“İLİM TALEBESİ ZİHNİNDE GEVŞEKLİĞE

(tembelliğe) DÜŞMEMEK İÇİN BİR GAYE GÜDER…”

(Ta’likât)

“Doğruluğu sabit olmayan bir şeyin tarifi de olmaz.”

Kuşkusuz ki böyle şeyler tasavvura ait prensiplerdendir.

Onun (tasavvurun)varlığı ile tasdik olmaz.

(Ta’likât)

Doğruluğu sabit olmayan şeylerin,

başka şeylere teşmil ile tarif edilmesi yanlıştır.

Bunlar zihinde şekillenen tasavvurlar olup, kesinlik arzetmez…

Netice de kişiye ait tasavvur ürünü olarak birer vehimdirler…

Tabi ki,

bu doğruluğu sabit olmayan itikadi veya ameli her meselede de

aynen ya mümkün – olabilir- veya, muhal-olamaz-denir…

“Bir şeyi tergib veya terhib etmekle

ondan daha mühim şeyi tenzil edeceklerinden,

muvazene-i şeriatı muhafaza etmiyorlar.”  (Divan-ı Harb-i Örfî)

yani,  tebliğ sahibinin dikkat etmesi gereken önemli bir husus,

bir günah dan sakındırırken daha büyük bir günahı önemsiz veya sıradan göstermemelidir.

Bunun için farza ve sünnete dair fıkh-i hükümleri iyi bilmeli,

korkutma ve sevdirme hususunda  Rıza-ı İlahiye muvafık olmalıdır.

“-Gıybeti katle müsâvi tutmak, 

veya ayakta bevletmek  zinâ derecesinde göstermek,

-veya bir dirhemi tasadduk etmek hacca mukabil tutmak

gibi muvâzenesiz  sözler, katl ve zinâyı tahfif ve haccın kıymetini tenzil ediyorlar…”

(Muhakemat)

“Elbette böyle şeyler tasdike ait prensiplerdendir.

Bunlar ise deliller olup ispat etme işlemi onunla yetinmez.”

 (Ta’likât)

Elbette böyle şeylerin tasdiki için delil ve hüccet gereklidir.

Bu bakımdan isbat da delil ve hüccet istediğinden varsayım ve vehim yeterli olmaz…

Meselâ; her içtihadi meselelerde bile sened ve delil istendiği gibi…

Ben vaizleri dinledim; nasihatleri bana tesir etmedi.

Düşündüm. Kasâvet-i kalbimden başka üç sebep buldum: 
         

Birincisi: Zaman-ı hâzırayı zaman-ı sâlifeye kıyas ederek

 yalnız tasvir-i müddeâyı parlak ve mübalâğalı gösteriyorlar. Tesir ettirmek için,

 ispat-ı müddeâ ve müteharrî-i hakikati iknâ lâzım iken, ihmal ediyorlar.”

((Divan-ı Harb-i Örfî)

Yani, Eskiden bir kişiyi bir günahtan sakındırmak için,

o şeyin emir veya nehiy (haram) olduğunu söylemek yeterliydi,

Oysa şimdi kişiye; haram kılınan o şeyin, mukni ve ilmi delillerle,

o işin iyi yada kötü neticelerine ait hikmetlerini izah ederek ikna etmek gerekmektedir!..

“Yani konu için vasıfların ispat edilmesidir.

Yani kendi içinde sabit olmasıdır.”

(Ta’likât)

Yani, Söz konusu meselenin mahiyet ve gayesinin anlaşılması için verilen birer örnekleme

veya vasıflandırma olup, o meseleye has bir üslüp ile tariflemedir… 

Böylece mesele kendine münhasır olup, başka bir meseleye teşmil edilmez…

       Dinden bir şeyi fasl veya olmayanı vasl etmek, ikisi de caiz değildir!..” (Muhakemat)

Dinde vasl ve fasl, yani ilave ve çıkarma yapmak dalalettir.. 

Dinde olmayan bir şeyi dine sokmaya çalışmak nasıl VASL denen bir sapkınlık ise,

dinde olan bir şeyi de çıkarmak da FASL denen aynı derecede bir sapkınlık, yani dalâlettir!…

Her iki durum da batıldır!.. 

Peygamber Efendimiz (asv)’in ayın ikiye bölünme mucizesini  inkar nasıl FASL etmek ise;

vaiz ve hocalar mübalağalı bir ilave ile “Ay ikiye bölündükten sonra dünyaya indi

bir yarısı Peygamberimiz (asv)’in sağ cebine, diğer yarısı ise sol cebine girdi.” demeleri,

VASL etmek olup, mucizeye şüphe iras etmekten başka bir hizmeti yoktur…

“Bazı tarifler konunun başlığı için yapılır…”

(Ta’likât)

“Şeriatın her bir  hükmünde Şâri’in bir sikke-i itibarı vardır.

O sikkeyi okumak lâzımdır.

 Sikkenin kıymetinden başka, o hüküm herşeyden müstağnîdir.”

(muhakemat)

Şeriate dair her bir hükmün kıymetini düşürmeden yani, altına gümüş ,

kurşuna demir değeri vermeden, herşeyi kıymetinde ölçmelidir.

Daire-i imkânda daha ahsen yokturolan sözü İmam-ı Gazalî’ye dediren,

kainat üzerinde açıkça görünen, Alemlerin Rabbi’nin yaratmasına ait Kemâl ve Cemâlin ,

mükemmel  ve mukaddes fevkiyetinin anlaşılamamış ve görülememiş olmasıdır!..

İşte Üstad Hazretleri bu inceliklere işaret ediyor.

 Bu tarz ifadelerin mutlak amacı hayra rağbet vermek, şerden sakındırmak içindir!..

“Bu durum öznel kusurların araştırıldığı şeylerde olabilir.”

(Ta’likât)

Bu hususiyetler zan üzerine yapılan hareket ve sözlerle karşıyı çözmek maksatlı

Konuşmalarda kendini daha çok gösterir…

Gerçeği olmayan çok uçuk bir benzetme, bazen çok uzaktaki benzerliği yakına taşır…

Meselâ: Diğer peygamberlerin şeriatı ile Muhammed (ﷺ)’ın şeriatını bir tutmamalıdır.

Herkesin çokça duyduğu; Musa (a.s)’ın denizin yüzünde yürüdüğünü gördüğü ve namaz kılmayı bilmeyen birine, “git, bildiğin gibi kıl” demesini,

Ümmet-i Muhammed’e örnek göstermek Şeriata hürmetsizlik ve en büyük kul hakkına girmektir.

Zira, Üstadımızın beyan ettiği gibi;  

müdavemet, muhafaza ve tadil-i erkan’a uymak  namazın makbuliyet şartlarındandır.

Bu tasdik yani konunun konu olarak kabul edilmesi için orta tanım elde edilir.

Amaç, ileriye yönelik bir adım olması gerekir.”

(Ta’likât)

Meselâ; söz konusu meselenin gündeme gelmesi için

veya daha sonra o meselenin mühim neticeleri bakımından,

göz ardı edilmeden ehemmiyetine binaen gündem de tutulmak istenmesi gibi…

“Hâsıl-ı kelâm: Büyük vaizlerimiz hem âlim-i muhakkik olmalı, tâ ispat ve iknâ etsin.

Hem hakîm-i müdakkik olmalı, tâ muvazene-i şeriatı bozmasın.

Hem beliğ-i muknî olmalı, tâ mukteza-yı hal ve ilcaat-ı zamana muvafık söz söylesin.

 Ve mizan-ı şeriatle tartsın. Ve böyle olmaları da şarttır”. (Divan-ı Harb-i Örfî)

Bu zamanın hatipleri, vaizleri ve tebliğ rehberleri,

 her şeyden ÖNCE ŞERİATI çok iyi bilen FIKIH ERBABI

ve bu zamanın fenni ilimlerini İYİ KAVRAMIŞ, 

içinde yaşadığı zamanın ve toplumun kültürünü, anlayış ve yaşayışını İYİ BİLEN

MÜDAKKİK VE MUHAKKİK vasıflı kimseler olmalı ki;

zamanın hastalıklarına İSABETLİ, İSTİFADELİ, KESKİN REÇETELER YAZABİLSİNLER!..

Böylece ilim talebesinin gayreti boşa gitmez..

Değer kazanıp saygı görür.

Böylece hem kendisi hem de başkası katında abes ile iştiğal etmemiş olur.

Zihninde gevşekliğe (tembelliğe) düşmemek için ilim talebesi bir gaye güder… ”

(Ta’likât)

Her bir hakiki ilim talebesi muhakkik olmuş olduğu için,

Ve insanlar arasında zatıyle bir emin ve hüccet olduğundan,

İnsanların nazarı dikkatini devamlı hakikat ve takva istikametinde tutması 

ve ilâ-i kelimetullah olan gaye-i muktezasını kaybetmemesi gerekir…

Böylece;

“Yaptığı vazifeyi ve onun hususi değerini gördükçe (ilim) şevki daha da artar!..”

(Ta’likât)

Zira İnsanların alimin ilmiyle amil olduğunu görmesi ilm, itikada ve takvaya teveccühü arttırır!..

Bab-ı Şefkat NUR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir