursak;
İşte bundandır ki;
Teşehhüdde okuduğumuz salavatlar da,
“Âl hakkında olan bu duanın parlak bir sûrette kabul olduğuna delil şudur ki:
Üç yüz elli milyon içinde, Âl-i Muhammed (ﷺ)’ dan yalnız iki zâtın,
yani Hasan (r.a.) ve Hüseyin’in (r.a.) neslinden gelen evliya ekser-i mutlak
hakikat mesleklerinin ve tarikatlarının pîrleri ve mürşidleri onlar olmaları,
“Ümmetimin alimleri İsrâiloğullarının peygamberleri gibidir.”
Bu hadis, kaynaklarda haber-i meşhur olarak geçmektedir.( Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ)
hadisinin mazharları olduklarıdır.
Başta Câfer-i Sâdık (r.a.)
ve Gavs-ı Âzam (r.a.)
ve Şah-ı Nakşibend (r.a.)
olarak herbiri, ümmetin bir kısm-ı âzamını tarik-i hakikate
ve hakikat-i İslâmiyete irşad edenler,
bu âl hakkındaki duanın makbuliyetinin meyveleridirler.” (6. Şua)
[“Bana, arkamdan hayırla yâd edilmeyi nasip et.”) Şuarâ Sûresi, 26:84 ]
İşte, Hem teşehhüdde,(ikinci oturuşta farz olarak),
Hem de İsm-i Azam’ların sonlarındaki dualar da
ve benzeri dualarda,
İbrahim (a.s) makbul olmuş bu duasını
Efendimizin(ﷺ) bir sünneti olarak zikrederiz!..
Bab-ı Şefkat NUR