–Miraç iman rükunları arasında değilse, inkar eden Müslüman olur mu?..

Miraç meselesi, erkân-ı imaniyenin usulünden sonra terettüp eden bir neticedir. Ve erkân-ı imaniyenin nurlarından medet alan bir nurdur.”(31.söz)

“Mânen ruha geldi: Neden bir cüz-ü hakikat-ı imaniyeyi inkâr eden kâfir olur ve kabul etmeyen Müslüman olmaz?..

Elcevap: İman, altı rüknünden çıkan öyle bir vahdânî hakikattir ki, tefrik kabul etmez.

Ve öyle bir küllîdir ki, tecezzî kaldırmaz…Ve öyle bir külldür ki, kabil-i inkısam olmazlar.

Çünkü, her bir rükn-ü imanî, kendini ispat eden hüccetleriyle,

sair erkân-ı imaniyeyi ispat eder!..” (11.şua,9.mesele)

BİRİNCİSİ;

Müslümanın imanının ikrarı ve delili olan birinci kelamı şehadettir.

Yani ; ‘Allah birdir ondan başka ilâh yoktur.

Muhammed (ﷺ)O’nun kulu ve resulüdür.”

Peki Allah’() ın bir olduğunu,

bütün âlemlerin Rabbi ve İlâhı olduğunu,

Ahiretin, hesabın, sıratın, cennetin, cehennemin var olduğunu,

Şerlerin ateşin azabını, hayırların cennetin nimetlerini netice verdiğini

Ebedi bir hayata müstakbel olduğumuzu,

her yerde ve her şartta, bütün alemlerde vazifeli meleklerin var olduğunu,

Kitab’ın aslının mahlukatın kader defteri olan levh-i mâhfuz da bulunduğunu,

Adem (a.s) bu yana gönderilen peygamber ve nebilerin şu anda her bir âlemin

başında seyyid olduğunu,

“…herbir tabakat-ı mahlûkatta, herbir semâda bir isim, bir ünvan-ı İlâhî hâkimdir;

sair ünvanlar da onun zımnındadır.

Meselâ,

İsm-i Kadîre mazhar Hazret-i İsâ (a.s) hangi semâda Peygamber () ile

görüştüyse, işte o semâ dairesinde Cenâb-ı Hak() Kadîr ünvanıyla bizzat orada mütecellîdir.

Meselâ,

Hazret-i Mûsâ (a.s) makamı olan semâ dairesinde en ziyade hükümfermâ,

Hazret-i Mûsâ (a.s) mazhar olduğu Mütekellim ünvanıdır, ve hâkezâ…”(31.söz)

Onlarla Efendimiz()’in tek tek görüştüğünü,

Kısaca sormak gerekirse;

gaybi olarak iman ettiğimiz altı iman esesatına

“Şehadet ederim ki; Allah birdir O’ndan başka ilâh yoktur.

Ve yine Şehadet ederim ki; Muhammed (ﷺ) O’nun kulu ve Resulû’dür.”

Derken eğer biz görmediysek ki, öyledir,

bu şahidliğimiz nereye ve kime dayanıyor?..

“Ve o sohbette hissedâr olan Hazret-i Cebrail(a.s), Emr-i İlâhî ile o gece

“Şehadet ederim ki; Allah birdir O’ndan başka ilâh yoktur.

Ve yine Şehadet ederim ki; Muhammed (ﷺ)O’nun kulu ve Resulû’dür.”

demesi, bütün ümmet kıyamete kadar böyle şehadet edeceğini ve böyle diyeceklerini

mübeşşirâne haber verir.

Ve bu mükâleme-i kudsiyeyi tahattur ile kelimelerin mânâları parlar, genişlenir.”(6.şua)

Habibullah, Hatem’ül-Enbiya, Seyyid’ül-Mürselin, Âlemler serveri(ﷺ)’a

O()’nun gözleri ile görmüş, O()’nun kulakları ile duymuş gibi,

tevhid ve tasdik eden Cebrail(a.s)’ın

zikrettiği gibi, mü’minler de O(ﷺ)’ ın gözü ve kulağıyle görmüş ve duymuş gibi tam bir biatla bu tevhidi zikretmiş, tam bir tasdikle iman etmişlerdir!..

Peygamber, Rabbi’nden kendisine ne indirildiyse ona iman etti.

Müminlerin de hepsi Allah’a, meleklerine, kitaplarına

ve peygamberlerine iman ettiler.

“Biz Allah’ın peygamberleri arasında ayırım yapmayız, duyduk ve itaat ettik.

Ey Rabbimiz, bağışlamanı dileriz, dönüş ancak sanadır.” dediler.”(Bakara-285)

Demek ki; her Müslümanın şahadeti bile miraç hakikatine dayanıyor!..

İKİNCİSİ;

Miraç’a iman Peygambere imanın cüzi hakikatlerindendir!..

Zira Emri ilahi’nin imandan sonra en büyük hakikati ve farzı olan namaz’ın eda’sı da

sünnetle ihya edilmiştir!..

Namazın on iki farzından (altısı içinde, altısı dışında),sonuncusu olan

kade-i ahire (son oturuş)’ tahiyyatın yani ‘Ettâhyatû’nun

okunması hanifi mezhebine göre vacip, şafiî mezhebine göre farzdır!..

Bu durum da; Mirac’a inanmayan birinin namazdaki teşehhüdünün

teslimiyet ve şehadetinin tasdiki geçerli olabilir mi?..

“ Birinci Sual: Teşehhüdün mübarek kelimâtı, Miraç gecesinde Cenâb-ı Hak ile Resulünün bir mükâlemeleri olduğu halde, namazda okunmasının hikmeti nedir?

Elcevap: Her mü’minin namazı, onun bir nevi miracı hükmündedir.

Ve o huzura lâyık olan kelimeler ise Mirac-ı Ekber-i Muhammed (ﷺ)da söylenen sözlerdir. Onları zikretmekle o kudsî sohbet tahattur edilir.

O tahatturla o mübarek kelimelerin mânâları cüz’iyetten külliyete çıkar ve o kudsî ve ihâtalı mânâlar tasavvur edilir veya edilebilir.

Ve o tasavvur ile kıymeti ve nuru teâlî edip genişlenir.”(6.şua)

Teşehhüd de zikredilen, Mübarek ve Mukaddes kelimeleri anımsamakla,

Ezel ve Ebed, Evvel ve Âhir, Zahir ve Bâtın sıfatlarına mazhariyetle,

kelimelerin mânâları parlar, nurlanır, genişler ve musallini nuraniyetiyle kuşatır!..

Namaz da Tahiyyatın tahatturundaki nuraniyetle,

muhatap olduğumuz Namazın miracvari lezzetiyle açılan

Fikrî ve hissi pencerelerden nazar etmek, kalbî keşiflerde inkişaf sağlamaktır.

Yani basiret ve feraset nuruna pencere açmaktır!..

Meselâ;

Rahman İsm-i Keremi’nin bizzat kendi hasselerinde, kendi vücudun da,

hayatiyetine Şahid olmak hissiyatıyle,

Rahim’in ism-i latifi olan masnuat üzerinde,

Esma-i Hüsna’sına şehadet etmektir!..

Yani, namazla uruç edilen mi’raçtan seyeranla,

ve ubudiyyet müşerrefiyetiyle kemâle isal,

ve İlahi bir İkram olan Kulluk makamıyle geri dönüş müyesseriyetidir!..

Zira, tahiyyattan sonra namazdan çıkarken;

Allah ın Selâmı Rahmeti ve Bereketi üzerinize olsun.” Denilir.

Şu halde Namazla uruc RAHMET, dönüş ise, SELÂMETTİR!..

Bu rahmet, selamet ve bereketten kim hissedar olmak istemez!..

ÜÇÜNCÜSÜ;

“Kim Resûlullah’a itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisâ, 4/80)

Ve- O’- hevâdan söz söylemez.”(Necm,3)

Miraç hadisleri, Necm ve İsra sureleriyle tasdik edilmiştir!..

Buna göre “kābe kavseyn”, hem maddî hem de mânevî yakınlığı ihtivâ eden

ve beşer idrâkini aşan, ulvî bir hakikattir!…

“Öyle de,-o gecede- Resul-i Ekrem (), o selâma mukabil

-Ey Rabb’imiz!- Selâm bize ve Allah’ın sâlih kullarının üzerine olsun,

demesi istikbalde muazzam ümmeti

ve ümmetinin salihleri, selâm-ı İlâhîyi temsil eden İslâmiyete mazhar olmasını..” (6.Şua)

diyen ve ümmetini o ulvi makamda bile unutmayıp,

Allah’ın selamını ümmetiyle beraber alan,

öyle müşvik, öyle şefkatli bir NEBİ’()nin,

Âlemlere Rahmet Selâmına uzak kalmak,

duymamak,

hissedar olmamak, bedbahlığın ta kendisidir!..

Zaten,

Miraç’ın fıkıhta ki hükmü de şudur;

Ömer Nasuhi Hazretleri bu konuda şöyle der: Miraç üç bölümden meydana gelir.

1-Hz. Peygamber()’in Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya götürülmesidir.

Bu, ayet ile sabit olduğundan dolayı inkâr eden kâfir olur.

2- Peygamberimiz()’in göklere, yüksek makamlara ve sidretü-l müntehaya çıkmasıdır ki hadis-i meşhur ile sabittir.

Bunu inkâr eden ehl-i delalet olur.

3- Peygamberimiz ()’in âlem-i vücuba girmesi; arşı, kürsüyü, cennet ve cehennemi müşahade etmesidir ki hadis-i ahad ile sabittir.

Bunu inkâr eden de ehl-i bid’a olur!..

Bab-ı Şefkat Nur

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir